Prof. Dr. Abdurrahman KUTLU            (Selçuk Üniversitesi Eski Rektörü)

ATATÜRK'ÜN SOFRALARI

Prof. Dr. Abdurrahman KUTLU (Selçuk Üniversitesi Eski Rektörü)

“1926 yılındayız. Mustafa Kemal Paşa henüz Atatürk soyadını almamıştır. Cumhurbaşkanı olduğu için adı başında “Gazi ve Müşir” sıfatlarını da görmüyoruz. Biz kendisine Gazi veya Gazi Paşa derdik.

Mustafa Kemal’in akşam sofrası, Selanik’te kolağasılığından beri bir siyasi toplantı idi. Bir “içki ve eğlence alemi” değildi. Ben hiçbir okulda Çankaya akşam toplantılarında olduğu kadar ciddi çalışma günleri geçirdiğimi hatırlamıyorum. Bu toplantılarda eğlence, okullardaki “teneffüs” dediğimiz, bahçeye inerek dinlenme gibi bir şeydi.

Nutuk’unun gündüz yazdığı bölümlerini geç saatlere kadar sofrada birimiz okur, hepimiz dinlerdik. Bitirdiği kitaplar üzerine, çok defa gene bu toplantılarda tartışma açardı. Herkes fikrini söylemekte serbestti. Bir kara tahta, tebeşir ve silgisi ile sofra odasından ancak resmi davet günlerinde ayrılmıştır.”

Cumhuriyeti kurduktan sonra yapılacak yenilikleri, atılacak adımların esaslarını iyi belirlemek için, ele alınacak konuya göre konunun uzmanlarının, yetkililerinin davet edildiği, konuların tartışıldığı “Atatürk’ün sofralarını” böyle tarif ediyor, İstiklal Madalyası sahibi gazeteci, yazar Falih Rıfkı Atay “ATATÜRK’ÜN HATIRALARI” isimli eserinin önsözünde. 

1. Dünya Savaşı yıllarına ait olan ve Atatürk’ün bizzat kendisi tarafından Falih Rıfkı Atay’a anlatılan hatıraların yer aldığı eserde, Atatürk bu savaşta yapılan büyük hatalara dikkat çeker. 

Bunlardan biri, 600 yıllık devletin sonunu getiren, hiçbir devletin tarihinde benzeri görülmeyen, kara ve deniz savaşlarının büyük çoğunluğu kendi toprakları üzerinde cereyan etmiş bir büyük savaşta, ordunun komuta kademesinin Almanlara verilmiş olmasıdır.

Atatürk, bu eserde hadiseyi şöyle anlatır:

“Ben harbin müttefiklerimiz için iyi netice vereceğine inanmıyordum. Fakat emrivakiden sonra bulunduğum cephelerde harbi muvaffakiyete ulaştırmaya çalıştım. Başka cephelerde ise sanki aksine müsabaka vardı. Başkumandan vekili her hareketinde bir ordu mahvederdi. Sarıkamışta olduğu gibi...O ve arkadaşları zaten daha evvel Türk Milletini ve ordusunu tabii olmayan bir vaziyete sokmuşlardı. Bu vaziyet, ecnebi bir askeri heyet eline teslim edilmesi idi.

Bu bakımdan Almanları ve Alman askeri heyetini tenkit etmek istemem. Asıl tenkit edilecek olanlar bilhassa devlet adamlarımızdı. Türk ordusunun aciz ve kabiliyetsiz olduğu kanaati ile, o heyeti, ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleketimize davet eden onlardı. Bu heyete Türk Milletinin kabiliyetsizliğinden açıkça bahsedilmiş, kendilerine adeta gelip bizi adam etmeleri teklif olunmuştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bir heyet, içine girdiği muhiti ve o muhite hakim olanları aciz, hatta haysiyetsiz telakki ederse mazur görülebilir.

Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün esasları ile Alman askeri heyetine teslim edilmesinden çok teessür duymuştum. Daha karar verilmezden önce bu vakayı öğrendiğim vakit, sesimin erişebildiği makamlara kadar itirazda bulunmayı vazife saymıştım, itirazlarıma hiç kimse cevap vermedi, cevap vermeye lüzüm dahi görmedi.”

Dünyada birçok ülkede anıtları ve caddelere ismi verilmiş olan, “dünyada gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyen, çağdaşlarından önce kadınlara büyük haklar veren, kadınları öne çıkaran, bir kadın projesi de denebilecek, kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyetimizin kuruluşunun 102.yılında, fikirleri ile yolumuzu aydınlatmaya devam eden Büyük Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 87.yıldönümünde rahmet, saygı ve minnetle anarım.

ATATÜRK'ÜN SOFRALARI

 

Yazarın Diğer Yazıları