Mustafa Özyurt

Kızıldeniz: Selamet Ve Felaket Deryası

Mustafa Özyurt

“Bunun üzerine Mûsâ’ya:
«–Asân ile denize vur!» diye vahyettik. Vurunca deniz derhal yarıldı on iki yol açıldı; her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (eş-Şuarâ, 63)
İki tarafı dağlar gibi suların arasındaki yollardan Benî İsrâîl kavmi geçmeye başladı. Hattâ İsrâîloğulları Hz. Mûsâ’ya:
“–Ey Mûsâ! Aramızda pencereler aç da, birbirimizi seyredelim!” dediler.
Mûsâ a.s. duâ etti. Dalgaların arasından pencereler açıldı. Geçerken birbirlerini de görmeye başladılar.
Firavun istidrâc sâhibiydi. Ordusuna döndü:
“–Denize bakın! Benim önümde yürüyüp gitmiş olan kölelerime yetişmem için heybetimden nasıl da yarılıp yollar hâline geldi!”
Yâni Firavun, denizin yarılmasını Mûsâ aleyhisselâm’ın mûcizesi olarak değil de, kendi istidrâcı olarak görecek kadar gaflet, hamâkat ve dalâlet içindeydi.
Sonra da askerlerine emir verdi:
“–Onların hepsini öldüreceğim! Yürüyün denize!”
Fakat bir an korkup tereddüd etti. Vazgeçmeyi düşündü. Rivâyete göre o sırada Cebrâîl aleyhisselâm beyaz bir at üzerinde önlerine çıktı ve:
“–Haydi, yürüyün!” dedi.
Mîkâîl aleyhisselâm da Firavun’un ordusunun arkasına geçerek, geridekilere:
“–Haydi, geride kalmayın; yürüyün!” diye destek verdi. Sonunda bütün ordu harekete geçti.
Allâh Teâlâ buyurur:
“Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.” (eş-Şuarâ, 64)
Hz. Mûsâ ve kavminin ardından, Firavun ve ordusu da denizde açılan yollara girdiler. Fakat ilâhî kahrın tecellîsiyle o engin deryâ içinde helâk olup gittiler.
“Mûsâ ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra ötekileri suda boğduk.” (eş-Şuarâ, 65-66)
“Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikâm aldık ve onları denizde boğduk!” (el-A’râf, 136)
“Böylece Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık; hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelenler için bir selef ve ibret alınacak bir misâl kıldık.” (ez-Zuhruf, 55-56)
“Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları îmân etmiş değillerdir.” (eş-Şuarâ, 67)
Allâh’ın lutfu ile Benî İsrâîl’in hepsi kurtulmuştu. O gün 10 Muharrem’di. Şükür orucu tutuldu. Allâh Teâlâ bu ihsânını âyet-i kerîmede şöyle hatırlatır:
“Hatırlayın ki, sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar, size azâbın en kötüsünü revâ görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, fenâlık için kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size revâ görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Bir zamanlar Biz, sizin için denizi yardık; sizi kurtardık. Firavun taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (el-Bakara, 49-50) 
KABUL EDİLMEYEN İMAN FİRAVUN İMANI
“Biz, İsrâîloğulları’nı denizden selâmetle geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları tâkib etti. Nihâyet su onu boğmaya başlayınca şöyle dedi:
«İnandım. Gerçekten İsrâîloğulları’nın îmân ettiğinden başka ilâh yokmuş! Ben de müslümanlardanım!»” (Yûnus, 90)
Kızıldeniz’in girdaplarında boğulmak üzere iken mecbur kalarak îmân halkasına tutunmak isteyen Firavun’a Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:
“Şimdi mi îmân ediyorsun?! Hâlbuki sen, bundan evvel ömrün boyunca isyân etmiş, dâimâ fesâdçılardan olmuştun! Yâni bir belâ gelince uslanmış, sâlim kalınca da tekrar eski isyânına devâm etmiştin! Şimdi de böyle yapacağın için artık senin îmâna yönelişin geçersizdir. Ey Firavun! Biz de bugün seni cansız bir beden olarak karada yüksek bir yere atıp bırakacağız ki, arkandan geleceklere bir ibret olasın! Bununla beraber insanlardan bir çoğu bizim âyetlerimizden cidden gâfildirler.” (Yûnus, 91-92)
Müfessir Zemahşerî, bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr etmiştir:
“Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam ve noksansız, bozulmamış bir hâlde, çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olarak koruyacağız.”
 Son senelerde yapılan araştırmalarda Firavun’un cesedi, sâhilde yüzü koyun secde eder bir şekilde bulunmuştur. Bu cesed, şu an Britihs Museum’da bulunmakta, halka teşhîr edilerek bir ibret manzarası sergilenmektedir. Bu hakîkat, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de bildirdiği kıyâmete kadar devâm edecek bir mûcizesidir.
Firavun’un cesedi asırlarca Kızıldeniz’de kalmasına rağmen Allâh Teâlâ’nın kudreti ile çürümemiştir. Âyet-i kerîmede de bildirildiği gibi, cesedi korunarak asırlar sonra sâhile atıldı. Nitekim üç bin yıl sonra bulunup âleme ibret olmak üzere İngiltere’de bir müzeye kondu. 
KIZILDENİZ’İ GEÇTİKTEN SONRA
Mûsâ a.s. Benî İsrâîl’i Kenan diyârına doğru götürdü.
Yolda giderken puta ve öküze tapan bir kavim gördüler. Bazıları:
“–Yâ Mûsâ! Bize de böyle bir şey yap da ona tapalım!” dediler.
Hz. Mûsâ, onlara nasîhat etti:
“–Allâh sizi bir zulümden kurtardı. Kıptîler sizin oğullarınızı öldürüyor ve kızlarınızı hizmetçi olarak kullanıyorlardı. Buna rağmen siz Allâh’a isyân edip O’na karşı şirke mi dalacaksınız?!” dedi.
Allâh Teâlâ buyurur:
“İsrâîloğullarını denizden geçirdik. Orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine:
«–Ey Mûsâ! Onların ilâhları olduğu gibi, Sen de bizim için bir ilâh yap!» dediler.
Mûsâ:
«Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz!» dedi.” (el-A’râf, 138)
“Şüphesiz bunların içinde bulundukları din yıkılmıştır; yapmakta oldukları da bâtıldır.
Mûsâ dedi ki:
«Allâh sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size Allâh’tan başka bir Allâh mı arayayım? Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.»” (el-A’râf, 139-141)
 Hazret-i Mûsâ, 12.000 kişilik iki ordu yaptı. Mısır’a gönderdi. Çocuk, hasta ve yaşlılardan başka kimse kalmamıştı. Ordunun birinin başında Yûşâ bin Nûn aleyhisselâm, diğerinde de Kâlib bin Yuhne kumandanlık ediyordu. Ganîmetlerle döndüler. Taşıyamayacaklarını sattılar. Artık Kıptîler tamamen perişân olmuşlardı. Bu durum, âyet-i kerîmelerde şöyle anlatılır:
“Sonunda biz onları Firavun ve kavmini, bahçelerden, pınarlardan, hazînelerden ve değerli bir yerden çıkardık.” (eş-Şuarâ, 57-58)
“Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi yahûdîleri de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mîrasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrâîloğulları’na verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.” (el-A’râf, 137)
“Böylece bunlara İsrâîloğulları’nı mîrasçı yaptık.” (eş-Şuarâ, 59)
“Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve safâsını sürdükleri nice nîmetler bırakmışlardı.İşte böylece Biz de onları başka bir topluma mîras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” (ed-Duhân, 25-29)
Cenâb-ı Hak, kahr-ı ilâhîye dûçâr olan toplumların hazîn âkıbetlerini ve târihin çöplüğünde kaybolup gitmelerini, aşağıdaki âyet-i kerîmede ne güzel tasvîr eder:
 “Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden bir varlık emâresi hissediyor veya onlara âit cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem, 98) (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları