Mehmet Bina

Şuayb (As) Ve Eyke İle Medyen Halkının Helâk Edilişi!

Mehmet Bina

*Medyen ve Eyke ticaretle uğraşan iki komşu beldeydi. Her ikisi de dağlık ve ormanlıktı. Eyke, “sık ve bol ağaçlı alan” manasına gelirdi.
Çok rahat bir şekilde hayatlarını devam ettiren Medyen ve Eyke halkı, Hz. İbrahim’in (a.s.) dini üzereydi. 
Zamanla dinlerini değiştirip uydurma ilahlar edinmiş, Allah’a (c.c.) şirk koşmuşlardı. 
Ticari hayatta ise dürüstlükten uzaklaşmışlardı. İşleri hileli, ölçü ve tartıları eksikti. Zenginliklerini hile ile elde etmişlerdi. Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere şükretmeyip nankörlük yapıyorlar, yol keserek baskı ve tehditle insanların mallarını gasbediyorlardı. Böylece onlar, fakir Toplumdaki dirlik ve düzeni bozmuşlardı. (Kur’an Yolu, III, 192.)
Yüce Allah, Medyen halkına kendi içlerinde yetişmiş olan Şuayb’ı (a.s.) peygamber olarak gönderdi. 
Şuayb (a.s) kavmini öncelikle Allah’a imana davet etti. 
Şuayb -aleyhisselâm-, Medyenliler gibi her türlü zenginlik, bolluk ve nîmetler içinde yaşayan, ancak tevhîd ve hidâyetten ayrılmış bulunan Eykeliler’e de doğru yolu göstermekle vazîfelendirilmişti.
Eykeliler de tıpkı Medyen halkı gibi Şuayb -aleyhisselâm-’ı yalanladılar.
* Allâh’ın peygamberleri, insanların karşısına iki sıfatla çıkıyorlardı:
1.Onlardan hiçbir ücret ve menfaat istemiyorlar, ecir ve sevaplarının Allâh’a âit olduğunu bildiriyorlardı.
2.Bütün herkese bir üsve-i hasene, yâni bir fazîlet örneği oluyorlardı. Onların sözleriyle yaşayışları arasında tam bir mutâbakat vardı.
Hazret-i Şuayb -aleyhisselâm-, Eykelilere nasîhatine şöyle devâm etti:
“Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın!
Doğru terâzi ile tartın!
İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın! Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!
Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allâh)’a karşı takvâlı olun!” (eş-Şuarâ, 181-184)
“Onlar şöyle dediler:
«Sen olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin! Bil ki, biz Sen’i ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
Şâyet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır!»” (eş-Şuarâ, 185-187)
Kavminin, Allâh’tan cür’etle azap istemesi karşısında:
“Şuayb (onlara):
«Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir.» dedi.” (eş-Şuarâ, 188)
Allâh’a duâ etti. Onların istemekte oldukları azâbın gelmesi için niyazda bulundu. Âniden sıcak rüzgârlar esmeye başladı. Mavi renkte sinekler türeyip üzerlerine Mûsâllat oldu. Kâfirler çâresiz kaldılar. Havanın sıcaklığı da gittikçe şiddetlendi. İnsanlar, akarsulu, ağaçlık ve gölgelik yerlere kaçıştılar. Fakat harâret günden güne artıyordu. Bu sırada Cebrâîl -aleyhisselâm-, bir bulut getirip şehrin dışında tuttu. Kâfirler bu bulutu görünce, serin bir gölgesi var zannederek hep birden onun altına koşuştular. Hepsi orada toplandığında:
“Ey Eykeliler! Peygamberinizi yalanlayarak bir türlü gelmez sandığınız acı azâbı tadın! Önünde secde ettiğiniz putlara da söyleyin, eğer güçleri varsa, sizi kurtarsınlar!” diye bir nidâ geldi.
Kâfirlerin üzerlerine, altına koştukları buluttan ateş ve kıvılcımlar yağmaya başladı. Kâfirlere âit her şey yandı; ağaçlar ve hattâ taşlar bile...
*Şuayb -aleyhisselâm-’ın peygamber olduğu kavimlerden Medyen halkı, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın sayhası ve zelzele ile; Eykeliler ise gölge sandıkları buluttan yağan ateşlerle helâke dûçâr oldular.
*Kur’ân-ı Kerîm’de Medyen halkının deprem, sarsıntı veya gürültü ile, Eyke halkının ise “gölge günü”nün azabı ile (gündüzü karartan korkunç kasırga) cezalandırıldığı belirtilmektedir (el-A‘râf 7/91; Hûd 11/94; 
Şuayb -aleyhisselâm-, âsî kavimlerin helâkinden sonra Medyen’e yerleşti. Bu sırada evlendi ve iki kızı dünyâya geldi.
Şuayb -aleyhisselâm-, peygamberler arasında “Hatîbü’l-Enbiyâ” diye isimlendirilirdi. Çünkü, kavmiyle gâyet güzel konuşur ve onların suâllerine tam ve iknâ edici cevaplar verirdi.
Bir başka husûsiyeti de çok gözyaşı döken bir peygamber olmasıdır. Yaşlılığı esnâsında gözleri iyice zayıflamış, vücûdu da kuvvetten kesilmişti. Birkaç defa gözlerini kaybedesiye ağladı. Cenâb-ı Hak, yine gözlerini iâde edip:
“–Ey Şuayb! Bu ağlama nedir? Cennet iştiyâkından mı, cehennem korkusundan mı?” diye vahyile suâl ettiğinde:
“–Yâ Rabbî! Sen bilirsin ki, ağlayışım ne cennet iştiyâkından, ne de cehennem korkusundandır. Muhabbetin kalbime yerleşmiştir. Bir de endişem vardır: «Cemâlini müşâhede edebilmek!..» Eğer Sana nazar edebileceksem, hiçbir şeye gam yemem...” dedi.
Cenâb-ı Hak vahyedip:
“–Sözünde sâdık olduğuna göre cemâlimi seyretmek Sana mübârek olsun ey Şuayb!
Hazret-i Şuayb (asz), Medyen ve Eyke kavimlerinin helâk edilmesinin ardından âhir ömrünü geçirmek üzere kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke’ye gitmiş, orada vefât etmiş ve rivayete göre Kâbe-i Muazzama’da Altınoluk’un altına, yâni Hatîm’e defnedilmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları