Mustafa Özyurt

Hızır Aleyhisselâm 

Mustafa Özyurt

Hızır aleyhisselâm “Dedi ki:
«–Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?»” (el-Kehf, 67-68)
Bu sözlerle Hızır aleyhisselâm, Hz. Mûsâ’nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hazret-i Mûsâ’nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yâni Hz. Mûsâ’ya hâl lisânı ile:
“–Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mâzursun. Çünkü bu ilmin kemâli, henüz Sana verilmemiştir.” demekteydi.
Mûsâ a.s.:
“«–İnşâallâh, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!» dedi.” (el-Kehf, 69)
Hızır aleyhisselâm:
“–Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana suâl sorma! Yâni tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!” dedi.
“Doğrusu o sâlih kul:
«–Eğer bana tâbî olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana suâl sorma!» dedi.” (el-Kehf, 70)
Ve o meşhûr yolculuğa çıktılar. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır:
“Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deldi.
Mûsâ:
«–Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten Sen ziyânı büyük bir iş yaptın!» dedi.
 Hızır: «–Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?» dedi.
 Mûsâ: «–Unuttuğum şeyden dolayı beni muâheze etme; işimde bana güçlük çıkarma!» dedi.” (el-Kehf, 71-73)
Rasûlullâh s.a.v. buyurdular ki:
“Böylece Hz. Mûsâ’dan ilk unutma vâkî oldu. Bu sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm Hazret-i Mûsâ’ya:
«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.» dedi.” (Buhârî, Tefsîr, 18/2-4)
“Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki:
«–Bir cana karşılık olmaksızın mâsum bir cana nasıl kıyarsın?! Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!»
Hızır: «–Ben sana, benimle beraber olacaklara sabredemezsin, demedim mi?» dedi.
Mûsâ: «–Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakîkaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek mâzeretin sonuna ulaştın!» dedi.” (el-Kehf, 74-76)
Bu sözü ile Hz. Mûsâ, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.
“Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. Hızır hemen onu doğrulttu. Mûsâ:
«–Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!» dedi.
Hızır şöyle dedi:
«–İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!»” (el-Kehf, 77-78)
“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. Çünkü onların arkasında, her sağlam gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mü’min kimselerdi. Bunun için çocuğun onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!” (el-Kehf, 79-81)
“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara âit bir hazîne vardı; babaları ise, sâlih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazînelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!” (el-Kehf, 82)
Ebû Zer radıyallâhu anh’dan rivâyete göre duvar altındaki hazîneyle alâkalı olarak Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh Teâlâ’nın kitâbında zikrettiği «kenz: hazîne» altından yapılmış düz, pürüzsüz bir levhadır ve orada şunlar yazılıdır:
«Kadere inandığı hâlde üzüntü ve bitkinlik içinde olana şaşarım. Cehennemi hatırladığı hâlde gülen kişiye de niçin güldü diye şaşarım. Ölümü andığı hâlde gaflette olana da şaşarım. Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedün Rasûlullâh.»” (İbn-i Kesîr, Kısasu’l-Enbiyâ, s. 424)
Demek ki, başka ilimlerde öğrenmenin yarısını oluşturan suâl, bu ledün ilminde yasaktır. Burada talebenin nefsi, faâliyetten çok kâbiliyette hazırlanacaktır.
Meselâ, Mîmar Sinan’ın ilmî kudret ve kâbiliyeti, Süleymâniye Câmii inşâsında çalışan bütün sanatkârlardan üstündür. Bununla birlikte Sinan’ın, o câmîdeki bir mermerci kadar mermer işleme sanatını bilmemesi, onun için bir kusur olamaz. Çünkü o sanatkârlar da Sinan’ın tâlimâtı altındadır. Mermer sanatını işleme inceliklerini ondan öğreneceklerdir.
Gerçekten, ülü’l-azm bir peygamber olan Hazret-i Mûsâ’nın, Hızır’a ledünnî ilmi tahsîl için gönderilmesi, çok câlib-i dikkattir. Mûsâ aleyhisselâm için, ledünnî ilmi bilen bir kişiden bu ilmi tahsîl etmek bir nakîse değildir. Bununla, Hz. Mûsâ’nın her şeyi bilen bir peygamber olmadığı, Allâh’ın ilminden kendisine verilmeyen ilimlerin de bulunduğu anlatılmış olmaktadır. Ayrıca bu ilmin, kendisinden daha aşağı mertebedeki Hızır vâsıtası ile verilmesi de, peygamberlerin dahî ilâhî ilim karşısında acz içinde bulunduklarını bildirmektedir. Diğer bir hikmet de şudur ki, Hazret-i Mûsâ’nın ve Hızır’ın sâhip oldukları müşterek ilim, gelecek olan “Zü’l-Cenâhayn”in, yâni dünyâ ve âhiret ilmine sâhip olan Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.’in kadrinin yüceliğini ve makâmının en mükemmel makâm olduğunu telkîn etmektedir.
Hızır a.s. kıssası, aklın, hâdiseleri ve vukûâtı, ancak sebeplerle düşünüp kavrayabildiği gerçeğini de çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Sebepler ve bahâneler kaldırılınca, akıl, acz içinde kalır ve hikmeti kavrayamaz.
Öte yandan, Hz. Mûsâ şerîat sâhibi bir peygamberdir ve onu tatbîk ile mükelleftir. Hızır aleyhisselâm da, Allâh’ın kendisine vermiş olduğu ledünnî bir ilimle hareket etmektedir.
Mûsâ a.s.’ın Hızır aleyhisselâm’a îtirâzı, şer’î hudutları gözetme hassâsiyetinden kaynaklanmaktaydı. Zîrâ zâhirle mükellef olan Mûsâ a.s., hâlin, yâni içinde bulunduğu zamanın ilmine vâkıftı ve hâdiseleri bu ilme göre muhâkeme ediyordu. (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları