ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ ÖRSELETİLMEMELİ
Kerim Toslak
Aslında geçen hafta yazmayı düşündüğüm bir konuydu bu. Ankara'da bir öğretmenin sınıfta öğrencileri tarafında yapılan zorbalıklar karşısında aciz duruma düşürülüp, maskara edilmesi ve görüntülerinin sosyal medyada paylaşılması konusu.
Meslek hayatıma kırk bir yıl önce, ben de Ankara'nın en kalabalık ve en gözde liselerinde birinde başlamıştım. Beş yıl önce de yine Ankara'nın merkez ilçelerinden birinde "izzeti ikbal ile" noktaldım. Başladığım ve noktaladığım iki dönem arasını kıyaslama babında bir kaç hususu dikkatlarinize sunacağım.
Başladığım yıllarda görev yaptığım okulda 180 civarında öğretmen, 4.500 civarında öğrenci vardı. Ortaokul ve lise birleşikti. Ortaokul ve lisede derslere giriyordum. Bütün sınıf mevcutları 55 ve üzeriydi. Özellikle Derslerine girdiğim lise 1'lerde neredeyse alfabede bulunan harfler kadar sınıf vardı. Yine o yıllarda bahsettiğim sınıflarda öğrenci mevcudu 70 ve üzerindeydi. Toy bir öğretmen olmama rağmen sınıflarda hakimiyet kurmada ve öğrencilerle iletişim kurmada hiçbir sıkıntı yaşamadım. O dönemlerde hala geleneğimizde var olan "eti senin kemiği benim" veli anlayışı, eğitim sisteminde hakimdi.
Hani derler ya ; "kuş gördüğü yuvayı yapar." Biz de öğrenciliğimizde öğretmenlerimizden gördüğümüz anlayışa uygun olarak, bütün uyarılarımıza rağmen sınıfta yaramazlık yapan, sınıf kurallarına uymayıp, sınıf disiplini bozan bir öğrenciye tokat attık. Teneffüste de çocuğu çağırıp gerekli uyarıları yaptım. Sonrasında da o dönemde birçok okulda bulunmayan rehberlik servisine gidip rehber öğretmenler ile istişare ettim. Çocuğun ve ailesinin durumu ile ilgili bilgi aldım. Üst seviyede bir bürokrat çocuğu olduğunu söylediler. Hatta "iyi yapmamışsın" dediler. Ailesinin göstereceği tepkiyi bilmediğim için bir hayli de tedirgin oldum. Birkaç gün sonra da veli toplantısı vardı. Veli toplantısına da bir hayli tedirgin olarak gittim.
Özellikle o öğrencinin bulunduğu sınıfa girerken çok tedirgindim. Sınıfa girince sınıfın genel durumu ve öğrencilerin notları ile ilgili bilgilendirmeleri yaptıktan sonra, sorusu olan ya da söz almak isteyen olup olmadığını sorduğum zaman, söz konusu öğrencinin velisi beyefendi söz aldı ve dedi ki;
"Hocam önceki haftaki derste, oğlum size karşı saygısızlık etmiş, ondan dolayı özür diliyorum. Bir de tokat vurmuşsunuz. İyi de etmişsiniz. Hak etmiş, ellerinize sağlık" dediği zaman üzerimden dağ kalktı. Kendime güvenim ve mesleğime olan bağlılığım arttı. O toplantıda ve sonraki toplantıların hiç birinde şahsıma ve diğer öğretmenlere yönelik velilerden hiç bir saygısızlık duymadım, görmedim. Tam tersine saygı ve minnet duygularıyla teşekürler duydum. O okulda görev sürem doldu. Ankara dışında başka yerde başka okullarda otuz sene öğretmen ve idarecilik yaptıktan sonra tekrar Ankara'ya dönüp Ankara'nın başka bir semtinde çalışmak nasip oldu.
Bu defa çalıştığım okulun binası, mimarisi her şeyiyle dört dörtlük, konfor üst seviyede. Teknolojinin bütün imkanları sunulmuş. Derslerine girdiğim sınıflarda öğrenci mevcudu 15 ile 25 arası. Çalıştığım okul yine ortaokul lise birleşik. Ortaokulda derslerine giriyorum. Artık devir değişmiş. "Eti kemiği değil, saçının telinin" bile veliye ait olduğu bir dönem gelmiş. Birinci dönemin ilk veli toplantısında sınıflara öğretmen arkadaşlarımız sırayla girip öğrenci velileriyle görüşmeler yapıyor. Öğretmenler odasında sınıfları dolaşma sıramı beklerken, mesleğinin ilk yılları olan bir bayan meslektaşımın öğretmenler odasına ağlayarak girdiğini gördüğüm zaman "ne oldu, niçin ağlıyorsun?"diye sordum. Velilerle tartıştığını söyledi. Sıram geldiği zaman ben de sınıfları dolaşıp öğrencilerin notları ve durumları ile ilgili gerekli bilgileri verdim. Mesleğe başladığım zaman ki veli profili ile mesleğimin sonlarındaki veli profili arasında dağlar vardı. Öğretmene karşı saygı ve minnet duygusu besleyen veli profili gitmiş, yerine öğretmene çemkiren, saygısız, görgüsüz bir veli profili karşımızdaydı. Kendisinin terbiye etmediği, edemediği çocuğunu öğretmenin terbiye etmesini bekleyen ama bu konuda da sorumluluğu ve başarısızlığı öğretmene yükleyen bir veli profili. Tabi ki öğrenciler de velilerden bin beter. Gece sabaha kadar yatağın içinde cep telefonuyla oyun oynayıp, ertesi gün uyumak için okula gelen öğrencinin annesi bu durumun sorumluluğunu da öğretmene yüklüyor. Dedim ki bayan “evine gelip yatağın içindeki çocuğunun elinden telefonu ben mi alacağım, yoksa sen mi alacaksın.”
15-20 kişilik sınıflarda disiplin sağlayıp ders yapmak, 73-74 mevcutlu sınıflardan daha zor hale gelmiş. Tenefüse çıkarken öğrencilere hassaten tembih ettim. Sınıfta koşturup, tepişmeyin, boğazım rahatsız, derse geldiğim zaman faranjitim rahatsız ediyor, ders yapamıyorum dedim. Sınıfa girdim. Son dersti. Öksürmekten dersi zor bitirdim. Çıkışta öksürmeye devam ediyordum. Bir taraftan da dua ediyordum.
"Allahım beni bu okula bir daha getirme" diye.
Duam hemen kabul oldu. Bir defa emekli dilekçesi vermeye gittim. Pandemi dolayısıyla ertesi gün bütün okullar tatil edildi.
Sınıfında öğrencileri tarafından zorbalığa maruz kalan öğretmenin halini görünce dün ile bu günü karşılaştırdım. Netice; nereden nereye gelmişiz. Yukarıdan aşağı herkesin kafasını avcunun içine alıp düşünmesi gerekir. Özellikle okullarda disiplin yönetmeliklerinin işlevsel hale getirilmesi, zorunlu eğitimin, hele hele okuyacak, okumayacak olan herkesin 12 yıl sınıflara kapatıldığı bu saçma sapan sistemin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir de önüne gelen yetkilinin/ yetkisizin öğretmeni ve öğretmenlik mesleğini örselediği bir anlayışın önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyorum.