Mustafa Özyurt

İki Büyük Mûcize İle Verilen Nübüvvet

Mustafa Özyurt

«Nâlinlerini çıkar!» hitâbından sonra Mûsâ aleyhisselâm’a, asâsını yere atması emrolundu. Asâ dev bir yılan hâline geldi. Hz. Mûsâ korktu. Kendisine, korkmaması, zîrâ emniyet içinde olduğu bildirildi.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ve Mûsâ’ya «Asânı at!» denildi. Mûsâ attığı asâyı büyük bir yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. Bunun üzerine: «Ey Mûsâ! Beri gel, korkma! Çünkü Sen emniyette olanlardansın.» buyruldu.” (el-Kasas, 31)
Mûsâ a.s.’ın asâsı, önceleri bir hikmet idi. Sonra kudret oldu; hem de, Mûsâ aleyhisselâm, kendisi taşıyamadığı zamanlar O’nun azığını taşıyan bir kudret!.. Yine Mûsâ a.s., yürümekten âciz kaldığı zamanlar ona binerdi. O otururken veya uyurken kendisine gelebilecek ezâ ve kötülükleri asâ bertaraf ederdi. O’na her cins ve çeşitten meyveler verirdi. Sıcakta oturduğu zaman, üzerine gölge olurdu. Azîz ve Celîl olan Allâh, Mûsâ a.s.’a, kudretini o asâda göstermişti. Mûsâ a.s.da, asâ vâsıtasıyla Allâh’ın kudreti ile ünsiyet etti. (Abdülkâdir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbânî, s. 192)
Allâh Teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm’ı peygamber olarak tâyîn edip O’nunla konuşunca ve  O’na bazı teklîfler verince, kendisine hitâben şöyle buyurdu:
“Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsâ?” (Tâhâ, 17)
Mûsâ aleyhisselâm da: «O benim asâmdır. Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim. Benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.» dedi. (Tâhâ, 18)
Bunun üzerine Allâh celle celâlühû:
“Yere at onu, ey Mûsâ!” (Tâhâ, 19) buyurdu.
Hz. Mûsâ, derhal emri yerine getirdi:
“Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi?” (Tâhâ, 20)
Bunu gören Mûsâ a.s. kaçmaya başladı. Ancak: “Allâh buyurdu: «Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk hâline döndüreceğiz.»” (Tâhâ, 21)Abdülkâdir Geylânî kuddise sirruh, bu âyetleri şu şekilde açıklar:
“Âyetlerde beyân olunan hâdiselerin maksadı, Mûsâ aleyhisselâm’ı Allâh’ın kudretine muttalî kılmak idi. Tâ ki, Firavun’un saltanatı, O’nun gözünde büyük ve kudretli görünmesin!
Diğer bir ilâhî gâye de, Firavun ve kavmi ile harbetmeyi Mûsâ a.s.’a öğretmek idi. Böylece Allâh, O’nu Firavun ve ahâlîsi ile savaşmaya hazırladı ve Mûsâ a.s.’ı hârikulâde şeylere muttalî kıldı. Zîrâ Mûsâ aleyhisselâm, önceleri çekingen idi. Sonra Allâh, O’nun kalbini genişletti. Kendisine hüküm, peygamberlik ve ilim verdi.”
Bazı müfessirler de, Mûsâ aleyhisselâm’ın asâsını yere atmasıyla ilgili âyetin açıklamasında, bu hâdiselerin Hz. Mûsâ’nın iç dünyâsına âit bir irşad mâhiyetinde olduğunu beyân etmişlerdir.
Mûsâ a.s., “Sağ elindeki nedir?” suâline cevâben izâfetleri, yâni fânî alâkaları zikredince, Allâh c. c. bunların atılmasını emretti. Nefs ve nefsle bağlantılı olan şeyler, koca bir yılan hâlinde temessül etti. Böylece Mûsâ a.s’a nefsin hakîkati gösterildi. O ise korktu, ürktü ve ondan kaçtı. Bütün bunlarla O’na bir bakıma şöyle denilmiş oldu:
“–Ey Mûsâ! İşte bu yılan, Allâh’tan başka şeylere bağlılık vasfının ta kendisidir. Bu nefsânî vasıf, şekillenmiş bir sûrette sâhibine gösterilince, ondan ürker ve kaçar.”
Âyet-i kerîmede “Asânı at!” diye emrolunmasının diğer bir işârî mânâsı da:
“Artık Sen tevhîd sıfatı ile sıfatlanmışsın. Sen’in bir asâya dayanıp güvenmen, Sen’in için kendisine dayanacağın ve kendisinden yardım dileyeceğin fânî bir varlığın olması, nasıl doğru ve yerinde olabilir? Nasıl olur da Sen, o asâ ile şöyle yapıyorum, ondan istifâde ediyorum ve onda benim için başka faydalar da var diyorsun? Tevhîd yolunda ilk adım, sebepleri terktir. Yâni mutlak tevekkül ve teslîmiyettir. Her türlü talep ve istekten vazgeç!” şeklindedir.
Hz. İbrâhîm, melekler dâhil bütün fânîlerin yardımından müstağnî kalarak izâfetlerden sıyrılmıştı. Bu şekilde, yalnız Hakk’a tevekkül ve teslîmiyet okyanusuna dalması ile O’na ateş, serin ve selâmet olmuştu.
Nitekim Te’vîlât-ı Necmiyye adlı eserde denilmiştir ki:
“Hakk’ın nidâsını işiten ve O’nun cemâlinin nûrunu gören kişi, Allâh’tan başka dayandığı her şeyi bırakır. Allâh’ın fazl u kereminden başka bir şeye dayanmaz. Nefsin arzularından sıyrılır.”
Allâh Rasûlü s.a.v. buyururlar ki: “Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâîl peygamberleri gibidir!” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 64/1744)
Bu hadîs-i şerîfteki, “Benî İsrâîl peygamberleri gibi” ifâdesi, ümmet-i Muhammed’in âlimlerini tekrîm ve taltif içindir. (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları