Konya'daki ilçelerin tarihi geçmişi!

Konya'nın ilçelerinin eskiden günümüze kadar uzanan tarihi yolculuğunu sizler için araştırdık.

Konya'daki ilçelerin tarihi geçmişi!
TAKİP ET Google News ile Takip Et

AHIRLI

TARİHÇE

İlçemiz tarihi hakkında pek fazla bir bilgi bulunmamasına rağmen, İlçemizin tarihi M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bölgede bulunan tarihi eserlerden de anlaşılacağı üzere Türklerden önce burada, Bizans İmparatorluğu hüküm sürmüştür. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu’ nun kapısının Türklere açılması ile birlikte Anadolu’ ya Türk akınları yapılmıştır.

Büyük Selçuklu Hükümdarı Melihşah döneminde Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’ ya akınlar düzenlemiş ve bu akınların sonuncunca İznik’ e kadar ilerlemiştir. Süleyman Şah Konya’ ya geldiği zaman burasını fethetmiş, ilçemizin bulunduğu bölgeye de akıncılarını göndererek buranın fethini de sağlamıştır. Bu tarihten itibaren İlçemiz bölgesi Türk hakimiyeti altına girmiştir. Konya’ nın Türkleştirilmesi esnasında bu bölgeye Orta Asya’ dan (Horasan) Türk aileleri gelerek yerleşmişlerdir.

İlçe ismini alışı ile çeşitli rivayetler bulunmakta olup bunların içinde olasılığı en güçlü olan iki rivayet bulunmaktadır:

Selçuklular döneminde bölgede, Ahu Bey isimli bir beyin yaşadığı, Ahu Bey’ e istinaden de Ahurlu ismini alarak zamanla Ahırlı’ ya dönüştüğüdür.

Diğer bir rivayete göre ise, Selçuklular döneminde Bozkır’ ı ilk fetheden Bozkır Bey’ in at bakıcısının bu bölgede yerleştiği ve Ahırlı adının buradan geldiği söylenmektedir.

İLKÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE AHIRLI

Ahırlı ilçesi, antik çağlarda Asia Mineur olarak bilinen Anadolu’ da İç Anadolu platosunun güneyinde bulunan İsauriç bölgesinde yer alır. Kuzey ve Kuzeydoğusu;  Lykaonia, batısı; Pisidia, güney ve güneybatısı; Pamphilia, güneydoğusu; Cilicia ve Capadokia bölgeleri ile çevrili bulunan İsauria bölgesinin sınırları içindedir. Bu bölge M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’ da büyük devletler kuran Hititler, Persler, İskitler, Kimmetler ve Bergamalıların hakimiyeti altına girmiştir.

Buraya M.Ö. IV. Yüzyılın son çeyreğinde Büyük İskender İmparatorluğu hakim olmuştur. M.Ö. I. Yüzyılda Büyük Roma İmparatorluğunun sınırları içine girmiştir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferine kadar Bizans’ ın hakimiyetinde kalmıştır.

Toros dağlarının sarp, geçit vermeyen vadileri ve tepelerinde yaşayan İsauira halkının geçim kaynağını korsanlık ve esir ticareti teşkil etmiştir. Bölgede toprak kesiminin az oluşu ve tepelik olması sebebiyle halk, bu tepeleri bir yere toplayarak araziye kazma ile buğday ekerek hayatlarını sürdürmüştür. Bölge halkı, Akdeniz’deki limanlardan faydalanarak, Toros Dağlarını üst olarak kullanmışlardır.

Ahırlı İlçesinin de eski çağlarda İsauriç bölgesinde bir askeri bölge olduğu sanılıyor. Çarşı Camii Avlusunun duvarına yerleştirilen, bir tabule ansata (ayna, kulplu çerçeve biçiminde tasvir edilen bir kubbe) de M.Ö. I. Yüzyılda İsauira bölgesinde yaşayan “DEMETRİONTOS” adlı bir askeri komutana aittir.

Bölge, İstanbul’ u fethetmeye gelen İslam gazileri tarafından İslamlaştırılmaya başlanmıştır. Bu mücahid gaziler Anadolu’ nun Hristiyan, Rum, Ermeni ve Süryani halkı ile dini ve kültürel yönde münasebetlerde bulunarak Malazgirt’ten üç asır önce Müslüman-Türk ordularına zemin hazırlayarak bölgenin fethini kolaylaştırmışlardır. Bu manevi liderler arasında Ahırlı Erdoğan Köyünde medfun bulunan Şeyh Muhammet Celalettin Hazretleri başta gelir.

Ahurlu, Anadolu’ nun fethinden sonra özellikle, Haçlı seferlerinde Kıbrıs ve Alanya’ dan Anadolu’ ya saldıran Haçlı sürülerine karşı Anadolu Selçuklularının da Bizanstan beri devam eden askeri ve atlı birliklerinin at tavlalarının bulunduğu bir askeri merkez ve üst olarak görev yapmıştır. Bu görevi yapan İçel Türkmenlerinden olan Dodurga Oğuz Beylerinden meydana gelen, Ahurlu Beyleri, o dönemden beri bölgeyi kahramanca savunmuşlardır. Atların yetiştirildiği bu ahırlar ; eski camii (Aşağıoluk ve Hansıdı) mevkiinde bulunan yoldur. En eski yerleşim bölgelerinde Dodurga, Doğancı Deresi ve Gavur Öreni mevkileridir. O dönemlerde, İlçenin su ihtiyacı da eski camii altında bulunan su sarnıcından karşılanmaktaydı.

Kasaba, Karamanoğulları döneminde de aynı görevi üstlenmiş, İbrahim Bey (Ö.1454) bu bölgede vakıflar kurmuştur.

İçel Türkmenlerinin Taşlık Silifke’ de yaşayan Bozkır Oymağı, II Beyazıd Döneminde Bozkır Bey ve Kanuni döneminde Bozkır Bey’ in oğlu Hüseyin Bey’ in reisliğinde bugünkü Bozkır ve Ahırlı İlçesi çevrelerinde hüküm sürmüştür.

Kanuni’ nin torunu olan II. Murad döneminde Ahırlı; Konya, Beyşehir Sancağı, Bozkır kazasına bağlı Ahurlu Köyü olarak …….. Bey’ i zeametidir. Bu Köyde Hacı Bektaş-ı Veli’ nin müridi olan Abdal Musa halifelerinden Abdal Ahmed adlı mürşidin zaviye ve zaviye hizmetkarlarının elinde çeşitli arazi tasarruflarındandır.

Ayrıca son dönemlere kadar kasaba, Alanya,Akseki, Manavgat,Beyşehir,Bozkır ve Çumra İlçeleri ve köylerinin ihtiyaçlarını karşıladıkları elli demirci, elli leblebici, otuz kunduracı, dört dokumacı, on nalbant, on marangoz, on duvarcı ustası, on bakkal, onbeş terzi, yirmi kasap vs. gibi  394 esnafın faaliyet gösterdiği bir ticaret merkezi idi.

1963 yılında Belediye Teşkilatı kurulan Ahırlı, Bozkır ilçesinin Nahiye merkezlerinden biri idi.

09.05.1990 tarih ve 3644 Sayılı 130 İlçe Kurulması Hakkında Kanun ile Bozkır İlçesinden ayrılarak, Akkise Kasabası, Aliçerçi, Bademli, Balıklava, Büyüköz, Çiftlik, Erdoğan, Karacakuyu, Kayacık, Kuruçay ve Küçüköz köylerinin kendisine bağlanması ile İlçe olmuştur. 31 Temmuz 1991 tarihinden itibaren de ilçelik faaliyetine başlamıştır.

İlçemizde havaalanı mevcut olmayıp, deniz ve demiryolları ile herhangi bir bağlantısı da mevcut değildir. İlçemizin Konya’ya uzaklığı Bozkır İlçesi üzerinden (137) km. Seydişehir üzerinden (130) km. dir. İlçeye bağlı Akkise Kasabasından geçerek Akören İlçesi güzergahından İl’ e uzaklığı (100) km.dir.

AKÖREN

Rivayetlere göre buranın gür ormanlarla kaplı ve çok miktarda av hayvanlarının olması nedeni ile “AVVURAN” veya “AVVEREN” daha sonları da “AVREN” olarak adlandırıldığı çevresindeki yedi viraneden gelen halkın bugünkü yerleşim yerinde toplanması ile “AKVİRAN” olarak adının değişikliğe uğradığı 1961 yılında ise çıkarılan kanun gereğince “AKÖREN” olarak adı resmen tescil olunmuştur.

AKŞEHİR

TÜRK İSLAM ÖNCESİ DÖNEM

Tarih boyunca hep önemli bir yerleşim, ticaret, kültür merkezi olan Akşehir'e ait ilk arkeolojik bulgular Neolitik Dönem'e kadar uzanıyor. Etiler zamanında Akşehir'in adı THYMBRİON' dur. Zamanla Frikya egemenliğine daha sonra Anadolu ‘ da egemenlik kuran Lidyalılar’ ın yönetiminde kalan Akşehir'in önemi daha da artmıştır. "Krallar Yolu" Akşehir' den geçmektedir. Akşehir , İ. Ö. III. yüzyılda, PHİLOMELİUM " Bal Sevenler " adıyla anılmaya başlanmıştır. Pers ve Hellenistik dönemlerden sonra kent, Roma daha sonra da Bizans egemenliğine geçer.

SELÇUKLULAR VE OSMANLILAR DÖNEMİ

Araplar Akşehir'i, beyaz çiçek açmış elma ve erik ağaçlarının görüntüsünden dolayı "Belde-i Beyza" (Beyaz Şehir) olarak anmışlardır. Ancak sonra Anadolu'ya yayılan Türkler, Kutalmışoğlu Süleyman Şah komutasında kenti almışlardır. Haçlı Seferleri, Selçuklu taht kavgaları, Moğol istilası sıralarında sürekli savaşlar yaşayan Akşehir (Akşar) büyük yıkımlar yaşamak zorunda kalmıştır. 1381 yılında Padişah Murat Hüdavendigâr'a satılarak Osmanlı egemenliğine girerse de Y. Beyazit'in Timur' a yenilmesi ile Moğollar'ın, Fetret döneminden sonra Karamanoğulları' nın eline geçer. Nihayet Fatih Sultan Mehmet 1467 yılında Akşehir'i fethederek Osmanlı topraklarına katar. 19.YY .sonlarında Akşehir’de Kaymakanlık yapan Bereketzade İsmail Hakkı’nın hatıralarında verdiği bilgilere göre; Akşehir’in çevre kasabalarıyla birlikte (Cihanbeyli, Doğanhisar vb.) 50.000' den fazla nüfusu vardır. Türkler, Yörükler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar vd. diğer milliyetlerden insanların birarada yaşadığı sosyal ve ekonomik bakımdan canlı, bir merkezî yerleşme birimidir.

ALTINEKİN

TARİHİ

Eski adı ZIVARIK olan Altınekin İlçesi'nin tarihi Hitit’lere kadar uzanır. İlçede Hitit, Frigya ve Roma eserlerine rastlanmaktadır. Konya’yı Altınekin’den ayıran doğal sınırlar yoktur. Altınekin tarih, coğrafya ve sosyal yaşantı bakımından Konya şehrinin bir parçasıdır.

Altınekin’in eski adı suyu bol anlamına gelen ZIVARIK’tır. Roma devrinde PEGELLA adında büyük bir kent olan Altınekin en parlak dönemini Selçuklular zamanında yaşamıştır. Bu dönemde büyük bir ticaret merkezi olan İlçemiz, SARNIÇ HANI ve ZIVARIK HANI ile yolculara büyük hizmetler vermiştir. Bu dönemin en önemli eserlerinden biride Ali Paşa Cami'idir.

BEYŞEHİR

TARİHÇE

Geçmiş asırlarda Beyşehir Gölü'nün de içinde olduğu bölge Pisidya adıyla anılırdı. Pisidya'da Karallia olarak bilinen bir şehir adıydı. Ramsay bu konuyu şöyle değerlendirir; "Biri gölün güneydoğusunda, Trogitis gölü'ne akan suyun ağzında, diğeri güneybatısında olmak üzere ihtimal iki şehir bulunuyordu. Bu ikincisinin Parlais olma ihtimali daha kuvvetli olduğu için birincisini Karallia olarak kabul etmeniz lazım geliyor." Yine Ramsay'a göre Karallia Bizanslılar zamanında Skleros adını almıştır.

Daha sonra harap olan Karallia, Viranşehir adını almıştır. Onüçüncü yüzyılın ilk yarısında, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad devrinde, muhtemelen 1240'tan biraz önce çoğunluğunu Üçoklar'ın oluşturduğu Türkmenler tarafından yeniden kurulmuştur. Eşrefoğulları'nın hakim olduğu dönemden itibaren Viranşehir'in adı Süleymanşehir olmuştur.

Beyliğin merkezi olmasından dolayı geçen zamanla beraber beyin şehri olarak anılır. Bundan dolayıda Beyşehir adını alır. Beyşehir adının bir de efsanevi hikayesi vardır. Buna göre;

Trogitis'de bulunan Seydi Harun Veli şimdi kendi adıyla anılan camiyi yaptırmaktadır. Eşrefoğlu Mehmet Bey de ona malzeme yardımında bulunur. Sonrasında gelişen olaylar onları dost yapar. Eşrefoğlu, Trogitis'e Seydişehir adını verirken Seyyid Harun Veli de Süleymanşehir'e Beyşehir adını vermiştir. Görüldüğü gibi Beyşehir'in akıp giden zaman içinde aldığı adları incelerken tarihinin kilometre taşları da hemen belirmektedir.

Muhtemelen Beyşehir ve çevresinin tarihi M.Ö 7000'li yıllara kadar uzanmaktadır. Yapılan araştırmalar Beyşehir'in daha o dönemde önemli bir yerleşim alanı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. M.Ö 5700-M.Ö 5300 arasına tarihlenen Erbaba Höyüğü kalıntıları bunun en somut göstergesidir.Kıstıfan Köyü yakınlarındaki höyükteki kazılarda Kanadalı bilim adamları Jacgues ve Louisse Alpes Bordaz çifti tarafından yapılmıştır. (1968-1975).

Erbaba Höyüğü ile ilgili olarak yapılan değerlendirme şöyledir: "Beyşehir'in 10 km kuzeybatısında deniz düzeyinden 1130 m yüksekliğindeki doğal bir tepenin üstünde, günümüzden yaklaşık 7500 yıl öncesine tarihlenen R.Solecki'nin yörede yüzey araştırması yaparken bulduğu höyük, Jacques ve Luiesse Alpes Bordaz başkanlığındaki bir ekipçe kazılmaktadır. Yaklaşık 80 m çapındaki Erbaba'da dört kat saptanmıştır. En alttaki 4. kattan pek fazla bir şey çıkmamış en çok buluntu 3. katta ele geçmiştir."

1., 2., ve 3. katlardaki yapıların temellerinde büyük taş bloklar kullanılmıştır. Duvarlar ise, çamur harçla örülmüş kireçtaşı bloklarla yapılmıştır. Duvar kalınlığı 60 cm'den fazladır. 3. kattaki bazı duvarlar kırmızı renkli sıvayla kaplanmıştır. Birbiriyle yakın diziler halindeki dikdirtgen planlı evler kuzeydoğuya bakmakta, içeriye damdan girilmektedir. Evlerin batısında bölme duvarları vardır. Taban döşemeleri sıkıştırılmış topraktan yapılmıştır. Erbaba'da taş alet yapımı oldukça gelişmiştir. Bunların arasında çakmak taşı yada doğal camdan yapılmış yongalar, kazıyıcılar, orakdilgiler, çentikli ve dişli dilgiler sarp kenarlı dilgiler, uç ve yuvarlak kazıyıcılar, delici ve kalemler çoğunluktadır. Ok ucu az bulunmuştur. Öğütme taşları oldukça çoktur. Vurgu taşarlı, tokmaklar, perdah aletleri, ufak küreler, cilalı taştan küçük yassı baltalar ve renkli taş boncuklar öbür taş buluntularıdır. Ayrıca kemik ve boynuzdan bizler, gözlü iğneler, çuvaldızlar, mablaklar, kaşıklar, saplar ve pişmiş topraktan heykelcikler ele geçmiştir. Erbaba çanak çöleği 'deniz kabuklu' ve 'ince taşcıklı ' olmak üzere iki gruba ayrılır. Üst katlardan çıkan 'deniz kabuklu' çanak çömlek kırmızı, kahve yada sarımsı kurşuni renkte kaba hamurdan yapılmış olup, iyi açkılanmıştır ve tek renklidir. Bunların çoğu dar ağızlı çömlekler yada kenarları dik, dipleri düz, kulpları yarım ay biçiminde kaplardır. İnce taşçıklı çanak çömlek daha çok alt katlarda ele geçmiştir.Hamurlar kaba , donuk siyah yada kahverenkli bu kapların yüzeyleri açkılıdır.Biçimleri üst katlarda görülenlerle aynıdır.Yalnız kulpları düşey ve deliktir. Çok sayıda hayvan kemiğinden Erbaba'da koyun, keçi ve sığırın evcilleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.Erbaba evcil keçi ve koyun kemiklerinin kesinlikle birbirinden ayrılabildiği bir buluntu yeri olarak çok büyük önem taşır.Erbaba 'emmer ve einkorn buğdaylarıyla sert arpa , mercimek ve bezelye tarımı yapıldığı saptanmıştır. Hiç mezar bulunmamış ama 3. katta dağınık olarak insan kemiklerine rastlanmıştır. Günümüzde söz konusu höyüğün hemen yanında Beyteks-Tekstil fabrikası faaliyet göstermektedir. Geçmiş nesillerin geçiş noktası olan bu çevrede araştırılmaya muhtaç daha başka höyük ve örenler de vardır. Bunların başlıcaları; Akburun, Yılan, Örentepe, Kuşluca, Eflatunpınar, Liz, Burun, Kaşaklı ve Gündoğdu höyükleri'dir. Bunların dışında henüz önemi kavranmamış veya gün yüzüne çıkmamış daha birçok höyüğün bulunma ihtimali vardır.

Yukarıda adı geçen höyüklerden biri olan Kaşaklı höyüğü, Yeşildağ Kasabası yakınlarındadır. Beyşehir'in 27 km güneybatısında Beyşehir Gölü kenarında küçük bir höyüktür. 1951-1958 yılları arasında J. Melloot tarafından Konya ovası yüzey araştırmaları sırasında bulundu. Bu bölgeler geçmiş asıllarda yaşayan insanlığa ait bir yerleşme bölgesiydi.

Bu yörede ek olarak, Beyşehir yakınlarında olan ve bugün Hüyük sınırları içinde kalmış bazı höyükleri saymak da mümkündür. Çavuş Kasabası yakınlarındaki Küçük Höyük bunlardan sadece biri olup burada bulunan eserlere değinmekte fayda vardır. Buluntular arasında tunç eserler, büyük bir çanak, kazan, iki adet kepçe, mızrak takımları ve seramik parçaları vardır. Küçük Höyük M.Ö 2000'den altıncı yüzyıla kadar iskan edilmiştir. Daha geç dönemine ait seramiğin çok az olmasının sebebini yerleşim yerinin değişmiş olmasında aramak lazımdır. Çukurkent Höyüğü'nde ise, ilkel silah ve çanak kalıntıları bulunmuştur.

Türkiye Selçuklu Sultanı 2. Mesud 1124'te yöremize yönelik fetih hareketlerini yoğunlaştırmışlardır. Ankara'dan Eymür oymakları reisi akıncı Nureddin bin Madan Gazi, Beyşehir, Seydişehir, Şarkikarağaç ve Gelendost civarını fetihle görevlendirilmiştir. Beyşehir gölü ile Hoyran Gölü arasına yerleşen Eymür Türkmenleri bugünkü kasaba ve köyleri kurarak buralarda yeniden Türklüğü ihya etmişlerdir. Selçukluların 1176'da Bizans ordusu karşısında elde ettiği Miryokefalon Zaferi sonrası, Anadolu'nun Türk yurdu olması kesinleşmiş ve Beyşehir çevresine de Türkmenler hakim olmuştur.

Anadolu'ya halen hakim olan Müslüman Türk varlığı köken itibarıyla Türkiye Selçuklularına dayanır. Onlar üzerinde yaşadığımız toprakların fatihleri ve koruyucuları olarak bilinir. Beyşehir ve çevresi de 1075'ten sonra Türkiye Selçuklularının hakimiyet alanına dahil olmuştur. 13. yüzyılda ise hakimiyet kesinleşme aşamasına gelmiştir.

Türkmenlerin Batı Anadolu'ya akınlar yapması Yuhannes'in 1120 yılında sefer yapmasına sebep olur. Bu, sefer sonunda Uluborlu ve Beyşehir gölü civarı yeniden Bizanslıların hakimiyetine geçer. Bu noktada, Türkler ile yerli gayrimüslim halkın güçlü bir iletişim köprüsü kurdukları görülür. Şöyle ki:

"1. Mesud idari alanda gösterdiği adaletle gayrimüslim dahi kendisine bağlanmıştır. Bundan rahatsız olan imparator Yuannis Kommenos, 1142'de Uluborlu'yu Türkler'den kurtarmaya çalışırken, Beyşehir gölü adalarında oturan hristiyan halkı yurtlarından gemilerle taşıyarak ve zorla çıkarmıştır. Zira onlar, Türkler'le dostluk ediyor ve onlar gibi yaşamaya alışıyordu." Peçenekler'in balkanlardan yaptıkları akınlar, imparatoru İstanbul'a dönmeye mecbur etmiştir. Bu gelişmeden de anlaşıldığı üzere Anadolu'da 1071 sonrasında başlayan fetih hareketleri 12. yüzyılın ikinci çeyreğine gelindiğinde, Beyşehir civarında da yoğunlaşır ve bu dönemde bölge Türk hakimiyetine girer. Sultan Alaeddin Keykubat döneminde, kültür ve imar faaliyetleri iyice canlanır.Buna paralel olarak Beyşehir' de de Kubadabad Sarayı yapılır. Şöyle ki; "Sultan Konya'dan Antalya ve Alaiye arasında kış başlangıcı ve bahar dönüşü seyahatlerinde göl kenarında ve bir tepenin eteğinde inşa ettiği Kubad-adab şehri meyve ağaçları ve yeşillikleri, suları, havası ve gölün manzarası ile çok şirin bir yerdi. Bu güzel yer sultanında dikkatini çekti. Ve mimarlarına burada bir mamure yapmasını emretti. Ve az bir müddet içinde sultanın arzusuna göre bir saray yapıldı. Sultan her sene Akdeniz sahillerine gider ve oradan dönerken bir müddet burada yaşar; eğlenir ve dinlenirdi." Sultan bu şehri yaptırdıktan sonra, bu toprakların saadeti ve umranı artmış, yeni vilayet kurulmuştur. Adalar, yarım adalar muhteşem kasırlarla süslenmiştir. Bundan sonra Kubadabat, Türkiye Selçukluları'nın ikinci derecede başkenti işlevini üstlenmiştir.

1240'da Baba İshak İsyanı sırasında 2.Gıyaseddin Keyhusrev Kubadab'a kaçmış ve orada bir adada kalmıştır. Anadolu'da çok sevilen Mübarizeddin Armağan Şah'ı da isyan bastırmakla görevlendirmiştir. Armağan Şah Amasya'ya ulaşıp, isyanı bastırmış ve Baba İshak'ı öldürmüştür. Bunu öğrenen bazı Baba İshak yanlısı asiler Armağan Şah'ı şehit etmişlerdir. Dışarı şehirdeki en eski mahalle ve orada bulunan bir cami Armağan Şah'ın adını taşımakta olup bu eser Cuma Camii olarak bilinir. Gıyaseddin Keykubat devlet adamlarının birer birer ortadan kaldırılması ve sıranın kendisine gelmesi üzeine çok inandığı hassa kölesini gizlice Sivas Sülbaşısı Hüsamettin Karatay'a göndererek bu önemli meselenin çözümü için derhal gelmesi bildirilmiştir. Hüsamettin Karatay Kudabaadab'a giderken Saddetin Köpek saraydan ayrılırken kendisine hürmet gösterir durumda olanlar üzerine saldırmışlar. Bayraktar Togan kılıcı ile Saddetin'i öldürmüştür. 1258'de ise Sultan Keykavus Hülagü'nün gönderdiği elçileri Kubadaabad'da kabul etmiş ve terslemiştir. Bu olay Moğol zulmünün daha da artmasına yol açmıştır. Moğolların desteğini alarak sultan olan 4.Kılıçarslan, Türkmenlerin sert tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak Beyşehir'de de Eşrefoğulları etkili olmaya başlamıştır.

Bu arada 13. yüzyılda yaşamış tıp alimi BEY HEKİM'in de Beyşehirli olduğu yönünde iddialarıda hatırlamakta fayda vardır.

Osmanlılar ele geçirmek istedikleri beylikleri öncelikle çatışmaya girmeden diyalog yoluyla almaya çalışmışlardır. Bu siyaseti büyük ölçüde başarıyla uygulayan Osmanlıların Anadoludaki en ciddi rakibi Karamanoğulları olmuştur. Bu sebepten olsa gerek Beyşehir, bu iki devlet arasında sık sık el değiştirmiştir. Osmanlıların yöreye yönelik ilk ciddi adım Sultan 1.Murat dönemine rast gelir. Sultan Muratbüyük oğlu Yıldırım Beyazıt ile Germiyan hükümdarı Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun'un nişanları yapıldı ve az sonra da düğünleri oldu. Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak;
Kütahya, Tavşanlı, Emiz(Eğriöz), Simav şehir ve kasabalarını Osmanlılar'a terk etti. Sultan Murat oğlunun düğünü münasebeti ile davetli olan Hamitoğlu Hüseyin bey tarafından hediyelerle gönderilmiş olan elçiye Hüseyin Bey'e ait bazı yerleri kendisine satılmasını söylemiş ve Hamitoğlu'na da o yolda haber yollamıştı. Beyazıd'ın düğününden sonra Kütahya'ya gelen Sultan Murad'ın kendi üzerine geldiğini zanneden Hüseyin Bey, Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir, Karaağaç ve rivayete göre Isparta'yı 80,000 altın mukabilinde sattı. Bu gelişme sonrası Beyşehir ilk kez Osmanlı hakimiyeti altına girmiş oldu.

1. Murad'ın Rumeli'de fetihle meşgul olduğu bir sırada Karamanoğlu Alaeddin Bey Beyşehir'i ele geçirir. Buna çok kızan Sultan Murat Karamanoğulları üzerine yürür ve Konya Kalesi içinde Karaman kuvvetlerini sıkıştırır. Ancak 1. Murad'ın kızı ve Alaüddin Bey'in de eşi Melek Hatun babasından kocası adına af diler. Ayaklanmayı bastıran 1. Murat, kendi hakimiyetini kabul eden damadını bağışlar. Sultan Murad'ın 1389'da Kosova Savaşın'da şehadeti üzerine, Alaüddin bey yeniden Beyşehir'i ele geçirir. Bir süre sonra bölgeye gelen Yıldırım Beyazıt Beyşehir'i geri alır. Çarşamba Çayı sınır olmak üzere antlaşma yapılır ve bölgenin yönetimi Osmanlılara geçer.

Timur istilası sonrası Karamanoğlu Nasiruddin Muhammet Bey, Bursa'ya kadar ilerlemiş ve şehri 1413'te ateşe vermiştir.

Osmanlılar Kastamonu hakiminin oğlu Kasım Bey'in de yardımını temin ile Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir'i geçerek Konya'da Karamanoğullarını yendiler. Bir süre sonra Karamanoğulları Beyşehir ve Seydişehir'e yeniden saldırır. Bu gelişme üzerine Anadolu Beylerbeyi Beyazıt Paşa sefere çıkar ve Karamanoğlu Mehmet Bey'i ele geçirir. Karamanoğulları 1428'de Macarlarla anlaşarak Osmanlı topraklarına yeniden saldırmış ve İbrahim Bey, Beyşehir'i işgal etmiştir. Bu gelişme üzerine harekete geçen 2.Murat 1437 baharında Karaman kuvvetlerini mağlup etti ve Beyşehir yeniden Osmanlı topraklarına dahil oldu. İbrahim bey 1443'te Beyşehir'i tekrar ele geçirmek istediyse de 2.Murat'ın bölgeye gelmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalır.

Görüldüğü gibi Karamanoğulları beyliği Osmanlı devletini hep rahatsız etmiştir. Devletin sınırlarını batıya genişletmek isteyen 2. Mehmet de öncelikle anadoludaki bu meseleyi çözüme kavuşturmak istemiştir.

2. Mehmet ordusuyla Akşehir ve Beyşehir üzerine geldiği zaman Karamanoğlu İbrahim Bey, Ermenek yakınlarındaki Taşeli'ne çekilmiştir. Daha sonra da ulemadan Molla Veli adında birini oraya koyarak barış istemiştir. Ilgın sınır sayılarak; Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir yeniden Osmanlı Devletine geçmiştir. Daha sonra Karamanoğlu İbrahim Bey ölmüş, iki oğlu Pir Ahmet ve İshak arasında taht mücadelesi başlamıştır. Gelişmeleri takip eden 2. Mehmet , Pir Ahmet Bey'e yardım eder, O da yapılan yardıma karşılık Akşehir ile Beyşehir'i ve Sıklanhisarıyla Ilgın tarflarını Osmanlılara bıraktılar. Bir süre sonra tarihe Eflatunpınar Savaşı olarak geçen yeni bir gelişme yaşanır. Yusuf Mirza komutasındaki Akkoyunlu kuvvetleriyle karamanoğulları Karaman ilini aldıktan sonra Akşehir'e daha sonra Bolvadin'den geçip Beyşehir yakınlarındaki Kıreline gelmiştir. Burada Şehzade Mustafa ve Anadolu Beylerbeyi Davut Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu galip gelir. Yusuf Mirza yakalanır ama Pir Ahmet Bey kaçar ve Uzun Hasan'a sığınır.

Yukarıda yaşanılan olaylara rağmen Karaman artık Osmanlı Devleti'nin eyaletlerinden biri konumuna gelmiştir. Bu beyliğin tamamen ortadan kalkmasıyla birlikte Beyşehir de Karamanoğulları ve Osmanlılar arasında el değiştirmekten kurtulup, Osmanlı Devletine dahil olmuştur.

Bu döneme dair üzerine durulması gereken bir diğer nokta da söz konusu mücadeleler bağlamından ve belki de başka bazı faktörlerin de katkısıyla bölgeden Rumeli'ne göç eden Türk aşiretleri ile ilgilidir. 2. Murad ve özellikle de Fatih zamanında; Karaman, Konya ve Ankara civarından giden bu insanları, Konyar Türkleri adıyla anılan Türkler olduğu sanılmaktadır. İşte bu gelişmelerin bir parçası olarak Beyşehir çevresinden de Rumeli'ne gidenler olmuştur. Esasen bu meselede başlı başına bir araştırma konusudur.

Coğrafi konum; fert, toplum, ve devlet hayatını şekillendiren en etkili faktörlerden biridir. Beraberinde birçok avantaj veya dezavantajı da getirebilir.B eyşehir bu açıdan oldukça şanslı bir konuma sahiptir.

İlçe, Batı Toroslar arasında yer alan, çukur alandadır. Bu çukurun büyük kesimini Beyşehir Gölü kaplar. Çukurluk gölün güneydoğusunda, Beyşehir ovası devam eder. Toroslar, batıdan ve güneybatıdan yüksek sarp dikliklerle ovaya inerler. Beyşehir'deki düzlük alanlar bozkırlar halinde uzanır. Çevredeki dağlar ise, ormanlarla kaplıdır. Topraklar verimlidir.

Akdeniz Bölgesi'nin Göller Yöresinde yer alan Beyşehir, önemli bir geçit noktasında da bulunmaktadır. En güney ucu baz alındığı zaman Akdenize olan uzaklığı 65 km civarındadır. Bir set misali araya giren Toroslar, yöreye Akdeniz'den ayırmıştır.

Doğusunda Konya, kuzeyinde Doğanhisar, Hüyük ve Ilgın, kuzeydoğusundan Derbent, kuzeybatısından Şarkiaraağaç ve Eğirdir, batısında Yenişarbademli, güneybatısından Sütçüler, güneyinden Derebucak ve güneydoğusundan Seydişehir ile çevrilidir.

Ormanlarından gelen Kızıloğlu deresi, Huğlu tarafından gelen Hanboğazı deresi, Karaburun mevkisinden göle karışan Soğukpınar, Elze deresi, Üstünler Çayı, Kavak çayı, Yeşildağ civarından gelen Kuru Dere, Doğanbey civarından gelen Sarıöz Deresi ve Sadıkhacı'dan çıkan Eflatunpınar Çayı gibi küçük bazı akarsuları vardır.

Yöredeki en önemli akarsu, Konya ovası sulama projesi'nin ana kaynağı niteliğindeki Çarşamba Çayı'dır. Akarsuyun Apa Barajı'na kadar olan kısmı Beyşehir Kanalı olarak bilinmektedir. Bozkır'ın Pınarcık Köyü yakınlarındaki Mavi Boğaz'ında kanala karışan bir bir çay dikkat çeker. Bozkır'ın güneyindeki dağlardan çıkan ve merkezinden de geçen bu çayın Beyşehir Kanalı'na adını verdiği düşünülebilir.

Beyşehir Gölü sularını Konya Ovası'na Sulama Projesi çerçevesinde ovaya taşıyan kanalın uzunluğu 210 km civarındadır. Kurulurken 530.000 dekar alanı sulaması düşünülen kanal sayesinde, daha sonra 1.300.000 dekar alanı sulamak mümkün olmuştur. Ortalam su hacmi 2.790.000.000 m3 olan Beyşehir Gölünden kanal vasıtasıyla yılda 150 minyon m3 civarında su alınırken zaman içinde bu miktar arttırılmıştır. Gölden çıkan suyun büyük bölümü yolda kaybolduğu için Apa Barajı ve kanalı bakıma alınmıştır. Kanala 1994' ten bu yana belirli bir program dahilinde su verilmektedir.

Anamaslar üzerinde yer alan Karagöl bir krater gölü niteliği taşır. Yükseltisi 2500 m olup, 15 dekarlık alanı kaplar.

BOZKIR

TARİHÇE

Bozkır ilçesi eski çağda İSAURA bölgesi içindeydi. Bölgenin adına taşıyan şehir şimdiki Bozkır ilçesidir. Daha sonra ilçenin kuzeydoğusuna yapılan büyük kaleye İSAURA NOVA(Yeni İsaura) denilince ilçeye LEONTOPOLİS ve sonra TRİS-MADEN adları verilmiştir. Son zamanlara kadar halk kasabaya SIRISTAT diyordu. Kelimenin gerçek söylenişi bilinmemekle beraber ilçe çevresindeki kurşun madenlerini işletmekte olan ustalara baş usta anlamına gelen “SER-ÜSTAD”dendiği için bu kelimeden geldiği sanılmaktadır.

Selçuklular zamanında bölgenin hakimi bulunan ve Bozkır ilçesini feth eden BOZKIR Bey’den ilçenin BOZKIR adını aldığı bilinmektedir. Bozkır Bey’in hayatı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yalnız halk arasında “Yazı Kolu” denilen ve ilçe etrafındaki köylerle Suğla Gölü arasındaki az engebeli bölgede ve kendisine ait Türk Boylarıyla burada oturduğu ve adını verdiği anlaşılmaktadır. İlçenin Çumra, Karaman ve Hadim’e komşu olan bölgesinde ise 15. ve 18. yüzyıllarda Belviran adlı bir ilçe bulunmaktaydı. Halk şimdi bu bölgeye “Dağ Kolu” adını vermiştir.

Osmanlı devrinde Bozkır idari bakımdan değişikler geçirmiştir. XV ve XVI. yüzyıllarda Yazı Kolu bölgesinde bazı topraklar Bozkır Bey ve çocuklarının elindeydi. Yine vergi defterlerinden anlaşıldığına göre aralarında tek bir Hristiyan bulunmayan Bozkır Halkının büyük bir çoğunluğu çiftçilik, sayısı epeyce tutan bir kısmı da Sipahi ve Müsellim olarak devlet hizmetinde veya SEKBAN ve SARUCA adları ile Beylerbeyi ve Sancak Beylerinin yanlarında ücretle askerlik ederlerdi.

Yakın tarihimizde; Bozkır İsyanları diye bilinen ve gerçeğinde “Bozkır’da Zeynel Abidin İsyanları” denmesi gereken olayları organize eden kişiler, gerçekte Bozkırlı değillerdir. İsyanlarda lider olarak karşımıza çıkan bu kişi malum kişi (Zeynel Abidin) Osmanlı Devletinin Bozkır ve Köylerinde halka dini bilgiler vermek üzere Hatip olarak görevlendirdiği insandır. Bu türden görevlilerin çoğunluğu ise Şeyh Zeynel Abidin Efendi ile onun akrabalarından oluşmaktadır.

Bozkırda 1. Zeynel Abidin İsyanında ön planda olanlardan Delibaş Mehmet’ in zannedildiği gibi Bozkırlı olmadığı Konya’nın İçeri Çumra nahiyesine bağlı Alibeyhüyüğü Köyünde Muhtar olmuş bir kişi olup, buraya da sonradan gelerek yerleşen Arnavut asıllı bir ailenin oğludur. Zamanın şartları içerisinde gerek Osmanlı Devri gerek I. Dünya Harbi gerekse Milli Mücadelede Yemenden Kafkasya’ya Kafkasya’dan Çanakkale’ye Çanakkale’den Sakarya’ya kadar aile fertleri içerisinde pek çok şehit veren Devlet ve Milletine canı ve malı ile tarihin her devresinde fedakarlıktan kaçınmayan Bozkır İnsanı yanlış değerlendirmelere tabi tutulmuş ve objektif bir araştırma da günümüze kadar yapılamadığından bu yanlış anlaşılma Bozkırımız için üzücü bir durum olmaya maalesef devam etmektedir.

ÇELTİK

TARİHÇE

İlçenin kuruluşu 11. ve 12. Yüz yıla kadar uzanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı'nın "Konya Tarihi" adlı eserine göre Çeltik in geçmişi Karaman Eyaletine bağlı Akça şehrine dayanmaktadır. Çeltik yakınlarındaki İbanın Kuyusu denilen yerde kurulan Akça şehri 1902 de ilçe kimliği kazanmış, ancak bataklığı ve sivrisinek çokluğu sebebiyle ilçe sıfatıyla önce Hatırliya verilmiş, Daha sonra da Cihanbeyli ye aktarılmış ve 1990 yılında ilçe olmuştur.

Konya’nın kuzey batısında yer alan Çeltik, Doğuda Polatlı, batıda Emirdağ, Güneyde Yunak, Kuzeyde ise Sivrihisar ile çevrilidir. İç Batı Anadolu üzerinde kurulmuş Çeltik'te kara iklimi hüküm sürmekte, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı geçmektedir. Çeltik 2 kasaba ile 7 köye sahip bulunmaktadır.

OLUŞUM

Adının nerden geldiği;

Eskiden buralarda pirinç ekimi yapıldığı için ismine çeltik denilmiştir. Sivrisineğin çok olması nedeniylede pirinç ekiminden vazgeçilmiştir.

İlçeye ilk yerleşenler;

Alişan Beyler: Köktenler (Harput’tan gelme)
Kadir Beyler: Çakırlar (Harput’tan gelme)
Hüseyin Beyler: Sevinçler (Harput’tan gelme)
Malazlı oğulları: Şişman, akıncı, önder (Malazgirt’ten gelme)
Leyli oğulları: Baykondu (Niğde’den gelme)
Kahveci oğulları: Babayiğit, Tazegül (Maraş’tan gelme)
Tommul oğulları: Avşar, Selvili, biricik (Malatya’dan gelme)
Zuhaller :(Yozgat’tan gelme)
Molla Süleymanlar: Ergül, Selvili, Biricik (Malatya’dan gelme)
Reyhan oğulları: Mercanlar (Hatay'dan gelme)
1957-1968 yılları arasında buraya Karadeniz, Emirdağ ve Doğanhisar’dan gelerek yerleşmişlerdir

TARİHİ

Bizanslılar devri: Bizanslılar devrinde Akçaşehir olarak görülür Polathisar ve Sarıkaya oyla mağaraları buranın önemli bir merkez olduğunu ispatlar Akçaşehir o devirde ipek yolu (altın yolu üzerinde bir ticaret merkezi idi) Akçaşehir ikinci Beyazıt zamanına kadar tarihte görülmektedir. İbrahim hakkı Konyalı'nın Konya Tarihi eserinin 113. ve 115. sayfasında 1490 yılında yapılan Karaman eyaletinin kazalarını sayarken Akçaşehrin Konya'ya bağlı bir kaza olduğu belirtilir. Aynı eserin 976. sayfasında vakıflar ve imaretten bahsediliyor ve 2. Selim'in 1566'da yaptırdığı bir tarihte Çeltik'in Turgut kazasına bağlı olduğu söyleniyor, buna göre Akçaşehir'den Çeltik köyüne geçiş meydana çıkıyor.

Çeltik Meydan Cami'inin incelenmesinde 1484 tarihinde birinci, 1814 tarihinde 2., 1948 tarihinde 3. tamiratın yapıldığı belirlenmiştir.

Bu duruma göre Çeltik'in kuruluşunu çok öncelere götürmektedir. Akçaşehir ile Çeltik aynı yerde kurulmamıştır. Akçaşehir Çeltik'in 5 km kuzeyinde ibonun kuyusu denilen yaylalarda kurulan bir Bizans şehridir. Çeltik ise bir Selçuklu köyüdür. İlçenin kuruluşuna ait kesin bir bilgi olmamasına rağmen caminin tamiratına bakılarak 11 veya 12. asırda kurulduğu tahmin edilmektedir.

ALİŞAN BEYLER

Harput’tan gelerek buraya yerleşen Alişan Bey kabilesi devletin vergi kervanını koruyan İç Anadolu da tımar sahibi inzibatı görevi yapan Alişan beyleri görüyoruz büyük kol sarı ve son bey Alişan Bey olarak nesilden nesile intikal etmiştir. Büyük Alişan beyin Kumara namındaki eşkıya tarafından öldürüldüğü kel Alişan beyin Kumara’yı öldürtüp başını keserek zamanın padişahına gönderdiğini kendisinin de İstanbul'da öldüğünü sarı Alişan beyin ise Şihbizinlilerle masaf kavgasını yaptığını ve bu kavgada 7 oğlunu kaybettiğini öğreniyoruz. Son bey Alişan beyin ise Çeltik Camii önündeki mezarda yattığını ve 1858 de öldüğünü biliyoruz. Alişan beyler devrinde Çeltik orta Anadolu'da sayılı merkezlerden biri haline geldi hatta 1845'te Aşık Dertli Alişan Bey'in himayesine sığınmıştır.

İLÇE VE KASABALIK DEVRİ

1902 yılında Alişan Bey'in torunu Derviş Bey'in çalışması neticesi Çeltik ilçe olmuştur. Derviş Bey'in ölümü ile aşağı Piribeyli beyi Ahmet Efendi meydanî boş bularak bazı entrikalarla Çeltik'in bataklığını bahane edip yaşanmaz raporu verdirerek 1912 yılında ilçeliğin Çeltik'ten alınarak Hatırlı'ya oradan da Cihanbeyli'ye verilmiştir. 1958 yılına kadar köy kalan Çeltik bu tarihte bucak 1968 yılında kasaba olmuştur.

CİHANBEYLİ

İlçemiz Cihanbeyli'nin tarihi geçmişi Konya tarihi ile paraleldir. Konya'yı Cihanbeyli'den ayıran doğal sınırlar yoktur. Cihanbeyli tarihi gelişimi, coğrafi ve sosyal yaşantısı yönünden Konya'nın bir parçasıdır.

Cihanbeyli'nin ilk adı Esbikeşan'dır. Daha sonraları "İnevi" adını almış ve uzun yıllar İnevi adını taşımıştır. Esbikeşan İlçesi ilçelikten bucaklığa, bucaklıktan ilçeliğe çok kez yer değiştirmiştir.
 
Böğrüdelik Köyü'ne Cambegli Aşireti yerleşir. Böğrüdelik 1928 yılında ilçe merkezi olur. Cihanbeyli de "Mürseli Efendi" Nahiyesi adını alarak bu ilçeye bağlanır. 1929 yılında Böğrüdelik'ten ilçelik kaldırılır, Mürseli Efendi Bucağı ilçe olur. Böğrüdelik'te bulunan Cambeyli Aşireti'nin adına uygun olarak Mürseli Efendi adı Cihanbeyli'ye dönüştürülür.

Cihanbeyli, İç Anadolu Bölgesi'nin orta kısımlarına düşer. Bağlı olduğu Konya İli'nin 100 km. kuzeyinde, Tuz Gölü'nün batısındadır. Konya-Ankara yolu ilçemize canlılık katmaktadır.

Cihanbeyli kuzeye doğru uzanan Konya Ovası'nın devamı gibidir. İlçenin bulunduğu kesimler geniş yayla özelliği gösterir. Ova-yayla özellikleri Ankara'ya doğru Kulu İlçesi komşusunu da alarak sürer.

Ovaların deniz yüzeyinden yüksekliği genellikle 950 ile 1000 metre arasındadır. Yayla kısımlarının deniz seviyesinden yükseklikleri 1000 metreyi aşar.

Önemli tepesi, güneyde bulunan Bozdağ'dır. Yüksekliği 1150 m'yi bulur. Cihanbeyli'nin doğusunda Tuz gölü ve Aksaray İli, batısında Sarayönü ve Yunak ilçeleri, güneyinde Altınekin İlçesi, kuzeyinde Kulu ile Haymana ilçeleri vardır.

Cihanbeyli yöresinin tek akarsuyu İnsuyu Çayı'dır. Tersishan (Tersakan), Süt Gölü, Acı Göl ve Adil Göl, başlıca gölleridir.

ÇUMRA

TARİHİ VE COĞRAFİ YAPISI

Çumra İlçe Merkezi Konya'nın 43 km güneydoğusunda Konya - Karaman demiryolu üzerine kurulmuştur. 1926 yıllarında doğup gelişmiş bir kenttir. İsmini bir rivayete göre çamurdan, diğer bir rivayette  ise cümleniz beraber olun deyişindeki cümle kelimesinden almaktadır. İlçe tarih olarak yakın bir geçmişe sahiptir. 1894 yılında yapımına başlanan ve 1913 yılında bitirilen Haydarpaşa-Bağdat demiryolunun yapımı esnasında Çumra'nın bulunduğu yere bir istasyon yapılmış ve bu bina Çumra'ya yapılan ilk bina olmuştur. Çarşamba Kanalı'nın açılarak, bataklıkların kurutulup ıslah edilmesi, Konya Ovası'nın sulanması maksadıyla 1907-1914 yıllarında yapılan sulama tesislerinin işletme binaları da Çumra'ya inşa edilmiştir.

1926 yılına gelinceye kadar Çumra deyince bugünkü İçeriçumra Kasabamız akla gelmekte idi. M. Kemal Atatürk trenle Adana'ya giderken Çumra'da verdiği mola esnasında Çumra istasyonundan etrafı seyredip sulama tesis ve lojmanlarını gördükten sonra ; '"Bu şirin beldeyi geliştirmek, buraya önem vermek lazımdır. Çumra İlçe olmaya layıktır" demiş Atatürk'ün emri üzerine 26 Haziran 1926 tarihinde 877 Sayılı Kanunla Çumra İlçe merkezi haline getirilmiştir. 1936 ve 1950 yıllarında balkanlardan Anadolu'ya yelen göçmen aileleri Çumra'ya yerleştirilmiş, takip eden yıllarda da Hadim, Bozkır, Ermenek gibi İlçeler ve yakın köy ve kasabalardan gelen göçlerle İlçe gittikçe büyümüş ve bu günkü halini almıştır.

