Emre Yılman

Bir cümleyle kimlik tartışması: Ne mutlu Türk'üm diyene

Emre Yılman

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözü, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünsel omurgasını oluşturan en güçlü ifadelerden biridir. Ancak bu anlamlı söz, uzun yıllardır siyasi tartışmaların ve ideolojik kamplaşmaların gölgesinde, çoğu zaman özündeki derin psikolojik ve sosyolojik anlamdan koparılarak ele alınmaktadır. Oysa bu ifadeyi hamasi bir slogan ya da ırksal bir üstünlük iddiası olarak yorumlamak, hem Atatürk’ün vizyonuna hem de Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine yapılmış ciddi bir haksızlıktır.

Nasıl ki bireyler sağlıklı bir yaşam sürebilmek için sağlam bir kimlik duygusuna ihtiyaç duyuyorsa, toplumlar da varlıklarını sürdürebilmek ve ilerleyebilmek için ortak bir kimliğe ihtiyaç duyar. Psikolojinin temel kabullerinden biri, bireyin “Ben kimim?” sorusuna verebildiği sağlıklı yanıtın; özgüven, üretkenlik ve toplumsal fayda ile doğrudan ilişkili olduğudur. Kimlik bunalımı yaşayan bireyler nasıl savrulmaya ve yıkıcı akımlara açık hâle geliyorsa, ortak aidiyet duygusundan yoksun toplumlar da dağılmaya ve ilerleme potansiyelini yitirmeye mahkûmdur.

Atatürk, yaklaşık yüz elli yıllık bir “hasta adam” psikolojisiyle özgüvenini kaybetmiş bir toplumu ayağa kaldırmaya çalışırken bu gerçeğin son derece farkındaydı. Onun inşa etmek istediği şey, etnik kökene dayalı bir kan bağı değil; ortak bir tarih, ortak bir kader ve ortak bir gelecek bilinciydi. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir” tanımı, bu anlayışın en açık ifadesidir. Bu tanım; kökeni, mezhebi ya da etnik aidiyeti ne olursa olsun, bu toprağı vatan bilen ve bu milletin kaderini paylaşan herkesi kapsayan modern bir vatandaşlık anlayışını temsil eder.

Nitekim Atatürk’ün gençlik yıllarında kaleme aldığı ve bilinen ilk şiirlerinde dahi bu yaklaşım açıkça görülür. Oğuz Oğulları ve Tuna şiirlerinde “Türk” kavramı, dar bir etnik çerçevede değil; insanın kendini bilmesi, tarihsel süreklilik ve ortak kader bilinci üzerinden ele alınır. “Türk sadece bir milletin adı değil, Türk bütün adamların birliğidir. Adam da o ilk adamdır” dizeleri, bu kavrayışın en sade ama en güçlü ifadesidir. Burada kastedilen şey, bir üstünlük iddiası değil; insanın kendini tanıması, tarihini bilmesi ve ait olduğu bütünle barışmasıdır.

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözünün Cumhuriyet’in 10. yılında, yani temel güvenlik ve ekonomik sorunların büyük ölçüde aşıldığı bir dönemde dile getirilmesi de tesadüf değildir. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ifade ettiği gibi, insanlar önce fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılar; ardından aidiyet, saygı ve kendini gerçekleştirme gibi daha üst düzey ihtiyaçlara yönelir. Atatürk, milletin karnını doyurup güvenliğini sağladıktan sonra, ona ruhunu ve özgüvenini geri kazandıracak olan kimlik ihtiyacına işaret etmiştir.

Bu ifade, “Benim ırkım üstündür” demek değildir. Aksine, “Bu milletin onurlu bir ferdi olmaktan, bu ülkenin ortak kaderini ve geleceğini paylaşmaktan gurur duyuyorum” demektir. Diyarbakırlı, Trabzonlu, Trakyalı ya da Vanlı olmanın ötesinde, hepsini ortak bir çatı altında buluşturan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bilincine erişmenin ifadesidir. Bu anlayış, bireyi aşağılık kompleksinden kurtaran; onu başkalarının yönlendirdiği bir nesne olmaktan çıkarıp, kendi benliğine saygı duyan bir özne hâline getiren onurlu bir duruştur.

Dini açıdan bakıldığında da bu kavramın şovenizmle ilişkilendirilemeyeceği görülür. Maide Suresi’nin 54. ayetinde tarif edilen; inançlı, onurlu, kararlı ve haksızlık karşısında eğilmeyen bir topluluk tasviri, birçok İslam âlimi tarafından Türk milletine atfedilmiştir. Bu yorumlar, “Türk” kavramının tarihsel ve ahlaki bir duruşu temsil ettiğini; salt ırksal bir anlam taşımadığını ortaya koymaktadır.

Bugün gelinen noktada, milliyetçilik kavramlarının içinin boşaltıldığı ve özellikle emperyalist güçler tarafından toplumları birbirine düşürmek amacıyla sıkça istismar edildiği açıktır. Kavramlar anlamlarından koparıldığında, birleştirici olmaktan çıkar ve ayrıştırıcı araçlara dönüşür. Stadyumlarda, sosyal alanlarda ve kamusal tartışmalarda yaşanan gerilimlerin temelinde de bu yanlış okuma yatmaktadır. Eleştirilmesi gereken asıl mesele, kavramların kendisi değil; onların tarihsel ve düşünsel bağlamından koparılmasıdır.

Bugün Japonya’dan Almanya’ya kadar kalkınma hamlesini başarıyla gerçekleştirmiş tüm toplumların arkasında, ortak bir ülkü etrafında kenetlenmiş güçlü bir milli kimlik ve heyecan vardır. Atatürk’ün işaret ettiği hedef de tam olarak budur: Kendini bu ülkenin dışlanmışı değil, onurlu ve eşit bir ferdi olarak hisseden; ortak hedefler doğrultusunda birlikte düşünen ve birlikte üreten bir toplum. “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözü, bu bağlamda bir üstünlük iddiası değil; ortak bir bilince, ortak bir sorumluluğa ve ortak bir geleceğe yapılan güçlü bir çağrıdır.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları