Mustafa Özyurt

Firavun'u Korkutan Rüya

Mustafa Özyurt

Firavun, bir gece rüyâsında Beyt-i Makdis’ten bir ateşin çıkıp, Kıptîlerin evlerini yaktığını, ancak İsrâîloğulları’na bir zarar vermediğini gördü. Rüyâyı tâbir ettirdi. Ona:
“–Benî İsrâîl’den bir çocuk çıkacak ve senin saltanatını yıkacak!” dediler.
Bunun üzerine Firavun, İsrâîloğulları’ndan doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti.
Kamıştan âletler yaparlar; doğumu yaklaşmış olan kadınların karınlarına saplayıp büyük bir eziyet ile onlara bir an önce doğum yaptırırlardı. Eğer doğan çocuk erkekse, onu hemen keserlerdi.
Rivâyete göre Firavun’u böylesine çirkin ve kötü bir işe sevk eden diğer bir sebep de şuydu:
İsrâîloğulları kendi aralarında Hazret-i İbrâhîm zürriyetinden bir peygamberin geleceğini ve Mısır melîkinin (Firavun’un) helâkinin onun eliyle gerçekleşeceğini konuşuyorlardı. Bunun sebebi de Hazret-i İbrâhîm’in hanımı Sâre vâlidemizle Firavun arasında geçen hâdiseydi. Firavun ona kötülük yapmak istemiş, ama Allâh Teâlâ onu korumuştu. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, İbrâhîm a.s. soyundan gelen İsrâîloğullarını da Firavun’un zulmünden kurtaracaktı. Bu müjde İsrâîloğulları arasında meşhur olmuştu. Kıptîler bile bu haberi dile getirmeye başladılar. Vaziyet Firavun’a bildirilince, adamlarıyla görüşüp doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Maksadı kendini helâk edecek çocuğun büyümesine mânî olmaktı. Fakat bu tedbir takdîr-i ilâhîyi değiştirmeyecekti.
Bu sırada Hazret-i Yâkûb’un neslinden olan İmrân’ın oğlu Hz. Mûsâ dünyâya geldi. Ebelerden biri Hazret-i Mûsâ’nın yakını idi. Mûsâ doğduğunda alnında çok parlak bir nûr gördü. Hayret ve dehşet içinde kaldı.
Daha sonra, ebeler doğumu müteâkib dışarı çıkınca, Firavun’un adamları içeri girdi. O an, Mûsâ a.s.’ın annesi, heyecan ve telâş içinde çocuğu tandırın içine koydu. Askerler çıkınca da, büyük bir endişe ile derhal tandırı açtı. Gördü ki evlâdı, tıpkı Hz. İbrâhîm  gibi ateşin ortasında selâmetle duruyordu. Onu hemen kucağına aldı, çok sevindi ve Cenâb-ı Hakk’a şükretti. Daha sonra kendisine Allâh’tan bir ilhâm geldi; çocuğunu emzirmesi, tehlike ânında da Nil nehrine bırakması emredildi ve evlâdının kendisine geri verileceği, büyük bir peygamber olacağı müjdelendi. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“Mûsâ’nın annesine: «O’nu emzir! Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde O’nu denize (Nil nehrine) bırakıver! Hiç korkup kaygılanma! Çünkü Biz, O’nu sana geri vereceğiz ve O’nu peygamberlerden biri yapacağız.» diye bildirdik.” (el-Kasas, 7)
Bunun üzerine Mûsâ a.s.’ın annesi, bir marangoza koşup bir sandık yaptırdı. Mûsâ a.s.’ı içine koyarak Nil nehrine bıraktı.
Sandığı yapan marangoz, işin farkına varmıştı. Hemen Firavun’un yanına giderek şikâyete teşebbüs etti. Fakat dili tutuldu, hiçbir şey söyleyemedi. Sonunda Firavun’un adamları onu kovdular.
Sandık Nil’den sarayın bahçesine geldi. Câriyeler onu alıp Âsiye vâlidemize götürdüler. 
HZ. MUSA VE FİRAVUN
Yûsuf aleyhisselâm’a îmân eden Mısır Melîki Reyyân bin Velîd’in soyundan gelen Âsiye, Firavun’un hanımıydı. Bir sandık içinde kendisine getirilen Mûsâ’yı görünce, gönlünde O’na karşı büyük bir muhabbet peydâ oldu. Çocuk çok güzeldi. Onu kucağına alıp bağrına bastı. Sonra Firavun’un yanına götürdü ve:
“–Bu bizim çocuğumuz olur, ilerde bize çok yardımı dokunur, bizi korur! Buna kıyma! Bu, ikimizin de güzel bir yavrusu sayılır!” gibi sözlerle onu iknâ etmeye muvaffâk oldu.
“Firavun’un karısı sandığın içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:
«Benim ve senin için bir göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlâd ediniriz.» dedi. Hâlbuki onlar işin sonunu sezemiyorlardı.” (el-Kasas, 9)
Hz Mûsâ’ya bir süt anne arandı. Fakat çocuk, hiçbir anneyi emmiyordu. Mûsâ a.s.’ın ablası Meryem, annesinin süt annesi olabileceğini haber verdi. Çünkü:
“Annesi, Mûsâ’nın ablasına:
«–O’nun izini takip et!» demişti. O da, onlar farkına varmadan kardeşini uzaktan gözetlemişti. Biz daha önceden annesine geri verilinceye kadar O’nun süt annelerini kabûl etmesine onları emmesine müsâade etmedik. Bunun üzerine ablası:
«–Size, O’nun bakımını nâmınıza üstlenecek, hem de O’na iyi davranacak bir âile göstereyim mi?» dedi.” (el-Kasas, 11-12)
Ablasının teklifini kabûl ettiler:
“Böylelikle Biz O’nu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allâh’ın va‘dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu bunu bilmezler.” (el-Kasas, 13)
Mûsâ a.s.’ın annesi, Âsiye vâlidemizin Mûsâ’yı emzirmesi husûsundaki talebini, kendisinden şüphelenmesinler diye hemen kabûl etmedi. Çünkü bu âyetteki vâdin muhakkak gerçekleşeceğini biliyordu:
“–Benim Hârûn isminde bir oğlum var!  Bu şekilde kabûl ederseniz emzireyim; aksi hâlde emziremem!” dedi.
Böylece O’nun, Mûsâ’nın annesi olduğunu anlamadılar. Ve Mûsâ’ya ücret mukâbili süt vermesini emrettiler.
Firavun ile hanımı, Hz. Mûsâ’yı evlâd edinmek isterlerken, herhâlde O’nun kendi inisiyatiflerinde terbiye edilmekle kendilerine tâbî olarak yetişeceğini sanmışlardı. Ancak, insan hayâtının tahakkukunda iki önemli âmil mevcuddur: Verâset ve terbiye… İnsan, bazen verâsetin, bazen terbiyenin, bazen de her ikisinin tesiri altında kalır. Nitekim bu hakîkat, âyet-i kerîmede “Onlar işin sonunu sezemiyorlardı!” şeklinde ince bir üslûb ile ifâde edilmektedir.
Firavun, Hz. Mûsâ’yı bulup öldürebilmek maksadıyla rivâyete göre 980.000 mâsumu katletmişti. Cenâb-ı Hak ise Hz. Mûsâ’yı baş düşmanının sarayında yetiştirecek, O da, birgün Firavun’u, tahtı ve saltanatıyla birlikte hâk ile yeksân edecekti. Çünkü peygamberler, Allâh’ın husûsî terbiye ve sıyâneti altındadırlar.
Nitekim Hazret-i Peygamber s.â.v., bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 12) Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları