Sistem seni suçlu sayarsa ne yapabilirsin?
Emre Yılman
İnsanlık tarihi hep büyük kırılmalarla dolu. Tarım devrimiyle toprağa bağlandık, sanayi devrimiyle makinenin temposuna ayak uydurduk, bilgi çağıyla verinin gücünü fark ettik. Ama bugün yaşadığımız dönüşüm, önceki hiçbir döneme benzemiyor. Çünkü bu kez değişen sadece üretim biçimimiz değil. Bu kez insanın iradesi, tercih hakkı ve hayata bakışı değişiyor. İlk kez insan, kendi kurduğu bir sistemin içinde, farkına varmadan bir kafese doğru sürükleniyor.
Bugün kullandığımız teknolojiler bize hayatı kolaylaştıran masum araçlar gibi sunuluyor. Akıllı telefonlar dünyaya bağlıyor, kredi kartları işleri hızlandırıyor, kameralar güvenlik vaat ediyor, yapay zekâ verimi artırıyor. Ama hepsinin ortak bir yönü var. Hepsi izliyor. Hepsi kaydediyor. Hepsi veri topluyor. Üstelik çoğu zaman bunu biz fark etmeden yapıyor. İnsanlık tarihinde ilk kez, insanın bedeni ve zihni bu kadar detaylı şekilde kayıt altına giriyor. Giyilebilir teknolojiler kalp atışlarımızı sayıyor, telefonlar nerede olduğumuzu biliyor, kredi kartları alışkanlıklarımızı ortaya döküyor, kameralar yüz ifadelerimizi çözüyor, sosyal medya paylaşımları düşünce biçimimizi ele veriyor. Tüm bu parçalar birleştiğinde ortaya çıkan tablo çok net olarak görünüyor ki "İnsanlığın dijital sinir sistemi kuruluyor."
YAPAY ZEKÂ VE KONTROL GÜCÜ
Matrix artık bir benzetme olmaktan çıkıyor, gerçeğe dönüşüyor. Ortaya çıkan veri miktarı insan aklının altından kalkabileceği bir yük değil. İşte tam bu noktada yapay zekâ devreye giriyor. Yapay zekâ artık sadece geçmişe bakmıyor. Aynı zamanda geleceği tahmin etmeye çalışıyor. Devletler ve küresel güçler için bu, tarihte görülmemiş bir kontrol gücü anlamına geliyor. Henüz yaşanmamış bir davranışı, işlenmemiş bir suçu, doğmamış bir itirazı öngörmeye kalkıyorlar. Bu yaklaşım, bildiğimiz hukuk ve özgürlük anlayışıyla açıkça ters düşüyor. Yapay zekâ insanlık tarihinin en sert kırılma noktalarından birini oluşturuyor. Artık yalnızca hayatı kolaylaştıran bir teknoloji olmaktan çıkıyor. Devlet gücünü belirliyor, savaşların şeklini değiştiriyor, toplumları yönlendiriyor ve yeni dünya düzenini kuruyor. Bu yüzden bugün bir çağdan değil, yapay zekânın yön verdiği bir dünyadan söz ediyoruz. Büyük güçler bunun fazlasıyla farkında. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri, yapay zekâyı askeri ve istihbari sistemlerin merkezine yerleştiriyor. Yüzlerce uyduyla dünya anlık olarak izleniyor. Ama bu izleme sadece askeri alanla sınırlı kalmıyor. Ticari uydular ve özel şirketlerin topladığı veriler de zamanla devletlerin eline geçiyor. Böylece sivil hayat da askeri bir bakışla izlenir hâle geliyor.
MİLYARLARCA VERİ TEK BİR CİHAZDA TOPLANIYOR!
Şehirlerin hareketliliği, limanlardaki gemiler, uçak trafiği, enerji hatları, ticaret yolları, insanların günlük alışkanlıkları… İnternette ne aradığımız, ne izlediğimiz, ne yazdığımız, ne satın aldığımız… Milyarlarca cihazdan akan veri tek bir havuzda toplanıyor. Ortaya çıkan büyüklük, klasik yöntemlerle çözülemeyecek kadar büyüyor. Bu veriler, “Sentient” adı verilen son derece gizli bir yapay zekâ sistemiyle işleniyor. Sentient sadece geçmişi saklamıyor. Geçmişle bugünü birleştirip geleceğe dair tahminler yapıyor. Olası krizleri, toplumsal hareketleri, ekonomik sarsıntıları ve suç ihtimallerini daha yaşanmadan tespit etmeye çalışıyor. Bu anlayış, 11 Eylül sonrası ortaya atılan “önleyici savaş” fikrinin dijital hâline benziyor. Artık tehdit sadece silah ya da ordu olarak görülmüyor. İnsan, bizzat potansiyel tehdit sayılıyor. Bir kişi henüz suç işlememişken bile algoritmalar onun riskli olduğuna karar verebiliyor. Azınlık Raporu artık bir film gibi durmuyor, bir yönetim modeline dönüşüyor. Çin’de bu sistemlerin daha sert hâli uzun süredir uygulanıyor. Yüz tanıma, davranış analizi ve sosyal puanlama yoluyla toplum sürekli gözetim altında tutuluyor. Özellikle Uygur Türkleri üzerinde kurulan bu düzen, yapay zekânın nasıl bir baskı aracına dönüşebileceğini açıkça gösteriyor. Puan düştüğünde sadece kişi değil, çevresi de bedel ödüyor. Sosyal ilişkiler bile risk unsuru hâline geliyor. Toplum parça parça ayrılıyor.
GOOGLE VE SANAL PARA TEHLİKESİ
Bu düzenin en güçlü ayaklarından biri de küresel teknoloji şirketleri. Google ne aradığımızı, nereye tıkladığımızı, ne izlediğimizi, bir sayfada ne kadar kaldığımızı, e-postalarımızda ne yazdığımızı biliyor. Bu veriler yalnızca reklam için toplanmıyor. İnsan davranışını çözmek ve yönlendirmek için kullanılıyor. Google’ın elindeki bilgi, birçok istihbarat örgütünün kapasitesini geride bırakıyor. Rupert Murdoch’un “Google, NSA’dan daha tehlikelidir” sözü hâlâ anlamını koruyor. Dijital dünyada mahremiyet neredeyse tamamen kayboluyor. Bu gözetim düzeninin finansal ayağında ise nakitsiz toplum hedefi duruyor. Nakit sistem için sorun çıkarıyor. Çünkü iz bırakmıyor. Kiminle, ne aldığınız, ne zaman harcadığınız kayda girmiyor. Yani kontrol edilemiyor. Bugün hijyen, güvenlik ve kara para gerekçeleriyle nakdin gözden düşürülmesi tesadüf değil. Dijital paranın olduğu bir dünyada hesaplar tek tuşla donduruluyor, harcamalara sınır konuyor, izin mekanizmaları kuruluyor. Para sizin elinizde gibi duruyor ama gerçekte sistemin verdiği kadarına hükmediyorsunuz.
GREAT RESET'LE GETİRİLEN YENİ DÜZEN
Bu finansal kontrol karbon ayak izi ve sosyal puanlama sistemleriyle birleştiğinde ortaya tam anlamıyla dijital bir kafes çıkıyor. Bugün gönüllü gibi sunulan uygulamalar, yarın seyahatten tüketime kadar her alanı sınırlayan bir düzene dönüşecek. Öte yandan yapay zekâ üretimi de ele geçirirken Robotlar artık sadece bedensel emeği değil, zihinsel emeği de üstleniyor. Muhasebe, hukuk, gazetecilik, mühendislik… Hiçbir meslek kendini güvende hissetmiyor. Bu durum, dünya genelinde büyük bir işsizlik dalgasını tetiklerken Sistem açısından üretime katılamayan kalabalık kitleler ise risk olarak görülüyor. Bu yüzden nüfus azaltma tartışmaları daha yüksek sesle konuşuluyor. "Great Reset" yani kelime anlamıyla “Büyük Sıfırlama” olarak bilinen İlk kez Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından COVID-19 sonrası dönemde daha görünür hale getirilen bu düzenleme, toplumun alt sınıf insanlarını adeta saf dışı bırakıyor. Orta sınıf bilerek fakirleştiriliyor, borçluluk artıyor, mülkiyet el değiştiriyor, küçük oyuncular sistem dışına itiliyor.
ADIM ADIM YENİ DÜNYA DÜZENİ
Tarih bize defalarca aynı gerçeği gösterdi. Büyük krizlerin ardından büyük sıfırlamalar gelir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında dünya düzeni kökten değişti. Bugün ise pandemi, derinleşen ekonomik krizler, enerji üzerinden yürütülen güç mücadeleleri ve hızlanan teknolojik dönüşümle birlikte benzer bir kırılma eşiğinden geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz bu dönem, adım adım yeni bir dünya düzenine evriliyor. Bu yeni düzende oyunun kurallarını; teknolojiye, yapay zekâya ve veri gücüne hâkim olan ülkeler yazıyor. Sistemin dışında kalan ya da bu dönüşüme direnç gösteren ülkeler ise küresel gerilimin yeni fay hatlarını oluşturuyor. Bu fay hatlarının bir noktada daha büyük çatışmalara, hatta üçüncü bir dünya savaşının zeminine dönüşme riski göz ardı edilemez. Bugün Çin, ABD, Almanya ve Rusya bu yarışta öne çıkan aktörler olarak dikkat çekiyor. Ancak bu tablo, Türkiye için de net bir uyarı niteliği taşıyor. Türkiye’nin bu süreci yalnızca izleyen değil, teknolojiye yatırım yapan, yapay zekâ ve dijital dönüşümde söz sahibi olan bir ülke olarak hızla yakalaması gerekiyor. Aksi halde yeni kurulan düzenin dışında kalmak, gelecekte çok daha ağır bedeller ödemek anlamına gelebilir.