Mustafa Özyurt

Kırk Sayısının Hikmeti

Mustafa Özyurt

Kırk sayısı rûhî olgunluk bakımından pek ehemmiyetlidir:
1. Hazret-i Âdem’in çamurunun mayalanması, kırk gün sürmüştür. Rivâyet edildiğine göre: “Allâh, Âdem’in hilkat toprağını kırk gün kudret eliyle yoğurmuştur.” (Taberî, Tefsîr, III, 306)
Bu günlerin her biri, keyfiyeti bizlerce meçhûl olan bir zaman dilimidir.
2. Her bir insan, anne karnında 40 gün nutfe, 40 gün âleka ve 40 gün mudğa hâlinde bulunur; sonra rûh üflenir. Bu hususta Sahîhayn’de geçen bir hadîs-i şerîf şöyledir:
İbn-i Mes’ud radıyallâhu anh anlatıyor:
“Sâdık doğru ve Masdûk (sadâkati tasdîk olunmuş) olan Rasûlullâh s.a.v. buyurdular ki:
«Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle “âleka” olur. Sonra bu kadar müddette “mudğa” olur. Sonra Allâh bir meleği dört kelimeyle gönderir: Bu melek rızkını, ecelini, amelini, şakî veya saîd olacağını yazar, sonra ona rûh üflenir…»” (Buhârî, Kader, 1; Bed’ü’l-Halk, 6; Müslim, Kader, 1/2643)
3. Peygamberlerin Hakk’ın kelâmını işitmeleri bakımından kırk günün büyük bir ehemmiyeti olduğu gibi, evliyâullâhın kalblerinden hikmet pınarlarının fışkırması için de bunun ehemmiyeti büyüktür.
Hadîs-i şerîfte: “Kırk sabah ihlâsla Rabbine yönelen kimsenin kalbinden diline hikmet pınarları akar!” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 137/8361) buyrulmuştur.
Tasavvufta mânevî terakkî için kırk gün müddetle tatbîk edilen ve “çile” yâhud “erbaîn” diye tâbir olunan usûlün esbâbı mûcibeleri de bu hadîs-i şerîf ile Mûsâ a.s.’ın Tûr Dağı’nda yaşadığı kırk günü bildiren âyeti kerîmelerdir.
Cismâniyetin rûhâniyete bağlanması 40’a mahsus olduğu gibi, ondan ayrılması da yine 40’a mahsustur. Âdetullâh böyledir.
İrfân ehli de, dört ve dördün katlarının ehemmiyetine dikkat çekmişlerdir. Meselâ;
Kâinâtın temelini dört unsur oluşturur: Su, hava, toprak ve ateş.
Arş-ı A’zam dört köşelidir; onu sekiz melek taşır.
Mûsâ aleyhisselâm kırk gün gece oruç ve riyâzâtla emrolunmuş; bundan sonra kendisine Rabbi ile konuşma şerefi bahşedilmiştir…
MUSA AS.IN ALLAH’I GÖRMEK İSTEMESİ
Mûsâ a.s., Cenâb-ı Hak’la konuşurken, gözünden perdeler kalkmıştı. Zamansız ve cihetsiz bir şekilde net olarak Arş-ı A’lâ’yı seyrediyordu. Levh-i Mahfûz’u yazan kalemin gıcırtılarını duymaktaydı. Yanında ise Cebrâîl aleyhisselâm ve 70 kişi olduğu hâlde, onlar hiçbir şey işitmediler. Zîrâ Mûsâ a.s., çok üstün bir makam ve mertebeye yükselmişti.
Nihâyet Mûsâ a.s., bu konuşmadan o kadar lezzet aldı ki, şevki iyice arttı. Kendisinde bambaşka bir hâl meydana geldi ve Cenâb-ı Hakk’ı görmek istedi. Bu arzusunda da ısrar etti.
Allâh Teâlâ ise: “Sen beni göremezsin!” buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâm yine talebinde ısrar edince, Cenâb-ı Hak:
“Şu dağa bak! O dağ yerinde durabilirse, Sen de Ben’i görebilirsin!” buyurdu. Bu dağ, Medyen diyârında Zübeyr denilen büyük bir dağ idi.
Bir rivâyete göre, Cenâb-ı Hak, Mûsâ aleyhisselâm’a yetmiş hicâb arkasından dirhem kadar nûr gösterdi. Nûr, dağa tecellî etti ve dağ infilâk etti. Mûsâ a.s., bu kudret ve azametin ihtişâmına dayanamadı; korktu ve bayıldı.
Âyet-i kerîmede bu vâkıa şöyle anlatılır:
“Mûsâ tâyîn ettiğimiz vakitte Tûr’a gelip de Rabbi O’nunla konuşunca:
«–Rabbim! Bana kendini göster; Sen’i göreyim!» dedi.
Rabbi: «–Sen Ben’i göremezsin! Fakat şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, Sen de Ben’i göreceksin!» buyurdu.
Rabbi, o dağa tecellî edince, onu un ufak etti. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca dedi ki:
«Sen’i bütün noksan sıfatlardan tenzîh ederim; Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.» (el-A’râf, 143)
Tasavvuf erbâbı bu hususta işârî olarak buyurmuşlardır ki:
Mûsâ a.s. beşerî idrâk ile o sonsuz mânâ ummânının hakîkatini müşâhede etmek istedi. Fakat isteğine verilen cevap, arzu ettiği gibi olmadı. Hâlbuki onun idrâki, gönül gözü ile birdi. Gönlü kendi zannına göre yegâne idi. Bu sebeple Rabbini görmek istedi.
Fakat Mûsâ aleyhisselâm, tecellî ânında bayılıp düştü. O esnâda kendisine hâl lisânıyla dediler ki:
“–Ey Mûsâ! Bu mazhariyet, Sen’in için değildir. Sen’den sonra gelecek yetîme âittir.”
O da, bu hitâbı tasdîk için:
“–Yâ Rabbî! Sen’i tesbîh ve tenzîh ederim. Sana; ancak Sen’in zâtına has sevgili kıldığın ve kendisine makamların en yükseğini tahsîs eylediğin Hz. Muhammed Mustafâ s.â.v. vâsıl olabilir. Benim için olmayan bir şeyi istemekten Sana tevbe ederim. Ben, müşâhede makamlarının en yükseğinin Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya mahsûs olduğuna îmân edenlerin ilkiyim!” dedi.
Rivâyete göre Hazret-i Mûsâ Tûr Dağı’ndan döndüğünde, Allâh Teâlâ’nın nûru hâlâ yüzünde in’ikâs hâlindeydi. Bu yüzden üç gün müddetle yüzünü örtmüştü.
Nitekim Allâh Rasûlü s.a.v. şöyle buyurmuşlardır:
“Mûsâ a.s., o yüce huzûr ve makâmdan sonra O’na kim baksa ölüyordu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm yüzünü bir örtü ile örttü. İnsanlarla bir müddet o şekilde konuştu.” (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, c. III, s. 116)
Urve bin Ruveym de şöyle anlatıyor: “Mûsâ a.s. Rabbi ile konuşmasının ardından hanımına yaklaşamıyordu ve yüzünü bir örtü ile örtüyordu. Çünkü kim ona baksa ölüyordu. Hanımı O’na dedi ki:
«–Kırk yıldır sana yönelmişim, beni de bir nazar (bakış) ile faydalandırsan ya!»
Bunun üzerine Mûsâ a.s. örtüyü kaldırdı. Yüzündeki güneş gibi bir nûr hanımını kaplayıverdi, gözleri kamaştı. Hanımı derhal kendi yüzünü elleriyle kapadı ve Allâh için secdeye vardı.” (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, c. III, s. 116)
Vehb bin Münebbih de şöyle diyor:
“Mûsâ a.s., Allâh ile her mükâlemesinin ardından üç gün boyunca yüzünde müthiş bir nûr görülürdü.” (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, c. III, s. 116) (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları