Mustafa Özyurt

Tufan-1

Mustafa Özyurt

Firavun’un bu şekilde konuşması, onun Mûsâ a.s.’ı öldürmek istediğine, fakat etrafındakilerin buna mâni olduğuna işâret etmektedir.
Çünkü çevresindekiler Firavun’a:
 “–O, senin korkacağın bir kimse değildir. Sen ilahsın! Şâyet O’nu öldürürsen, halkın kalbine bir şüphe sokmuş olursun! Herkes senin, Mûsâ’nın mûcizeleri karşısında âciz kaldığını düşünür...” diyorlardı.
Bununla beraber Firavun’un sözleri, onun Hazret-i Mûsâ’dan ne kadar korktuğunu da göstermektedir. Aslında Firavun, Mûsâ aleyhisselâm’ın peygamber olduğunu vicdânen kabûl ediyordu. Ancak gurur, kibir ve kör inadı, îmân etmesine mânî oluyordu.
Firavun’un bu tavırları karşısında:
 “Mûsâ da:
«–Ben hesâb gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a sığındım!» dedi.” (el-Mü’min, 27)
Bu sebeple, bazı tefsîr âlimleri, bu kadar mûcizeden sonra Firavun’un hâlâ îmân etmemesindeki hikmeti, Mûsâ a.s.’ın bu duâsındaki tespitle ifâde ederler. Bu tespitler de:
1. Âhirete îmân etmemek,
2. Çok kibirli olmak, şeklindedir.
Zîrâ kibirli kimse, herkesi kendinden aşağıda görmek ister. Bu sebeple kibir, hadîs-i şerîfte büyük bir günah olarak zikredilir:
 “Kalbinde hardal tanesi kadar îmân bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete giremez.” (Müslim, Îmân, 147)
Görüldüğü üzere îmânın değeri o kadar yücedir ki, o îmân sâyesinde kişi ilâhî affa mazhar olur ve günâhının kefâretini ödedikten sonra cennet nîmetlerine nâil olur. İblîs’in vasfı olan kibir de o kadar çirkin bir vasıftır ki, cennete girmeye mânî olacak kadar îmânı zaafa uğratır.
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur:
“Bir kimseye günah olarak, Müslüman kardeşini hakîr görmesi yeter!” (Müslim, Birr, 32; Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 18)
Lokmân a.s.’ın oğluna kibir ve gururla alâkalı nasîhati ne kadar güzeldir:
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez!” (Lokmân, 18)
İsrâ Sûresi’nin 37. âyet-i kerîmesinde de şöyle buyrulur:
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!”
Allâh Teâlâ, kibir ve gurur bataklığına düşen Firavun ve avanesini cezâlandırmasının hikmetini şöyle beyân eder:
“Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mûcize), diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye onları azâba uğrattık.” (ez-Zuhruf, 48)
Belâlarla terbiye edilen bu millet, sıkıntı ve azap anlarında kuzu kesiliyor, üzerlerindeki azap kaldırılınca da âdeta canavarlaşıyorlardı. Onların bu iki yüzlülüklerini ve sözlerinde durmayışlarını, Allâh Teâlâ âyeti kerîmelerde şöyle açıklar:
“Azâb üzerlerine çökünce:
«Ey Mûsâ! Sana olan ahdi hürmetine, bizim için Rabbine duâ et; eğer bizden azâbı kaldırırsan, mutlakâ Sana inanacağız ve muhakkak İsrâîloğulları’nı seninle göndereceğiz!» dediler.” (el-A’râf, 134)
“Mûsâ’ya hitâben dediler ki:
«–Ey sihirbaz! Sana olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine duâ et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.»
Fakat Biz onlardan azâbı kaldırınca, sözlerinden dönüverdiler.” (ez-Zuhruf, 49-50)
“Erişecekleri bir müddete kadar onlardan azâbı kaldırdığımızda, hemen sözlerinden dönüverirlerdi.” (el-A’râf, 135) (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları