'Biz Nuşirevan kadar adil değil miyiz?'
Kerim Toslak
Etkileyici bir hikâye Hz. Ömer'in (ra) halifeliği zamanında kendisine Mısır Valisini şikayete gelen kişiyle valiye gönderdiği notta yazdığı, "biz Nuşirevan kadar adil değil miyiz?" cümlesinin hikayesi. Valinin korkudan benzini sarartan, mağdur ettiği kişiden özür dileten bir cümlenin hikayesi.
"Devir Hz. Ömer'in (ra) halifeliğ zamanı. Mısır valisi Amr ibnül-As (bazı anlatılarda Şam Valisi Said bin Ebi Vakkas olarak geçer ki, bu sahebe hiç Şam valisi olmamıştır) şehirde imar düzenlemeleri yapar. Bu çalışmalar sırasında bir Yahudi teba'nın arazisi rızası dışında istimlak edilir. Bu durumdan dolayı haksızlığa uğradığını düşünen Yahudi durumu Müslüman bir komşusuna anlatınca onun tavsiyesi üzerine Medine'ye kadar gidip durumunu halife Ömer'e anlatmaya karar verir. Medine'ye gider Halife Ömer'in evini veya sarayını sorar. Yamalı kıyafetleri ve hali ile diğer müminlerden farksız, bir hurmanın gölgesinde dinlenen Ömer'i gösterirler. Ömer'i hayal ettiği saraylarda gösterişli kıyafetler içinde göremediği için hayal kırıklığı yaşar ve ümitsizliğe düşer. Tereddütlerine rağmen durumu halife Ömer'e arz eder. Şikayeti dinleyen Halife Hz. Ömer, bulduğu bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazar: "Biz Nuşirevan kadar adil değil miyiz?"
Sonra adama uzatır ve "bunu valiye ver" der. Baştan savıldığını düşünen adam Mısıra döner ümitsizlikle önce Medine’ye gitmesini tavsiye eden komşusunun yanına uğrayarak, senin tavsiyene uydum, işi gücü bırakıp Medine’ye kadar gittim. Halife elime bir not yazıp beni başından savdı, diye sitem eder. Durumu anlayan Müslüman, sen Halife’nin dediğini yap, o notu valiye ver, der. Adam umutsuzca valinin huzura çıkar, elindeki kağıdı valiye uzatır. Notu okuyan vali korkudan titrer, benzi sararır, bir müddet dalar ve sonra “ arsan iade edildi, kusura bakma” diyerek Yahudi’den özür diler.
Yahudi şaşkınlıkla, benden almak için günlerce uğraştığın o arsayı, bana hemen iade etmeni sağlayan valinin o yazdığı cümlenin anlamı nedir, diyerek merakının giderilmesini ister.
Vali o cümlenin hikayesini anlatır:
"İslam’dan önce ben ve Halife Ömer İran'a ticaret için gittik. Yanımızda mal yüklü develerimiz vardı. İran’a varınca bir panayır yerinde, bir grup zorba develerimize, mallarımıza, paralarımıza el koydular. Bir şey yapamadık. Perişan bir halde, gecelemek için bir han bulduk. Han sahibine sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi yardımcı oldu. Sabah gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir tercüman krala aktardı. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra bize birer kese altın verdi.
Bize memleketimize dönmemizi söyledi. Biz tekrar hana döndük. Sonuç bizi tatmin etmemişti. Hancı durumu öğrenince üzüldü ve bu işte bir yanlış var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, durumu bir daha anlatalım dedi. Beraber gittik. Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin tipini kıyafetlerini, olayın geçtiği yeri sordular, söyledik. Nuşirevan’ın yüzünün rengi değişti.
Bir gün önceki tercümanı çağırttı. Ona sorular sorup bilgi aldı. Sonra ayağa kalktı, ikişer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz, mallarınız gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin, giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıksın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.
Akşamleyin develerimiz yükleriyle kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Hancı şöyle dedi: Develerinize ve mallarınıza el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar çete kurmuşlar. Şehre gelen yabancıların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a tercüme etmek yerine sizi yolda parasız kalmış, yardım isteyen Arap gezginler diye anlatmış. Kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi. Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar, suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Kral’ın oğlu diğeri de veziridir. Buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu ve vezirini koruyan tercümanı asılı olduğunu görmüş. İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine yazdığı "Biz Nuşirevan kadar adil değil miyiz?"” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Senin vali olmana, dostum, arkadaşım olduğuna bakmam, aynen Nuşirevan’ın öz oğlu olduğuna bakmadığı gibi. Nedeni budur benzim sarardığının.
Bu olay sonrası Yahudi teb'anın şikayetinden vazgeçip arsayı hibe ettiği ve Müslüman olduğu rivayet edilir."
Netice itibariyle bu bir hikaye. Tarihen böyle bir şey olmuş mu bilmiyorum. Olduysa bile hikayenin Nuşirevan'la olan kısmındaki ticaret için İrana geden iki kahramanın Halife Hz. Ömer ve Vali Amr ibnul As (ra) olmaları tarihen mümkün değildir. Çünkü Nuşirevan bu iki sahabenin doğumundan yaklaşık elli sene önce bu dünyadan göçmüştü. Yani çağdaş değiller. Belki de onlardan önce yaşanmış bu hikayeyi her ikisi de biliyordu, sonraki dönemlerde hikayeyi karanlar hikayenin içine o iki sahabeyi katmışlardır. Velev ki bu yaşanmamış bir hikaye olsa bile Halife Hz Ömer'in (ra) efsaneleşen adaletine bir halel getirmez. Asıl mesele kıssadan alınması gereken hissedir.
Adalet dağıtmakla yükümlü olan hakimlerin ve yöneticilerin, haktan ayrılan, suç işleyen kişiler en yakınları bile olsa gereken cezaları verebilmeleri gerektiğidir. Hırsızlık yapan bir kadınla ilgili kendisinden iltimas isteyen Kureyş ileri gelenlerine Allah Resulü'nün (sav) cevabı :“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhari)
Üstad Abdurrahim Karakoç da şiirce ifade ediyor.
"Beni dinle ey kadı
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı
Kenan yapsa da aynı
Yunan yapsa da aynı."
diyerek adaleti ikame edebilmektir.
Özellikle günümüzde kendileri veya yakınları hırsızlık ve yolsuzlukla ilgili iddialardan bir şekilde kayrılıp, sıyrılıp, bu şaibelerine -ki oldukları her siyasi gruba da şaibe bulaştıracak cinslerdir- rağmen siyasi arenada adaylık yarışında boy göstermeleri, bu tür kıssaları daha bir manidar kılıyor.
Selçuklu/Konya