Mustafa Özyurt

Ben'den Bir Muhabbet Koydum 

Mustafa Özyurt

Allâh, Mûsâ’nın bu ilticâsını kabûl ederek: «Ey Mûsâ! İstediğin Sana verildi.» dedi.” (Tâhâ, 25-36)
Sonra Hak Teâlâ, O’na olan nîmetlerini ve ilâhî muhâfazasını şöyle hatırlattı:
“And olsun Biz Sana bir defa daha lutufta bulunmuştuk. Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene şöyle vahyetmiştik: Mûsâ’yı sandığa koy; sonra O’nu denize (Nil’e) bırak; deniz O’nu kıyıya atsın da, Ben’im düşmanım ve O’nun düşmanı olan biri O’nu alsın. Ey Mûsâ! Sevilmen ve nezâretimde yetiştirilmen için üzerine Ben’den bir muhabbet koydum.” (Tâhâ, 37-39)
“Hani kız kardeşin gidip: «O’na bakacak birini size bulayım mı?» diyordu. Böylece Sen’i, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri vermiştik. Ve birini öldürdün de, Sen’i endişeden kurtardık. Sen’i, iyiden iyiye imtihandan geçirdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdîre göre bu makâma geldin ey Mûsâ!” (Tâhâ, 40)
“Sen’i kendim için elçi seçtim. Sen ve kardeşin, birlikte âyetlerimi götürün! Zikrimden uzak kalmayın! Firavun’a gidin! Çünkü o, iyiden iyiye azdı.” (Tâhâ, 41-43)
Cenâb-ı Hak, Mûsâ ve Hârûn a.s.’a peygamber oldukları hâlde kendisini zikretmelerini emrettiğine göre bu ilâhî emrin, bizler için ne kadar ehemmiyet arz ettiği âşikârdır. Kalbî eğitim, her mü’min için zarûrîdir. Îman cevherinin merkezi kalb olduğu gibi, zikir cevherinin merkezi de kalbdir. Zikir kalbe oturduğu zaman hakîkî huzur hâline kavuşulur.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunlar, îmân edenler ve gönülleri Allâh’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Âgâh olunuz! Kalbler ancak Allâh’ın zikriyle itmi’nâna erer huzur bulur.” (er-Ra’d, 28)
Nisâ Sûresi’nin 28. âyet-i kerîmesinde buyrulduğu vechile insan, zayıf yaratılmıştır. Dînî duygular kalbde yükseldikçe, nefsânî arzular oradan uzaklaşır. Din, insanı sırf şekil plânında görmek istemez. İnsan, yüce bir varlıktır. Ulvîleşmesi îcâb eder. Kalbî hayâta geçilmeden, zarîf, hassas ve ince rûhlu bir müslüman olabilmek mümkün değildir. Cenâb-ı Hak, ibâdetlerin sâdece şekil plânında kalmasından râzı olmaz. Meselâ namazın, kalbî bir teyakkuz ile kılınmasını murâd eder.
Aksi hâlde Cenâb-ı Hak, huşûsuz (kalbî kıvamdan mahrum) bir namazı istemez. Âyet-i kerîmede:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara! Onlar ki, namazlarından gafildirler!” (el-Mâûn, 4-5) buyurur.
Yine Cenâb-ı Hak, rûhunu zikirle ulvîleştirmeyen bir kimseye de şöyle buyurur:
“...Allâh’ı zikretmek husûsunda kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (ez-Zümer, 22)
Zîrâ, kesâfet sıkletiyle, yâni günâhların ve dünyevî alâkaların ağırlıklarıyla dolu bir kalb ile Latîf olan Cenâb-ı Hakk’a yaklaşılamaz. Kalbi, nefsânî âfetlerden korumak için zikir bir zarûrettir.
Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn, Nil nehrinin kenarında buluşup kucaklaştılar. Hz. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a:
“–Haydi Firavun’a gidelim! Zîrâ Allâh celle celâlühû ikimizi de bununla vazîfelendirdi…” dedi.
Sonra ikisi birlikte: “Dediler ki:
«Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azıtmasından endişe ediyoruz.»
Allâh Teâlâ buyurdu: «Korkmayın; çünkü Ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.» (Tâhâ, 45-46)
“Haydi Firavun’a gidip deyin ki: «Gerçekten biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrâîloğulları’nı bizimle beraber gönder!»” (eş-Şuarâ, 16-17)
Ancak Allâh Teâlâ, bu tebliği yaparken riâyet edilmesi gereken üslûbu da şöyle bildirdi:
“Ona yumuşak söz söyleyin! Belki o, aklını başına alır veya korkar!” (Tâhâ, 44)
Hak dostlarından Yezid er-Rakkâşî bu âyeti okuyunca şöyle buyurmuştur:
“Ey kendine düşmanlık edene bile merhametle muâmeleyi emreden Allâh’ım! Kimbilir dost olup insanları Sana çağırana nasıl muâmele edersin!”
Cenâb-ı Hak, Firavun’un tevhîd akîdesine gelmeyeceğini ilm-i ilâhîsi ile bildiği hâlde, Mûsâ a.s.’a, ona karşı leyyin bir lisan kullanmasını emretmiştir. Bu tâlimat, Hz. Mûsâ’nın şahsında bütün emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i âni’l-münker yapan mü’minlere bildirilmektedir.
Yine bu hususla alâkalı olarak Cenâb-ı Hak, Peygamber s.â.v. Efendimizin, müşfik, yumuşak, merhametli ve müsâmahakâr tebliğ metodunu, âyet-i kerîmede şöyle medh ü senâ buyurmuştur:
“O vakit, Allâh’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; yapacağın bir iş hakkında onlarla istişâre et! Kararını verdiğin zaman da artık Allâh’a tevekkül et! Muhakkak ki Allâh, kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159) (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları