Ayla KAYMAZ

Temmuz'a Sığındım!

Ayla KAYMAZ

Bu kış hep birlikteydik.
Dostlarla iç içe, gönül gönüle. Şömine başında paylaşılan bir fincan salep gibi içimizi ısıtan sohbetlerdeydik. Kimi zaman ağlarken aynı mendile sarıldık, kimi zaman kahkahalarımız aynı çatıdan ta sokaklara taştı. Ev taşıdık, çocukları kurslara yetiştirdik, iftar sofralarında aynı hurmayı böldük. Herkesin bir telaşı vardı, benimse içimde hep aynı arzu: “İhtiyacı olduğunda yanında olabilmek.”

Ama şimdi…
Bir mevsimin ağırlığı omuzlarıma çökmüş gibi.
Tüm kalbimle sarılmak istiyorum hâlâ herkese ama kollarım yavaşlıyor. Bir çiçek gibi, çokça güneş görmüşüm, çokça rüzgâr almışım… Sanki biraz gölgede kalmaya, biraz toprağa dönmeye ihtiyacım var.

Yaz gelsin istiyorum.
Ama öyle pat diye değil.
Bir domates gibi… önce pembeleşsin ucu, sonra yavaş yavaş olgunlaşsın güneşle.
Zaman ağır aksın.
Öğle sıcaklığı ikindiyi yutsun, ikindi akşamı unutsun. Güneş, gövdemize düşsün de içimiz erisin.

Bir sabah serinliğinde çıplak ayakla toprağa basmak istiyorum.
Ayakkabısız, plansız, kelimesiz… Sadece çimenlerin üzerindeki çiği hissetmek.
Kendi hâlime bakarak kahvemi yudumlamak; ne yazılmış mesajlar, ne çalan telefonlar.
Bir zeytin ağacının gölgesinde sadece “var olmak”.
Hiçbir şey yetiştirmemek, hiçbir yere yetişmemek.

Ben bir yaprak olayım, sadece mister ile sulayayım kendimi.
Küçük bir cam şişeyle sabahın erkeninde bitkilerimin yapraklarını ıslatıp durayım.
O serinlikte bir damla suya düşen güneş tanesi gibi parlayayım.
Hiç konuşmadan bir salıncağa uzanayım, sadece kuş sesleriyle yüzümde tebessüm çiçeklensin.
Ocakta ağır ağır pişen bir tencere yemeğin sabrını taşıyayım içimde.
Yemeğin üstüne bırakılan bir fesleğen yaprağı gibi sade ve güzel olayım.
Hiçbir şey yapmadan geçen bir günün ardından, sadece gökyüzüne bakarak şükredeyim.

Biliyorum, kime geciktiysem beni anlayacaktır.
Çünkü sevmek bazen yetişmek değil, bekleyebilmektir.
Yazı iple çekiyorum… Çünkü orada ben varım, yeniden.

Yaz, bir Temmuz sabahı gibi, ruhuma ince bir perde çekip dinlendirsin beni.
Ege’nin kekik kokan taş yollarında yürür gibi, yavaş, huzurlu ve içine dönerek.
Ve sonra Eylül’e döneyim…
Yine kapılarda, yine sofra başlarında, ama bu defa toprağı dinlenmiş bir kalple.

Yazarın Diğer Yazıları