Hikâye, gerçek bir "Kelebek Etkisi" idi. Her hikâye yaşanacağı ânı ya da var oluşunun zamanını bekler...
Kelebek etkisi dedim de; bahsi geçen bu olgu ne idi? Nasıl bir şeydi?
Kısaca bir girizgâh yapayım efendim. Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz'in çalışmalarından biri olan "Kaos Teorisi" ile ilgilidir. Kelebek etkisini tam olarak anlayabilmek için Kaos Teorisi'ni anlamak gerekir. Aralarındaki ilişkiyi bir analoji (çıkarım) ile açıklayabiliriz; eğer Kaos Teorisi'ni yan yana dizilmiş domino taşları olarak düşünürsek, Kelebek Etkisi birinci taşa dokunulmasıdır.
Benim bu teoriye yaklaşımım ise şu şekildedir. Kâinatta tesâdüf diye bir şey yoktur. Socrates'in ifadesiyle; "Kâinatta tesadüfe tesadüf etmek imkânsızdır." Biz bunu kadim kültürümüzde "tevâfuk" olarak adlandırmışız. Yani evrende hiçbir şey tesâdüfen ya da şans eseri bir araya gelmemiştir. Olayların bir oluş sebebi ya da oluşmasına sebep olan bir "Üst Akıl = Müsebbip" vardır. Dolayısıyla, domino taşı örneğinde de olduğu gibi ilk taşa dokunan birisi muhakkak vardır. Gerçekleşen her bir olaya tevâfuk dersek, Kelebek Etkisi'ni de "Tevâfuklar Silsilesi" olarak adlandırabiliriz.
*
Kızlarıyla ödev yaparken onlara; "Artık ilkokul dördüncü sınıfa geldiniz, kendi ihtiyaçlarınızı karşılayabiliyorsunuz. Yemek ne olacak derseniz, anneniz akşamdan yemeği yapar, siz de okuldan gelince mikrodalgada ısıtır yersiniz. Ders çalışmaya gelince, artık o konuda bir şey dememe hiç gerek yok. Benim çalışmam gerekli. Dört senedir sizinle birlikte ben de ilkokulu okudum ve neredeyse hiç dışarı çıkmadım. Değil mi kızlarım?"
İkiz kızları çok akıllıydı. Hemen büyük bir özgüvenle babalarını onayladılar. "Sen çalış baba. Biz başımızın çaresine bakarız. Hem çalışırsan istediğimiz şeyleri daha rahat alırsın."
*
Gültekin, yeni açtığı işyerinin tanıtım afişini yollamış ve kıymetli dostunu bir çay içimi de olsa gelmesi için davet etmişti. Hattâ; "Komutanım! İstersen danışmanlık seanslarını burada yap." teklifinde bile bulunmuştu. Günler günleri kovalamış, bir türlü gitmeye fırsatı olmamıştı. En nihâyetinde ikiz kızları ile yaptığı anlaşma sonucu artık daha rahattı.
Groseri binasına giriş yapıp ikinci kata çıktığında Gültekin onu kapıda karşıladı. Birkaç dakikalık kısa bir sohbetten sonra "Gültekin Yanarsönmez Saç Ekim Merkezi"ni gezmek için odadan çıktılar. Saç Ekim Merkezi'ni gezdikten sonra yan tarafta bulunan "Duygu Öner Güzellik Merkezi"ne geçerek işletmenin sahibi Duygu Hanım ve ekibi ile tek tek tanıştırıldı. İşin aslına bakılacak olursak Asuman, Ziynet ve Devrim Hanımlar onu gıyâban tanıyorlardı. Çünkü Gültekin kendisinden oldukça fazla bahsetmişti. Emekli bir subay olması, şâirliği, profesyonel yaşam koçu olması, köşe yazarlığı... Bütün bunların ışığında Duygu Hanım'ın babasının da emekli bir askerî hekim olması dolayısıyla derin bir sohbet gerçekleşmişti. Onun için her zaman yeni insanlar tanımak büyük bir kazançtı. Çünkü "Her insan keşfedilmeyi bekleyen bir hazine idi." Bekleme salonundaki güzel sohbet esnasında bahsi geçen ve onun gibi yazar olan; ayrıca diyetisyenlik yapan Devrim Hanım ile tanışmaya gelmişti sıra. Kapıyı açıp içeri giren Duygu Hanım, Faruk Bey'i içeri davet ederek kendisini Devrim Hanım ile tanıştırdı ve "Size bahsettiğim şâir, yazar, profesyonel yaşam koçu, şiirsel terapist ve tabii ki emekli asker Faruk Bey karşınızda" dedi ve odadan ayrıldı.
