Mükremin Kızılca

Farklılıklarımızla Bir Aileyiz!

Mükremin Kızılca

Beraber yaşamayı tarihte en mükemmel surette gerçekleştiren Osmanlı devletidir.

Aynı ülkede, aynı beldede, aynı mahallede ayrı ayrı ırk, dil ve din mensupları yüzyıllarca bir arada yaşamışlardır. Bu başarının sırrı İslami öğreti ve Türk töresine olan bağlılıklarıdır. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bugünkü cumhuriyeti arkadaşlarıyla çetin iç ve dış savaşlardan sonra kurmuştur. Demokratik Cumhuriyet İslami meşverete de saltanattan daha uygun bir düzendir. Şimdi cumhuriyetin kuruluşu gibi bir olağanüstü dönemdeki olaylara, kişilere takılmanın bir faydası yoktur.

Ne yapılmalı? sorusuna gelince: farklı dinlerin, dinsizliklerin, mezheplerin, tarikatların ve derin görüş ayrılıklarının olduğu bir devlette en iyi uygulanacak sistem laikliktir ancak bizdekinden daha çağdaş, din ve vicdan özgürlüğüne sonuna kadar saygılı bir laiklik uygulanmalıdır. 

Denirse ki peki bu İslam’a uygun mu? İslam ne olacak, ilahi düzen varken beşeri bir akıl olan laiklik yüzde 99 Müslüman bir ülkede nasıl uygulanır?

Böyle çoklu ortamda laik tatbikata benzer bir uygulamayı ilk yapan tarihte yüce peygamberimiz (sav) olmuştur: Efendimiz a.s. Medine’ye hicret buyurunca burada Yahudi, Hristiyan, ateist, ataist, müşrik ve Müslüman her görüşten insanlarla karşılaşınca beraber yaşamanın reçetesini hazırladı. Medine belgesi denen bu belgenin maddelerini ince ince okuyalım ve düşünelim.

Bu belgede Medine’de bir devlet kuruluyor başkanı da peygamberimiz (sav) oluyordu. Bu devletin halkları, Araplar ve Yahudiler yanında o günün şartlarında buraya gelen / getirilen Afrikalı ve Asyalı çeşitli etnik kökenli insanlardan oluşuyordu. Dinleri ise İslam, Yahudilik, Hristiyanlık, Ateistlik, ataistlik ve münafıklıktan ibaretti. 

Yüce peygamberimiz bu devleti bozan taraf olmadan sonuna kadar götürdü. Bu devlette günümüz anlayışına göre diğer insan topluluklarına laik bir sistem uyguladı, diğer halkların dinlerine karışmadı ama her halkın kendi dininin gereklerini uygulayabileceğini söyledi. Yani Müslümanlar İslam’ın kurallarını, Yahudiler de Tevrat’taki yasaları uyguladılar. Hristiyanlar da kendi İncillerini tatbik ettiler. İşte en modern laiklik anlayışı budur. 

Bu anlayış yüce peygamberimize çetin ve zor bir Mekke döneminden sonra Allah cc tarafından birçok ayetle tavsiye ve emredilen bir sistemdir. 

Bu ayetlerde: kimsenin putuna, inancına, giyimine, yiyimine, başkasına zararı dokunmadıkça hayat tarzına, törelerine hakaret edilmemesi emredildi. Bu bağlamda Kâfirun suresinde “Sizin dininiz size benimki bana” demesi emredildi. Enam 108’de “Başkalarının sahte ilahı olan putlarına hakaret etmeyin, aksi halde onların, sizin gerçek Allah’ınıza hakaret etmelerine yol açarsınız.” Buyruldu. 
Bu güzel uygulamayı rafa kaldıran Medine’deki ilk hareket ne oldu biliyor musunuz? Bir Yahudi tüccarın, dükkânına gelen Müslüman kadının başındaki örtüyü elle müdahale ederek çekiştirmesi oldu. 

Huzur içinde beraber yaşamak için başkalarının yaşam tarzına katlanmamız birinci şarttır. Herkesin bizim gibi ibadet etmesini, inanmasını, yaşamasını, düşünmesini, yemesini, içmesini, giyinmesini istemek kadar saçma ve imkânsız bir durum yoktur. Bu imkânsız durumu fiiliyata dökmemeye çalışmak açıkça kişi haklarına tecavüz olur.

Evrenin tek doğrusu olan İlahi mesaj İslam’ı tebliğ için Allah cc yukarıdaki şekilde davranmamızı isterken bizim de bunu hayatımıza ölçü edinmemiz gerekir. Bu hususta yaratıcımızca evrenin tüm katmanlarına rahmet olarak vasıflandırılan Hz Muhammed Mustafa’nın  (sav) : “Kendin için ne istersen başkası için de istemedikçe inanmış olmazsın” sözü bize yetmelidir. Müslümanlar için söylediği: “Müslüman: insanların, elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir” sözü de muhteşemdir. 

Türkiye Cumhuriyeti Osmanlının küllerinden doğan bir devlettir ancak Osmanlıyı yıkan cumhuriyet değildir. Osmanlının yıkılışı; bünyesinde barındırdığı onlarca etnik ve dini teşekkülleri Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, kısaca yüz yıl önceki düvel-i  muazzamının kışkırtıp her birine bir devlet kurdurmasıyla gerçekleşmiştir. 

Şimdi hepimize düşen; devletimizi, cumhuriyetimizi, kurucu ilk cumhurbaşkanının deyimiyle “Muasır Medeniyet Seviyesine” çıkarıp dünyanın en güçlü ülkeleri arasına sokmak için çalışmaktır. 

Osmanlı devleti gibi, din ve vicdan özgürlüğünü en geniş anlamda sağlayan ve mazlumların hakkını savunan Güçlü – Büyük Türkiye’ye evet, saltanata ve demokrasi dışı yönetim anlayışına hayır!

Yazarın Diğer Yazıları