Mehmet Bina

Testere ile baştan aşağıya ikiye bölünürler yine dininden vazgeçmezlerdi!

Mehmet Bina

İslâmiyetin ilk yıllarında, müslüman oldukları için  işkencelere maruz kalan bir çok müslüman vardı.

Onlardan biri olan  Ümmü Enmâr adlı bir kadının kölesi  olan  Habbab bin Eret (ra) dır.

Hazret-i Habbâb (ra), kor ateşler üzerine yatırılmış, ateş, vücûdundan eriyen yağlarla sönene kadar göğsüne bastırı­lıp bekletilmişti.

* Habbâb (ra) demirci idi; bâzı müşriklerden de alacağı vardı. Alacaklarını istediği zaman kendisine:

“–Önce Muhammed’i inkâr et, sonra alacağını veririz!” diyorlardı.

O da, fânî dünyâ menfaatini bir kenara bırakarak:

“–Ben O’nu aslâ inkâr etmem! Ben O’nunla berâberim!..” diyor, ebedî saâdeti tercîh ediyordu.

Birgün Habbab bin Eret (ra) peygamberimiz (sav)'in huzûruna çıktı. Ümm-i Enmâr’ın zulmünü ve başının dağlandığını, arz edip, sırtındaki yaraları gösterince, Peygamber efendimiz (sav) “Yâ Rabbi! Habbâb’a yardım et.” diye duâ etti. 

Bunun üzerine Ümm-i Emmar, şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Baş ağrısından inleyip, durdu. Neticede, bu ağrıdan kurtulması için başının ateşle dağlanması gerektiği kendisine tavsiye edildi. Zalimin zulmü elbette hesapsız ve cezasız kalmayacaktı. 

Adâlet-i ilâhi tecelli etmiş. Bu sefer, Hazreti Habbâb, onun isteği üzerine Ümm-i Emmâr’ın başını dağlıyordu.

Hz. Ömer'in Halifeliği doneminde; birgün Habbab (ra)’a müşriklerden gördüğü işkenceyi sormuştu. 

O da sırtını açarak: "Ey mü’minlerin Emiri! Sırtıma bak.” demişti. 

Hz. Ömer sırtına bakınca gördüğü manzaradan ürpererek: “Bu günkü gibi hiç kimsenin sırtını görmedim” demişti. Habbab (ra) da olayı şöyle anlatmıştı:

 “Ey mü’minlerin Emiri! Benim için ateş yakılır, üzerine yatırılırdım, sırtımın yağları ateşi söndürürdü.”

Hz. Ömer, Habbab’ın başına gelenlerden dolayı çok duygulanmış ve gözlerinden yaşlar boşanmıştır.

Bu kadar işkencelere maruz kalan Habbab bin Eret (ra) bize de ibret olacak olan bir olayı şöyle anlatıyor:

"Bir gün Allah Rasûlü (s.a.v) Kâbe’nin gölgesinde iken, yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz ezâ ve cefâları, şikâyet tarzında anlattık. Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik. O da bize şöyle buyurdu:

“Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur.

Allâh’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır. Öyle ki bir kişi, Allah’tan ve koyunlarına kurt saldırmasından başka bir korku duymaksızın, Sanʻa’dan Hadramut’a kadar emniyet içinde gidip gelebilecektir. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..” (Buhârî, Menâkıb, 25)

Hz. Habbâb, her türlü tehlikeyi göze alarak Müslümanlığını ilan ettiği gibi, çekinmeden yeni Müslümanlara Kur’an-ı Kerim’i okutmak ve öğretmekle de meşgul olurdu. 

Hz. Ömer, elinde yalın kılıç, eniştesi ve kız kardeşinin evine hı­şımla girdiği zaman da, yine bu fedakâr sahabe, onlara yeni inen ayetleri oku­yor ve öğretiyordu.

Habbâb b. Eret (ra), 73 bir rivayette 63 yaşlarında olduğu halde Kûfe’de vefat etti. O zamana kadar Kûfe’de cenazeler evlerin avlusuna defnedildiği halde Habbâb (Ra) vasiyeti üzerine şehir dışına gömüldü. 

Daha sonra da Kûfe’de vefat edenler Habbâb’ın yanına defnedilmiş ve mezarının bulunduğu yer kabristan haline gelmiştir. 

Hz. Ali (ra) Sıffîn Savaşı’ndan dönünce Habbâb (ra)’ın kabrine giderek cenaze namazını kılmıştır.

Rabbimizden onun aşkını, şevkini, sabrını, sebatını ve cihat ruhunu bizimde gönüllerimize yerleştirmesini ve şefaatlerini niyaz ediyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları