Şahin Yaldızlı

Bir faili meçhul ölüm daha kapımızda, hesap soracak var mı?

Şahin Yaldızlı

Aslında bu yazıya başlamadan önce ne diyeceğimi bilemiyorum. Daha yazıya başlamadan bir çocuk işçi daha hayatını kaybetti. Şimdi soruyu baştan sormamız gerekiyor: İhmal mi? Yoksulluk mu? Yoksa ikisi birden mi?

Bu yıl, henüz yıl bitmeden, 9 yaşındaki İsa’nın ölümüyle birlikte 85 çocuk işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Evet, yanlış duymadınız: 85 çocuk. Çocuk olmaya fırsat bulamayan, oyun oynaması, okulda arkadaşlarıyla vakit geçirmesi, parkta koşması gereken 85 küçük beden, çalıştıkları işyerlerinde hayata gözlerini kapadı.
Okulda, parkta ya da sokakta hayatı tanımaları gereken bu çocuklar; sanayinin dar koridorlarında, tarlaların kavurucu sıcağında veya fabrikaların ağır koşullarında bu ülkenin en acı gerçeğiyle yüz yüze kalıyorlar. Ve her kayıp, hafızamızdan silinmeyen bir tokat gibi tekrar tekrar aynı gerçeği hatırlatıyor.

BU ÜLKEDE ÇOCUKLAR ÇALIŞIRKEN ÖLÜYOR…
 

Peki neden?
Neden bir türlü hesap sorulmuyor?
Neden her ölümün ardından birkaç gün konuşulup sonra sessizliğe gömülüyoruz?


Neden alınmayan önlemler, tutulmayan sözler, denetlenmeyen işyerleri çocukların kaderi haline geliyor?
“Kader” diyor bazıları. Oysa kader, ülkenin ekonomik gerçeklerinin, derinleşen yoksulluğunun, görmezden gelinen ihmallerinin üzerini örten bir perdeye dönüşmüş durumda. Bir çocuğun çalışmak zorunda bırakılması kader değildir. Hele hele bir çocuğun iş başında can vermesi asla kader değildir.

Bir faili meçhul ölüm daha kapımızda, hesap soracak var mı?

SORUMLU KİM?

Çocuk işçiliği bu ülkenin kanayan yarası. Yoksulluk büyüdükçe çocukların omuzlarına yüklenen yük ağırlaşıyor. Aileler çaresizlikten çocuklarını işe göndermek zorunda kalıyor; işverenler ucuz iş gücünün cazibesine kapılıyor; yetkililer ise gerekli denetimleri yapmadığında bu acı döngü devam edip gidiyor.
Oysa her kaybedilen çocuk, yalnızca bir istatistik değildir. O çocuk bir hayalin, bir geleceğin, bir ihtimalin yok olmasıdır. İsa da öyleydi… 

Belki büyüse doktor olacaktı, belki öğretmen, belki de sadece mutlu bir hayat sürecekti. Şimdi ise adı, bir raporun soğuk satırlarında bir sayı olarak geçiyor.


Bir ülke, çocuklarının güvenliğini sağlayamıyorsa neyi başarmış sayılır?
Bir toplum, çocuklarının ölümünü kanıksıyorsa nereye savrulmuştur?


Ve biz, bu ölümleri duyup birkaç dakika üzülüp sonra hayatımıza devam ediyorsak, bunun en büyük sorumlularından biri değil miyiz?


KADER BİLDİĞİMİZ ŞEYLER KADER DEĞİLDİR

Belki de artık şu soruyu sormalıyız:
Bu düzeni değiştirmek için daha kaç çocuğun ölmesi gerekecek?


Çocukların ölmediği, işçi olmadığı, yalnızca çocuk olduğu bir ülkeyi kurmak elimizde. Ama önce gözlerimizi kapatmayı bırakmamız gerekiyor. Çünkü ihmal kader değildir; yoksulluk kader değildir; çocuk ölümü asla kader değildir. Kader diye bildiğimiz şey, bizim suskunluğumuzun adıdır.


Ve bu suskunluk devam ettikçe, İsa gibi nice çocuk, adını bile öğrenemediğimiz nice küçük beden toprak altına girmeye devam edecek…

 

Yazarın Diğer Yazıları