Mustafa Özyurt

Ümmetimin Âlimleri 

Mustafa Özyurt

Evliyâullâhtan Şeyh Ebu’l-Hasen Şâzelî Hazretleri, bu husustaki sâdık bir rüyâsını şöyle nakleder:
“Bir tahtın üzerine Rasûlullâh s.a.v. oturmuş, diğer bütün peygamberler de etrafına dizilmişlerdi. Onların etrafında da sâlih ulemâ vardı. Ben de durup onlara bakmaya ve sözlerini dinlemeye başladım.
Bir ara Hz. Mûsâ, Hz. Peygamber s.v.’e hitâben şöyle bir suâl sordu:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! «Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâîl peygamberleri gibidir!» buyurmuştunuz. Şimdi bana onlardan birini gösterir misiniz?”
Bunun üzerine Hz. Peygamber s.a.v.:
“–İşte bu!” diyerek İmâm Gazâlî’yi gösterdi.
Hz. Mûsâ da Gazâlî’ye bir suâl sordu. Gazâlî, bu suâle on tane cevap verdi. Hz. Mûsâ, cevâbın suâle uygun olmadığını, suâlin bir tane olduğu hâlde cevâbın on tane olduğunu söyleyerek îtirazda bulundu. O zaman Gazâlî şöyle dedi:
“–Bu îtiraz Siz’in için de vâriddir. Çünkü Allâh Teâlâ da Siz’e, «Ey Mûsâ! O sağ elindeki nedir?» diye sormuştu. Bu suâlin cevâbının sâdece «O benim asâmdır!» olması gerekirken, Siz de birçok sıfatlar daha saydınız!..”
Şâzelî kuddise sirruh devamla der ki:
“Ben bu sırada Hz. Muhammed s.a.v.’in kadrinin büyüklüğünü, O’nun tahtı üzerinde, diğer peygamberlerin de yerde oturmalarını düşünürken, birisi, ayağı ile bana öyle bir vurdu ki, derhal kendime geldim. Meğer Mescid-i Aksâ’nın kandillerini yakmakta olan kayyım imiş. Bana:
«–Hayret etme! Her şey Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın nûrundan yaratıldı.» dedi. Bunu duyunca düşüp bayıldım. Ancak cemâat namazı kıldıktan sonra ayılabildim. Hemen kayyımı aradım. Fakat bugüne kadar bulamadım.” (Râgıb el-İsfehânî, el-Muhâdarât)
Mûsâ a.s.’a ikinci bir mûcize olarak elini koynuna sokması emredildi. Mûsâ aleyhisselâm bu ilâhî emri yerine getirince, eli, her türlü illet ve hastalıklardan sâlim ve parlak bir güneş gibi bembeyaz bir hâle gelmişti. Âdeta projektör gibi olmuştu. Çok şaşırdı. Sonra kendisine:
“–Elinin böyle parlak olmasından Sana ve başkalarına bir korku gelirse, elini tekrar koynuna sok! Böylece yine evvelki şekline gelir!” buyruldu.
Hz. Mûsâ ’a verilen “yed-i beyzâ” (bembeyaz, parlak el) mûcizesi âyet-i kerîmelerde şu şekilde anlatılır:
“Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mûcize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın! Tâ ki, Sana en büyük âyetlerimizden bazılarını gösterelim.” (Tâhâ, 22-23)
 “Mûsâ’ya: «Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Heybetten, açılan kollarını kendine çek! İşte bu ikisi (asâ ve yed-i beyzâ), Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır!» diye vahyedildi.” (el-Kasas, 32)
Böylece Allâh Teâlâ, Mûsâ a.s.’a, iki büyük mûcize ile birlikte peygamberlik vazîfesi verdi. Dîni tebliğ etmesini bildirdi. Bunun için de önce Firavun’a gitmesini emretti:
“Firavun’a git! Çünkü o, iyice azdı.” (Tâhâ, 24)
Bunun üzerine: “Mûsâ dedi ki: «Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm; onların da beni öldürmelerinden korkuyorum.»” (el-Kasas, 33)
Daha sonra da kardeşi Hârûn’u kendisine yardımcı olarak istedi:
“Kardeşim Hârûn’un dili benimkinden daha fasihtir. O’nu da, beni tasdik eden bir yardımcı olarak beraberimde gönder! Zîrâ bana yalancılık ithâmında bulunmalarından endişe ediyorum!” (el-Kasas, 34)
 “Allâh buyurdu: «Sen’i kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz (mûcize ve yardımlarımız) sâyesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbî olanlar üstün geleceksiniz!»” (el-Kasas, 35)
Rivâyete göre Cenâb-ı Hak:
 “Firavun’a git; çünkü o iyice azdı...” (Tâhâ, 24) buyurduğu zaman Mûsâ aleyhisselâm, âile efrâdını ve davarlarını zâhirde emânet edeceği bir kimse olmadığından:
“–Yâ Rabbî! Ev halkım ve davarlarım ne olacak?” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, “muhâfaza edenlerin en hayırlısı” olduğunu hatırlatarak şöyle buyurdu:
“–Ey Mûsâ! Ben’i bulduktan sonra başka ne istersin? Sen Ben’im emrimi edâya koş! Bana bağlan ve teslîmiyet göster! İstersem, kurdu koyunlarına çoban eder ve meleklerimi de âilene muhâfız kılarım.
Ey Mûsâ! Nedir bu düşündüğün? Annen Sen’i denize bıraktığı zaman Sen’i kim kurtardı? Bundan sonra Sen’i annene tekrar kim kavuşturdu? Sen hani, birini kazâ ile öldürmüştün de Firavun Sen’i aramaya koyulmuş ve öldürmeye azmetmişti; o vakit Sen’i ondan kim muhâfaza etti?..”
Mûsâ a.s. bu söylenenleri hem dinliyor, hem de her cümlenin sonunda:
“Sen, Sen, Sen Ya Rabbi!..” diyordu. (Ahmed er-Rufâî, Hâletü Ehli’l-Hakîkati Meallâh, s. 337)
Hz. Mûsâ , Mısır’a geldi. Firavun’un büyük bir ordusu olduğunu düşünüyordu. Allâh Teâlâ, kardeşiyle O’na:
“Siz ikiniz, benim ordularımdan iki büyük ordusunuz! Zayıf ve ezik olamazsınız!” buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâm, bu büyük vazîfenin ağırlığı karşısında Cenâb-ı Hakk’a şöyle tazarrû ve niyazda bulundu:
“«Rabbim! Yüreğime genişlik ver! İşimi kolaylaştır! Dilimden şu bağı çöz ki sözümü anlasınlar! Bana âilemden bir de vezîr (yardımcı) ver! Kardeşim Hârûn’u. Onunla beni kuvvetlendir! Ve O’nu işime ortak kıl! Böylece Sen’i bol bol tesbîh edelim ve çok çok zikredelim! Şüphesiz Sen bizi görmektesin.» dedi. (Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları