Mustafa Özyurt

Bu iş, şeytan işi! 

Mustafa Özyurt

Hz. Mûsâ, her yerde tevhîdi tebliğe başlayıp insanlara hakîkatleri bildirdiği için Firavun’un Kıptîleri kendisine cephe almıştı. Bu yüzden ahâlî evlerine çekildiği bir vakitte şehre girmişti. «Bu iş, şeytan işi!» derken, Hazret-i Mûsâ’nın, yaptığı işe değil, zâten ölüm cezâsını hak etmiş olan maktülün suçuna işâret ettiği belirtilmektedir. Bununla beraber, onu öldürme emri almamış olduğundan, Hz. Mûsâ’nın bu sözüyle kendi fiilini kasdettiği de ifâde olunmaktadır. Ancak O’nun, böyle bir maksadı yoktu. Düşünmediği bir netîceyle karşılaştığından:
Bu arada Kıptîler, Firavun’a ölen Kıptînin kâtilinin bulunması için şikâyette bulundular. Firavun, kimin öldürdüğüne dâir şâhid istedi. Herhangi bir şâhid getiremediler. Bunun üzerine Firavun, aranan şahsın bulunması için şehir dışına çıktı.
Ertesi gün Hazret-i Mûsâ, aynı Sıptî’yi başka bir Kıptî ile yine kavga ederken gördü. Sıptî, Mûsâ a.s.’dan tekrar yardım istedi. Mûsâ ise:
“Senin yüzünden nefsime zulmettim!” dedi.
Bu sözü duyan oradaki Kıptî, derhal Firavun’a koştu ve Hazret-i Mûsâ’yı şikâyet ederek:
“–Sizin fırıncınız olan Fatun’un kâtili Mûsâ’dır!” dedi.
Firavun kısâs kararı aldı. Bunu, Firavun’un amcasının oğlu gizlice Mûsâ a.s.’a haber verdi. Çünkü o, Hz. Mûsâ’ya îmân edenlerdendi.
Mûsâ aleyhisselâm’ın Kıptîyi öldürdükten ve affı için Rabbine yalvardıktan sonraki durumu, âyet-i kerîmelerde şu şekilde ifâde edilmektedir:
“Mûsâ, şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryâd ederek yine O’ndan imdâd istiyor. Mûsâ O’na dedi ki:
«–Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!» Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki:
«Ey Mûsâ! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek Sen, yeryüzünde ancak yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun da ıslâh edicilerden olmak istemiyorsun!»” (el-Kasas, 18-19)
Bu esnâda:
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi:
«–Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzâkere ediyorlar. Derhal buradan çık! İnan ki ben, Sen’in iyiliğini isteyenlerdenim!» dedi.
Mûsâ korka korka, etrafı gözetleyerek oradan çıktı «–Rabbim! Beni zâlimler gürûhundan kurtar!» dedi.” (el-Kasas, 20
Mûsâ a.s. bu davranışıyla, aynı zamanda gerçek bir tevekkülün de nasıl olması gerektiğini sergilemektedir: Önce istişâre, sonra azim karar, ardından tedbîr uygulama ve netîceyi Allâh’a emânet etmek (duâ ve rızâ). İşte gerçek tevekkül!.. 
Mısır’dan Medyen’e
Mûsâ as., hiç vakit kaybetmeden Medyen’e doğru hareket etti. Aslında O, şehir dışına hiç çıkmamıştı ve nereye gideceğini de bilmiyordu. Hattâ yanına yiyecek bile almamıştı. Allâh Teâlâ, Cebrâîl a.s.’ı gönderdi de kendisine Medyen yolunu gösterdi. Medyen, o zaman Mısır’dan sekiz günlük bir mesâfede idi.
Medyen halkı ile Mûsâ aleyhisselâm arasında akrabâlık bulunduğu rivâyet edilmektedir. Zîrâ Medyenliler de Hz. Mûsâ da İbrâhîm aleyhisselâm’ın evlâdlarındandı. Hattâ Medyen, İbrâhîm aleyhisselâm’ın oğullarından birinin adı idi ve bu şehir Firavun’un idâresi altında değildi.
Nihâyet Mûsâ a.s. Medyen’e ulaştı. Halk, Medyen kalesinden sürülerini çıkarıyordu. Hazreti Mûsâ’nın durduğu yerde bir su kuyusu vardı. Ve kaleden çıkan sürüler, oraya doğru geliyorlardı. Biraz sonra, herkes koyunlarını sulamak için kuyunun etrafına üşüşmüştü. Ancak iki hanımın koyunlarını alıp kenarda durmaları ve kalabalığa karışmamaları, Hz. Mûsâ’nın dikkatini çekti. Onlara sordu:
“–Siz niye bekliyorsunuz? Hayvanlarınızı niçin sulamıyorsunuz?”
Hanımlar:
“–Çobanlar gitmedikçe hayvanlarımızı sulayamıyoruz!” dediler. Mûsâ aleyhisselâm:
“–Kimseniz yok mu?” dedi.  Hanımlar:
 “–Babamız çok yaşlı ve hâlsiz. Bu sebeple koyunları biz sulayıp otlatmak zorunda kalıyoruz. Erkeklerin içine girmek istemediğimiz için onlar çekilip gidince sürülerimize su veriyoruz. Fakat bazen de önce onlar suladığı için kuyuda su bitmiş oluyor; hayvanlarımızı sulayamıyoruz!” dediler.
 “Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan birçok insan buldu. 
Bunlar, Şuayb aleyhisselâm’ın kızları Safura ile Süfeyrâ idi.
 Mûsâ a.s., sekiz gündür aç olmasına rağmen çok güç de olsa kuyudan su çekti ve Safura ile Süfeyrâ’nın hayvanlarını suladı. Hanımlar teşekkür edip oradan ayrıldılar.
Mûsâ a.s., günlerdir bir şey yememişti; çok açtı. Bu sözleriyle de Rabbinden kendisine azık ihsân etmesini niyâz etmekteydi.
Buna göre Mûsâ aleyhisselâm, kendisine tevdî edilen yüce vazîfeye ve dünyâda fakir düşüşüne işâret ediyordu. Çünkü O, Firavun’un yanında bolluk içinde idi. Fakat bu sözler, şikâyet değil, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini selâmete eriştirmesine şükür ve açlığını gidermesi için de niyaz kabîlindendi.
Şuayb aleyhisselâm, kızlarının davarları sulamaktan erken döndüklerini görünce şaşırdı ve bunun sebebini sordu. Kızları da, daha önce o beldede hiç görmedikleri sâlih bir insanın kendilerine yardım ettiğini söylediler.
Şuayb a.s., Mûsâ aleyhisselâm’ı yanına çağırttı ve ona kim olduğunu sordu.
Mûsâ aleyhisselâm:
“–Ben Yâkûb aleyhisselâm neslinden İmrân oğlu Mûsâ’yım.” dedi ve başından geçenleri anlattı.
Şuayb aleyhisselâm:
“–Korkma! Burada Firavun’un hükmü geçmez!” dedi.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Derken, o iki kadından biri, utana utana yürüyerek O’na geldi:
«Babam, bizim için hayvanları sulamanın karşılığını ödemek için Sen’i çağırıyor!» dedi. Mûsâ, O’na gidip başından geçeni anlatınca Şuayb:
 Şuayb aleyhisselâm yemek ikrâm etti. Hazret-i Mûsâ, o kadar aç olmasına rağmen yemekte tereddütlüydü. Şuayb a.s. sebebini sordu. Mûsâ a.s.:
“–Biz öyle bir âileyiz ki, bütün dünyâyı verseler, bir âhiret ameli ile değişmeyiz! Ben bu yemek için değil, rızâ-yı ilâhî için yardım etmiştim.” dedi.
Şuayb a.s. bu cevâba çok memnûn oldu ve:
“–Bu ikrâmımız, yaptığın yardım için değil, misâfirimiz olduğun içindir; haydi ye!” dedi.
   Bunun üzerine çok yorgun ve aç olan Hz. Mûsâ, yemeği yedi ve istirahate çekildi.
Safura, babasına bu kimseyi ücretle tutmasını tavsiye etti:
“Şuayb’ın iki kızından biri: «Babacığım! O’nu ücretle çoban tut! Çünkü ücretle istihdâm edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır!» dedi.” (el-Kasas, 26)
Ve ekledi: “Bu hasletler de, işte bu kimsede mevcuddur. Çünkü O, bizim yüzümüze dahî bakmadı. Yolda da çok geriden yürüyordu. Anlaşılıyor ki çok emîn bir kimsedir!”
Burada, kendisine vazîfe verilecek kişide bulunması gereken husûsiyetler, öz olarak ne kadar güzel tespit edilmiştir:
1. Liyâkat: İşi bilmek ve bununla birlikte o işi becerebilecek güce mâlik olmak.
2. Emânet: Doğru ve güvenilir olmak. (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları