Endonezya'nın Müslüman Oluşu Hikâyesinden Bize Dersler
Kerim Toslak
Endonezya’nın Müslüman oluşuyla ilgi bir tüccarın hikâyesi anlatılır. Hikaye gerçek mi efsane mi bilmiyorum. Ancak gerçek olan şudur ki; Xl. YY’dan itibaren Hindistan'dan Güney Asya'ya Malezya'ya, Endonezya'ya Filipinler'e kadar İslamiyet’in yayılması Müslüman davetçiler ve tüccarlar vasıtasıyla olduğudur. Savaşsız, kansız, topraklar fethedilmeksizin gönüllere girilerek yüreklerin fethedilmesiyle yayılmıştır oralarda islamiyet. Yanlış anlaşılmaması için belirtelim ki; hal (örnek yaşayış) ile ve dil ile tebliğ 'cihat' olduğu gibi gerektiğinde din ve inanç özgürlüğü tanımayan müslüman elçileri ve davetçileri şehit eden zalimlere karşı savaşmak da cihattır.
İşte bahsedilen tüccarın hikayesi de hem tüccar hem davetçi binlerce benzerlerinden efsaneleşmiş birinin ibretlik hikayesidir. Hele ki günümüzde Alla Resulü'nün (sav) ; "aldatan bizden değildir" buyurduğu halde aldatmanın marifet kabul edildiği bir ortamda, hisse alınacak bir kıssa olduğu için, siz okuyucularla paylaşmak istedim. Hikaye şudur:
"Samimi, dürüst Müslüman bir kumaş tüccarı, kumaşlarını gemiye yükler Endonezya’ya gider, oraya yerleşir. Orada kumaş satmak için dükkan açar. Kumaşları iyi, ora halkının aradığı türdendir. Kendisi de dürüst, harama helâle dikkat eden inandığı gibi yaşayan sözde değil özde bir Müslümandır. Birgün kendisinin dükkanda olmadığı bir sırada çalıştırdığı eleman sattığı kumaşlardan beklentiden fazla kâr elde etmiştir. Merak eder, sorar:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On Dirheme.
-Nasıl olur?” diye şaşırır,
-Beş Dirhemlik kumaşı on Dirheme nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamın. Gödüğünde tanıyabilirsen bul getir onu? Eleman gider, müşteriyi bulup getirir. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, yapılan yanlışlığı anlatıp fazla parayı müşteriye uzatır. Özür dileyip helallik ister. Şaşıran müşteri böyle bir durumla ilk defa karşılaşır. 'Hakkını helâl et ' ne demek duyduğu şey değildir.
Olay kısa sürede herkes tarafından duyulur dilden dile yayılır. Çok geçmeden kralın kulağına kadar varır. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya huzuruna çağırır ve sorar:
-Sizin yaptığınız böylesi bir davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük.
Aslı nedir bu işin?
-Tüccar, ben bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral:
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul eder ve daha sonar kısa süre içinde halk da Müslüman olur.
Güzel bir hikaye ve gıpta edilecek bir davranış. Kendi kendimize düşünüp ibret alacağımız bir davranış. Biz olsaydık aynısını yapar mıydık, yapabilir miydik? Mahallemizde şehrimizde ülkemizde böyle kaç tane tüccar çıkar, kaç tane esnaf çıkar. Tersten bakarsak pahalı kumaşı ya da malı yanlışlıkla ucuza alıp farkına varınca farkını ödemek için dükkâna giden kaç tane müşteri çıkar. Üzerinde bir kez daha düşünmek lazım. Aldatma ve aldatılma üzerine kurulmuş bir iş hayatı, siyaset, ekonomik ve hukuk sistemi içerisinde kendimize gelir, islami kimliğimizi bulabilir miyiz bilmiyorum. Kulaklarımızda bir kez daha çınlamalı Sevgili Peygamberimizin (sav) "aldatan bizden değildir" hadis-i şerifi. Belki faydası olur kendimize gelmeye.
Mersin/ Anamur