*
"Kadeh ve Kan" tamı tamına 445 sayfalık fantastik bir roman. Devrim Battaloğlu'nun kaleminden dökülen satırları okurken sanki "Yüzüklerin Efendisi" serisinden bir kitap okuyorum hissine kapıldım. Loren, Barlas, Sera, Alaz, Bige, İlke...
Hepsi birbirinden ilginç karakterler.
*
Gelen bir davet üzerine Mersin Şemsa Pozcu Kültürevi'ne giderken Devrim Hanım'ı da davet ettim. O da büyük bir keyifle bu daveti kabul etti. Saat 15.00 etkinlik saati idi; fakat ben bir saat öncesinde oradaydım. Elimden düşüremediğim Devrim Hocam'ın romanını okumak için bahçeye geçtim. Okumaya öylesine dalmışım ki, başımı kaldırıp Devrim Hocam'ı görünce tam bir saatin geçtiğini anladım. Çünkü Devrim Hanım; "Çok dakikim. Saat tam 15.00 demişti." Havanın hafif soğuk ve yağışlı olması dolayısıyla içeri geçtik. Çaylarımızı alıp sohbete başladığımızda zaman mefhûmu yine ortadan kalkmıştı. Çünkü yazar olarak konuşacak o kadar çok konu vardı ki, sormayın gitsin. Devrim Hocam, beni ilk gördüğünde kitabını okuyor olmamdan duyduğu memnuniyeti anlattı. Biraz onu dinledikten sonra konuyu benim alanım olan şiire getirdim ve tabii ki "Şiirsel Terapi"ye. Bu terapi şeklinin nasıl doğduğundan tutun nasıl "Terapötik Şiir" yazılacağına kadar bir çırpıda anlattım. Sonrasında Duygu Hanım için bir terapötik şiir yazacağıma dâir söz verdiğimden bahsettim. Hatta dün nakarat kısmını yazdım diyerek telefondan şiiri gösterdim. Kendisinin de bir aralar şiir denemeleri olduğunu söyleyip telefonu elimden aldı ve iki mısra yazarak önüme koydu. Böylece Devrim Hocam ile ilk ortak eserimiz için ilk adım atılmış oldu. Her bent için kafiye ayaklarını ben koyarken mısraları oluşturan o oluyordu. Ben sadece 11'li heceyi bozduğu yerde müdahale ediyordum. İşin sonunda ortaya Güzellik Uzmanı Duygu Öner için yazılmış şöyle bir terapötik şiir çıktı.
Omzundaki bukle bukle saçları
Yakar beni Güneş gibi sapsarı
Onlarla âhenk içinde kaşları
Güzellik uzmanı, o Duygu ÖNER
Sanki dünya onun hatrına döner
Şu geceler kıskanırsa çehreni
Bak tenine Ay misâli yepyeni
Nasıl anlatayım nasıl ben seni
Güzellik uzmanı, o Duygu ÖNER
Pak yüzünü gören yıldızlar söner
Göğe çalan o masmavi gözleri
Kifâyetsiz kılar bütün sözleri
Sanki eski bir şarkının izleri
Güzellik uzmanı, o Duygu ÖNER
Bir bakış kî gelir kalbime iner
Şiir bittiğinde ikimiz de oldukça mutluyduk. Şiirin altına her zaman olduğu gibi tarih saat ve yer yazdım. Bir de (Duygu Devrimi) ibaresini. Ne de olsa Duygu Hanım'a şiiri yazan Devrim Hanım idi. Şiiri okumak için telefonumu alan Devrim Hocam ibareyi çok beğendi. Böylelikle artık yazacağımız ortak eserler serisinin adı "Duygu Devrimi" oldu.
*
Biz bu noktaya nasıl geldik? Daha üç gün önce tanışan kişiler olarak bizi bir araya getiren neydi? Bu soruların cevabını ararken, Devrim Hocam; "Bu bir kelebek etkisi!.." dedi. Evet gerçekten de öyle idi. Bu buluşma tesâdüfen olmamıştı. Sıralı hâlde tevâfuklar silsilesi birbirini izlemiş ve bu muhteşem sonuç hâsıl olmuştu.
Kıymetli okuyucularım! Sizleri sıktıysam affınıza sığınır; yüce gönüllerinize gam değmesin derim. Hoşça kalın, dostça kalın!
26 Aralık 2024 / Saat: 10.56 / Mersin