Yakın bir geçmişe sahip olduğu için İlçe Merkezinde tarihi eser yoktur. Çumra'da yerleşik hayatın, Çumra'ya 12 km. uzaklıkta bulunan Çatalhöyük ve çevresinde MÖ 7000 yıllarına kadar uzandığı bilinmektedir, ticaretin, hayvanların evcilleştirilmesinin, takı, ziynet eşyası, resim ve heykel sanatlarıyla dokumacılığın ilk kez burada yapıldığı, toprak kaplar ve bakırın ilk kez burada kullanıldığı. Neolitik devre ait ilerlemiş bir medeniyetin buradan başlayıp dünyaya yayıldığı tahmin edilmektedir. İngiliz Arkeolog James tarafından 1961 ve 1965 yılları arasında yapılan kazılarda elde edilen bulgulardan Çatalhöyük'e ilk binaların MÖ 5650 yıllarında yapıldığı, 1050 yıllık zaman dilimi içerisinde kentin yıkıldıkça birbiri üzerine inşa edilen 9 kattan oluştuğu, bu yerleşim biriminin ilk döneminde 1000'den fazla konut ve 5-6 bin kişiyi bulan nüfusuyla Yakındoğu'nun bilinen en büyük köy ya da kasabalarından biri olduğu sanılmaktadır. Yine konutların tümüyle tek katlı olarak kerpiçten inşa edildiği, bitişik düzende birbirine yapışık oldukları, sokak yada geçidin olmadığı bu yapıda girişlerin çatıdaki delikten aşağıya merdiven sarkıtılarak yapıldığı tahmin edilmektedir. 1965 yılında ara verilen kazılara 1993 yılında İngiliz Arkeolog İan Hodder tarafından tekrar başlanmış ve bu kazılara her yıl temmuz ve ağustos aylarında dünyanın değişik ülkelerinden gelen arkeologlarla devam edilmektedir. Kazıdan çıkarılan eserlerin bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, bir kısmı da Konya Müzesi'nde sergilenmekledir.

Çatalhüyük'ten başka Neolitik devirden kalma Çumra ve çevresinde bir çok Hüyük mevcuttur. Bunlar Sırçalıhüyük, Seyithanhüyüğü, Karahüyük, Karkınhüyüğü, Dedemoğluhüyüğü, İçericumrahüyüğü, Alibeyhüyüğü, Abditoluhüyüğü ve Üçhüyük köyünde bulunan 3 adet höyüktür. Yörede Selçuklu hâkimiyeti bilinmesine rağmen herhangi bir tarihi esere rastlanılmamaktadır. Ancak Karamanoğulları'ndan kalma halen mevcut Çarşamba çayı üzerinde Dineksaray, Balçıkhisar, Tavşankoprü, Karaman, Seyithan ve Karkın köprüleri ile Içeriçumra Kasabası'nda yine Karamanoğulları döneminde yapılan tarihi Esatpaşa Camii bulunmaktadır.

Neolitik devirden sonra Çumra çevresi Hititler, Persler ve Frigyalıların idarelerinde kalmıştır. Anadolu'yu fethederek Anadolu Selçuklu Devleti'ni kuran Süleyman Şah'ın 1075 yılında Konya'yı alarak başkent yapması yörenin Türk egemenliğine geçtiği dönemdir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra yörede Karamanoğlu Beyliği kurulmuş ve bir süre hüküm sürmüştür, ilçenin şimdiki sakinlerinin bir çoğunun Selçuklularla gelen Türk boylarının olduğu anlaşılmaktadır. (Karkın, Avşar, vb.) Fatih Sultan Mehmet tarafından Karamanoğlu Beyliği'nin ortadan kaldırılması ile Osmanlı yönetimine giren yöremiz, o dönemlerde şu anda ilçe olan Çumra'nın bulunduğu yerin bataklıklarla kaplı olduğu bilinmektedir.

İlçe kuzeyinde Karatay, doğusunda Karapınar, batısında Akören, Meram, güneybatısında Bozkır, Güneysınır ilçeleri, güneydoğusunda da Karaman ili ile sınırlı olup genel anlamda 37-38 doğu meridyenleri ile 33-34 kuzey enlemleri arasında köy ve kasabalarıyla beraber toplam 2330 km2'lik bir alan üzerinde kuruludur. İlçenin denizden yüksekliği 1013 m olup Konya'dan 13 m daha aşağıdadır. İlçe ova üzerine kurulu olup Apa ile Dinek Kasabası ve onların etrafındaki 6 köyde ormanlık yerler mevcuttur. İlçenin mevcut olan karasal iklimi, dolayısıyla doğal bitki örtüsü bozkırdır. Ova daha çok çorağa ve sıcağa dayanıklı bitkilerle kaplıdır. Güneybatıda 1321 m rakımlı Kel Dağı, Çökek Dağı, güneyde Kabakbaşı, Karaburun dağları, doğuda Çumra ile Karaman hududunu birbirinden ayıran ovanın ortasında 2288 m rakımlı Karadağ bulunmakladır. Alibeyhüyügü Kasabası'nın güneybatısında, mahalli isimle söylenen üzerinde bitki örtüsü bulunmayan Abaz Dağı vardır.

DERBENT

TARİHÇE

Osmanlı döneminde, “derbent” kelimesi teşkilat anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda, dağlar üzerindeki geçitlerde ve boğazlarda kullanılan karakollara “derbent” denilmiştir.

Derbent, Selçuklular döneminde “Eşrefoğulları Beyliği” sınırları içinde kalmıştır. Eşrefoğulları Beylik sınırları; Beyşehir ve Seydişehir'den sonra, Ilgın, Bolvadin ve Akşehir sınırlarını içine alır. Bozkır, Şarkîkaraağaç, Yalvaç, Gelendost, Kıreli, Doğanhisar ve hatta Çal gibi şehirler de zaman zaman beylik sınırlarına dâhil olmuştur.

Süleyman Şah'ın Timurtaş tarafından öldürülmesi üzerine Eşrefoğulları Beyliği de yıkılmıştır.

Derbent daha sonra, Osmanlı ve Karamanoğulları Devletleri arasında sık sık el değiştirmiştir. Karamanoğulları Beyliği'nin sona ermesiyle birlikte Derbent kesin olarak Osmanlı Devleti'ne dahil olmuştur.

16. yüzyıl Anadolu sancakları incelendiğinde, Derbent bu dönemde, Beyşehir sancağına bağlıdır. Beyşehir sancağına bağlı 11 nahiye vardı. 16. yüzyılda Derbent bu 11 nahiyeden olan “GÖÇÜ NAHİYESİ” ne bağlı bir köydür.

18. yüzyıla ait Osmanlı belgelerine göre, Derbent'in eski adı Tatlarhisarı'dır. Tatalrhisarı, Beyşehir sancağından sonra, 1729 yılına kadar, Akşehir Sancağı'nın Ilgın Kazası'na bağlı kalmıştır.

1722 yılında verilen kayda Tatlarhisarı Köyü, “derbent” hizmetine tayin edilmiştir. Bu belgede şu ifade yer almaktadır: “Ilgın Kazasına dahil bulunan, Tatlarhisarı (Çiğil) Derbent'i ahalisi, Derbent hizmetine dahil edildi. Avarızhanelerini tediye etmek ve derbentçilik yapmakla mükellef kılındı.”

Adı geçen belgede, Tatlarhisarı'nın kontrol sahası Çorukşık, Suvar, Tekne Çukuru, Selayun, Gürün, Corden, Tekeceli, Aktubeylim, Kabaoyuğu, Tilkörü isimli yerler içinde kalan topraklar idi.

Konya Salnamelerinde 1880'den sonra Derbent'i kayıtlı görüyoruz. Daha önceki Konya Salnamelerine rastlanamadı. Bu tarihte Derbent'te bir medrese bulunduğu, medresenin 40 öğrencisi olduğu yazılıdır.

18. asırda imparatorluk sınırları içindeki Derbent teşkilatları bozulmaya başlamıştır. Bu bozulma Konya Tatlarhisarı Derbent'i için de geçerlidir. Bozulma sonucunda, Tanzimat Devrinde yeni kurulan Zaptiye İdaresine bağlanan Derbent, bundan sonra da sadece “Derbent” ismiyle anılmaya başlanmış, kayıtlara da “Derbent” geçmiştir.

Kuruluşu 1722 yılına dayanan Derbent Konya’nın Kuzey batısında küçük bir ilçedir.

Derbent Farsça kökenli bir kelime olup, Der: Geçit, Bent: Tutmak gibi iki kısımdan ibarettir.

Osmanlılar döneminde dağlar üzerinde, geçit yerlerinde ve boğazlarda karakol niteliğinde kurulmuş yerlere Derbent ve bu karakollarda görev yapan askerlere Derbentçi ismi verilmiştir.
Derbent’in bulunduğu yer, konum itibarıyla Osmanlılar döneminde korunması gereken bir geçit yeri olduğu için sürekli olarak Derbentçiler tarafından korunmuş ve Derbentçiler burada konuşlandırılmış olup, ismini de buradan almış ve bu güne kadar taşımış “Derbent” olarak devam etmiştir.

Cumhuriyetin ilanından 1930 yılına kadar köy olan Derbent, bu tarihten itibaren Belediyelik olmuş, 09.05.1990 tarihinde T.B.M.M.’inde kabul edilip 20.05.1990 tarih ve 20523 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3644 sayılı kanunla ilçe yapılmıştır.

Derbent İlçesi kuruluş çalışmalarını tamamlayarak 09.08.1991 tarihinde fiilen hizmete başlamıştır.

DEREBUCAK

TARİHÇE

Derebucak İlçesi'nin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle beraber eldeki mevcut bilgilerden; Bayramyeri, Yukarıköy, Balat, Çukurlar ve Seniryeri adlı mevkilerden aşiretler halinde gelip toplanarak 1200 ile 1300 yılları arasında bu günkü Derebucak’ ı kurdukları sanılmaktadır.

Önceleri Antalya İli Alanya İlçesi'ne bağlı iken sonradan Akseki İlçesi'ne bağlanmış, 1900 yıllarında Akseki’den ayrılarak Konya İli Seydişehir İlçesi'ne bağlanmıştır. 1967 yılında Belediye teşkilatı kurularak Beyşehir İlçesi'ne bağlanmıştır.

1987 Yılında çıkan 3392 Sayılı “103 İlçe Kurulması Hakkında Kanun”  ile İlçe olmuş ve Ağustos 1988 tarihinde Beyşehir’den ayrılarak fiilen ilçe hüviyetini kazanmıştır.

DOĞANHİSAR

TARİHÇE

Doğanhisar M.Ö. 500 yıllarında Metyos adıyla kurulmuştur. M.S.395 yılında Bizans İmparatorluğu'nun eline geçmiş M.S 704-708 yıllarında Emevi ve Abbasi ordularının taarruzlarına uğramış bu savaşlarda şehit olan Seyyid Ahmet’in mezarı Kızılışık mevkisinde bulunmaktadır. 1071 Malazgirt Savaşı'na müteakip Selçukluların batıya yayılışları sırasında 1110 yılında Doğanhisar Türk hakimiyetine geçmiştir. Şehrin adı Selçukluların arması DOĞAN kuşuna izafeten “DOĞAN KALESİ” olarak değişmiştir. Daha sonra Doğanhisar adını almıştır. Doğanhisar 1298 tarihinde Karamanoğulları idaresine geçmiş Fatih Sultan Mehmet devrinde 1473 yılında Karamanoğulları saltanatına son verilerek Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Cumhuriyet'ten sonra 1957 yılında ilçe merkezi olmuştur.

EMİRGAZİ

TARİHÇE    

İlçemiz Emirgazi tarihinin Hititlere kadar dayandığı, Eski Kışla (Dikilitaş-Yukarı Kışla) ve Arısama (Belkaya) da yapılan kazılarda bulunan tabletlerden anlaşılmaktadır.

Hititlerden kalma Eski Kışla diye adlandırılan yerleşim merkezi üzerinde bulunan kale ve yer altı şehrinden Romalılar ve Bizanslılar faydalanmışlardır. Rivayetlere göre bu yerleşim merkezindeki ve Bağlıca Köyü'ndeki halk 5 asır kadar önce dağılarak bir kısmı Arısama Dağı'ndaki kaleye bir kısmı da şimdiki Emirgazi’ nin kurulu olduğu yere yerleşmişlerdir.

İlçenin yaklaşık 2 km kuzeyinde yer alan ve Kötü Dağ ismiyle anılan dağ üzerinde bir kale mevcut olup, kale ve çevresindeki yerleşim yerlerinde eski zamanlarda yapılan kaçak kazılar sonucu; Hitit, Firigya, Roma ve Bizans uygarlıklarının daha önce bu yerde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

İlçe adını 2 km güneydoğusundaki “EMRULGAZİ TÜRBESİ” nden almıştır.

EREĞLİ

TARİHÇE

Ereğli adını; Bizans İmparatoru Herakliyüs adı ise Yunan mitolojisinde yarı tanrılaşmış bir kahraman olan Herakles`ten gelmektedir. “Herakliyüs” kelimesi zaman içinde Türkçe'nin ses yapısına uygun olarak; Herakle > İrakle > Eregle > Eregli > Eregliyye > EREĞLİ şeklini almıştır. Evliya Çelebi Seyahatname'sinde ise Alaattin KEYKUBAT'ın Ereğli'den bir sefer dönüşü geçerken Peygamber Pınarı denilen (şu anda Akhüyük köyünde bulunan) çamurun yaralı askerlerinin yaralarına şifa olduğundan dolayı buraya ERKİLİ (Ereğli) dediği için adını buradan aldığı yazılır.

Ereğli İç Anadolu ile Çukurova arasında geçit bölgesinde bulunduğu için pek çok devletin egemenliğine geçmiş, tarihte önemli savaşların merkezi ve geçit güzergahı olmuştur. Anadolu’da M.Ö. 3000 ve 2000 yıllarında bir çok şehir devleti kurulmuştur. Önce Hititler tarafından kurulan Tuvana Krallığı (Tyana–Heraklia)'da bu şehir devletlerinden biri olup, 1200-742 yılları arasında merkezi Ereğli olmak üzere hüküm sürmüştür. Bu krallıktan günümüze Kral Warpalavas‘a ait İvriz Köyü (Aydınkent) kaya kabartması kalmıştır. Tuvana Krallığı’nın yıkılmasından sonra Asurlular'ın egemenliğine geçen Ereğli pek çok savaşa şahit olmuştur. Ereğli M.Ö. 64 yılında bütün Anadolu ile birlikte Romalıların eline geçmiş 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizanslılar) İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde kalmıştır.

Arapların Doğu Roma İmparatoru Heraklius'u yendikleri Yermük savaşından sonra Adana ve Tarsus'tan Toroslara kadar ilerleyen Hz. Ömer Bizans akınlarına karşılık İç Anadolu'ya yapılan akınlar sırasında Ereğli'nin gelirinin Beytül Mal’a gönderilmesini Bizans’a kabul ettirmiştir. Abbasi devletinin zayıflamasıyla tekrar, Bizans hakimiyetine geçen Ereğli’yi Bizanslılar bir üst olarak kullanmışlardır.

Ereğli Malazgirt Savaşı’ndan altı yıl sonra (1077) Kutalmışoğlu Süleyman Şah zamanında Anadolu Selçukluları'nın eline geçmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey, 1276 yılında Konya’yı alarak Karamanoğulları Beyliği'ni başkent yaptı ve Ereğli bu beyliğe bağlanmış oldu.

1398‘de Osmanlı topraklarına katılmışsa da daha sonra ki zaman sürecinde Karamanoğulları ile Osmanoğullları arasında el değiştirmiştir. 1457 yılından itibaren kesintisiz olarak Osmanlı yönetimine girmiştir. Osmanlılar zamanında Ereğli ‘ye bir çok vakıf, camii, kervansaray, türbe yapılmıştır. Ulu Camii, Rüştem Paşa Kervansarayı, Şifa Hamamı kullanılmaktadır. Milli mücadele döneminde Adana ve çevresini işgal eden Fransızlar, Akdenizi Anadolu'ya bağlayan yol üzerinde bulunan Ereğli‘yi işgal etmeyi planlamıştır. Ancak Ereğli Guvarnörlük‘üne yazılan bir mektubun Ereğli postanesinde ele geçirilmesiyle işgal planı anlaşılmış, Niğde’de bulunan 126 Alay Komutanı Alb. Rüştü Bey Ereğli‘de Kuva-i Milliye’yi kurmuş, Ereğli’yi işgale gelen bir Fransız yüzbaşısı ve emrindeki askerlere bu fırsatı vermemiştir. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Konya İli'ne bağlı bir ilçe olarak örgütlenmiştir.

GÜNEYSINIR

TARİHÇE

Güneysınır, Konya İli'nin bir ilçesidir. Konya'ya 75 km uzaklıkta, Konya-Karaman D715 karayolunun 11 km batısında yer alan ilçe merkezini oluşturan iki yerleşim yeri, Osmanlı döneminde Karasınır ve Elmasun olarak bilinen köylerdi. Her iki köyle ilgili kayıtlara, 1531 tarihli Muhasebe Defteri'nde ve 1584 tarihli tahrir defterlerinde rastlanmaktadır. Ayrıca Elmasun, 19. yüzyılda batılı coğrafyacılar tarafından hazırlanan çeşitli haritalarda, örneğin Tallis tarafından yayınlanan 1851 tarihli Asia Minor Haritası'nda gösterilmektedir. Her iki köy cumhuriyet döneminde önce Bozkır İlçesi'ne bağlı iken 1955 yılında Çumra İlçesi'ne bağlanmıştır.

20.05.1990 tarih ve 20523 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan "3644 Sayılı 130 İlçe Kurulması Hakkında Kanun" ile 09 Mayıs 1990 tarihinde Güneybağ ve Karasınır Belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılarak  "Güneysınır"  adıyla tek bir belediye kurulmasına, Güneysınır merkez olmak üzere Konya İli'nde Güneysınır adıyla ilçe kurulmasına karar verilmiştir.  Karasınır, Güneybağ ve Emirhan ise ilçenin mahalleri haline gelmiştir. İlçe idare binalarının Karasınır ve Güneybağ mahalleleri arasındaki ortak uzaklıktaki alana taşınmasıyla ilçe merkezi oluşmuştur.

Halk arasında "Gavur Hüyüğü" ve "Güdelesin" diye bilinen hüyükten ve civardaki bazı köylerden, eski çağlara ait topraktan yapılmış çanak, çömlek, tuğla ile madenî eşya kalıntılarının ortaya çıkmış olması; ilçede yerleşik hayatın çok eski zamanlarda başlamış olduğuna işaret etmektedir. Bilge Umar'ın Türkiye'deki Tarihsel Adlar kitabında Elmasun adının etimolojisi Hititler'den önce Orta Anadolu'ya hakim olan Luwi diline dayandırılmaktadır.

İlçenin adı, Güneybağ'daki "Güney" ile Karasınır'daki "sınır" kelimelerinin birleştirilmesiyle "GÜNEYSINIR" olarak belirlenmiştir.

HADİM

TARİHÇE

İlçe merkezinin tarihi, antik dönemlere kadar uzanır. Çevresinde Bizans ve Roma dönemlerine ait bir çok yerleşim yerlerinin kalıntıları mevcuttur. 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra, Anadolu’ya yayılarak, Anadolu’yu yurt edinen Türk boylarından bir aşirette, Buhara'dan gelerek, Taşkent İlçesi'ne bağlı, Avşar Kasabası yöresinde yerleştiği görülür. Bu aşiretin bir kolu, Kara Hacı Mustafa Efendi başkanlığında, şimdiki Hadim'in bulunduğu yere yerleşmişlerdir. Anadolu’nun kültürel yönden Türkleştirilmesi esnasında din âlimlerinin yetiştiği bir yer durumuna gelen buraya “ Belde-i Hadimül-İlm ” adı verilmiştir. Anlamı ilme hizmet eden belde manasına gelmektedir. İlçemizin adının oradan geldiği anlaşılmaktadır.

Hadim 1872 yılında, sancak haline gelmiş ve Karaman İlçesi'ne bağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde 1926'da Konya’ya bağlı ilçe haline gelmiştir.

COĞRAFİ DURUM

İlçemiz 1530 rakımda kurulmuş olup, 926 km² yüzölçümüne sahiptir. Konya’ya uzaklığı 128 km’dir.

İlçemiz coğrafi yapı olarak incelendiğinde, Güney Avrupa’dan başlayan Alp Dağları'nın doğuya doğru uzanması ile Akdeniz kıyı şeridini İç Anadolu ova ve yaylalarından ayırtan Toros Dağları'nın, orta Toros'lar ismi verilen kısmında sarp kayalık ve yüksek tepeler arasındaki vadide kurulmuştur.

Bu nedenle, Hadim denilince yüksekliği kimi yerde, 2588-m‘yi bulan yalçın kayalarla kaplı dağlar, yüksek ve dik yamaçlı tepeler, bu dağ ve tepeler arasında küçük akarsular ve eni gayet dar olan oluk şeklinde vadilerden meydana gelen bir coğrafya parçası göz önünde canlandırılmalıdır. Bu dağ ve tepelerin büyük çoğunluğu ormanlıktır.

İlçemizde Akdeniz iklimi ile İç Anadolu’nun kara iklimi arasında geçiş iklimi karakteri arz eden, iklim türü görülür.

HALKAPINAR

TARİHÇE

M.Ö. 3000 ile 2000 yılları arasında Anadolu’da kurulan şehir devletlerinden birisi de Ön Hititler tarafindan kurulan ve merkezi ilçenin 4 km güneyindeki Aydinkent (Ivriz) Köyü'nde bulunan Tuvana Krallığı (Tyana Herekleia) şehir devleti olup, bu devlet merkezi Aydınkent (İvriz) olmak üzere M.Ö. 1200 ile 742 yıllari arasinda hüküm sürmüştür.

Bu krallıktan günümüze halen Aydınkent Köyü'nde bulunan Kral Warpalavas'a ait İvriz Kaya Kabartmasi kalmiştir.
Tuvana Kralliği'nin yıkılmasından sonra Asurluların egemenliğine geçen Halkapınar pek çok savaşa sahne olmuştur.

M.Ö. 64 yılında bütün Anadolu ile birlikte Romalılarin eline geçmiş olan Halkapınar, 395 yılında Roma İmparatorlugunun ikiye ayrilmasiyla Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde kalmıştır. Arapların Doğu Roma İmparatoru Heraklius'u yenilgiye uğrattıklari Yermük Savaşından sonra Adana ve Tarsus'tan Toroslara kadar ilerleyen Araplar, Bizans akınlarına mukabil İç Anadolu'ya yapılan akınlar sırasında Bizans’a; Halkapınar'in bir kısmı ile Ereğli'nin gelirini Beytülmal'a gönderilmesini kabul ettirmiştir. Abbasi Devleti'nin zayıflamasıyla tekrar tamamen Bizans hakimiyetine geçen Halkapınar civarındaki kaleleri Bizanslılar bir üs olarak kullanmışlardır.

Halkapınar, Malazgirt Savaş'ından 6 yıl sonra (1077) Kutalmisoglu Süleyman Sah zamanında Anadolu Selçukluları'nın eline geçmiştir. 1276 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey'in Konya'yı almasıyla Karaman Beyliğinin egemenliğine geçen Halkapınar, 1398 yılında Ereğli ile birlikte Osmanlılarin egemenliğine geçmiştir. Daha sonra tekrar Karaman Beyliği'nin ve Memlüklüler'in idaresinde kalan Halkapınar, 1468 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Konya'yı almasıyla tamamen Osmanlı İmparatorluğu'nun sınrları içerisinde kalmiştır. Osmanlı İmparatorlugu zamanında bölge askersiz bir saha haline getirilerek, İstanbul'da oturan Darüsseade agasi tarafindan idare edilmistir.

Kurtuluş savaşından sonra Halkapınar; Konya İli, Ereğli İlçesine bağlı bir nahiye olarak, 1954 yılında kurulan belediye teşkilatı ile de bir Kasaba olarak örgütlenmiştir. İlçenin Zanapa olan eski ismi 1962 yılında degiştirilerek bugünkü Halkapınar adını almıştır.

Bölgedeki tarim alanlarının verimli bir kısmı 1985 yılında işletmeye açılan İvriz Baraji baraj alanında kalmistir. Bu da halkın bir kısmının Mersin ve Ereğli başta olmak üzere büyük sehirlere göçmesine neden olmuştur.

09/05/1990 tarih ve 3644 sayili kanunla ilçe olan Halkapınar'in, ilk İlçe Kaymakamı 23.08.1991 tarihinde göreve baslamıştır.

Bir yerleşim yeri olarak İlçe Türkler tarafindan fetih olunmadan önce şimdiki Karayusuflu ve Büyükdogan Köyleri arasındaki Bizanslilarin kurduğu Anari şehrinde bulunmaktaydı. O dönemde sehrin yerlesim ve yönetim merkezi Anari sehridir. Anari Kralinin çok sevdigi, güzel kizi ölünce adina bugünkü İlçemizde Zengi adinda bir mabet inşaa ettirilir. Halk ayın günlerinde Zengi mabedinde bulunurlarmış. Zengi sözü zaman zaman degişime uğrayarak Zanapa'ya dönüşmüstür. Bölge sık sık istila ve işgallere uğradığından zamanın Zengi mabedi yıkılmıs, tekrar yapılmıs, daha sonra tekrar yıkılmıştır. Yapılan araştırmalarda bütün bunlari ispatlayan bronz bir para bulunmuştur. Paranin bir yüzünde kiz resmi, diger yüzünde ise zengi ibaresi vardir.

Zanapa adi 1962 yilindan sonra Halkapinar olarak degistirilmistir.

HÜYÜK

TARİHÇE

Hüyük 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur.

Ayrıca bölgenin Yontma Taş Devri'nden beri iskana tabi tutulduğu, muhtelif yerlerde bulunan çeşitli tarihi eşyalardan anlaşılmaktadır.

Hüyük 1943 yılında Bucak, 1955 yılında belediye ve 4.7.1987 tarih ve 3392 sayılı Kanunla ilçe olmuş, 18 Ağustos 1988 tarihinde kaymakamın gelişi ile fiilen ilçelik faaliyetlerine başlamıştır.

İlçe merkezi Konya’nın batısında yer almakta olup, mevcut karayolu ile Konya’ya uzaklığı 85 km'dir. Kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde Beyşehir İlçesi yer almaktadır.

İlçenin kuzey ve doğusu dağlar ile çevrilidir. Kuzeyinde Sultan Dağları yer almaktadır. Batısında Beyşehir Gölü ve güneyinde de engebeli ve yayvan sırtlarla çevrili kuru ziraatın yapıldığı tarım arazileri vardır. İlçenin büyük bir kısmındaki toprak yapısı da aynıdır.

İlçe konum itibari ile Akdeniz bölgesinin kuzeyinde ve Göller Bölgesi'nde yer aldığından, iklim olarak Akdeniz ile İç Anadolu iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Göller Bölgesi'nin tipik özelliği olarak, yazlar sıcak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.

Akarsu olarak ise, kuzey ve doğudaki dağlık arazinin yağmur sularını Beyşehir Gölü’ne ulaştıran küçük dereler vardır.

İlçenin denizden yüksekliği ise 1150 metredir.

ILGIN

KLASİK ÇAĞLARDA ILGIN

Ilgın, M.Ö.1500-1200 yılları arasında şimdiki iskan yerinin 25 km kuzey doğusunda Hititler tarafından YALBURT adında büyük bir şehir devleti olarak kurulmuştur. Su kaynaklarını kutsal sayan Hititler bir pınar etrafında büyük taşlar dikerek üzerine dini ve tarihi konuları yazmışlardır.

Klasik devirlerde TRİATUM olarak adlandırılan Ilgın, Kral Yolu’nun üzerinde bulunuş sebebiyle önemli bir şehir olarak dikkati çeker. Ege kıyısında Lidya'nın başkenti Sard’dan başlayıp Mezepotamya’ya kadar ulaşan Kral Yolu üzerinde bulunan Ilgın çevresi, sırasıyla Hitit, Firik, Lidya, Roma ve Bizans devirlerini yaşadıktan sonra 1077 yılında  Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından fethedilerek Büyük Selçuklu topraklarına katılmıştır.

ANADOLU SELÇUKLULARI VE ILGIN

Ilgın, Anadolu Selçukluları zamanında Başkent Konya'nın değerli bir su şehri idi. Haçlı Seferleri sırasında birçok kez yağma edilen Ilgın, Selçuklular zamanında bilhassa Alaaddin Keykubat ve II Gıyaseddin Keyhusrev zamanında çok imar görmüştür. Alaaddin Keykubat ve Vezir Sahip Ata tarafından büyük bir kaplıca binası (hamam) inşaa edilmiştir. Bundan dolayı Ab-ı Germ (Kaplıca) şehri olarak tanınmıştır.

Belirli bir toprak gelirinin askerlere veya yararlılığı görülenlere verilmesi yöntemi olarak tımar sistemi Ilgın üzerinde de uygulanmıştır. Alaaddin Keykubat’a Erzincan’ı teslim eden ve kendisine yardımlarda bulunan Mengücekoğlu Davut Şah’a 1227 yılında Akşehir ile birlikte tımar olarak verilen Ilgın, daha sonra Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin ve oğullarının eline geçmiştir.

Selçuklu Veziri Sadeddin İsa’nın türbesi de ilçemizde Şıhbetrettin Mahallesi’nde bulunmaktadır.

ANADOLU BEYLİKLERİ DÖNEMİNDE ILGIN

Anadolu Selçuklu Devleti’nin son sultanının 1308’de Kayseri’de ölmesi üzerine Anadolu’nun idaresi Moğolların bir kolu olan ve Irak dolaylarına hakim olan İlhanlı Devleti’nin gönderdiği valiler tarafından sağlanmıştır. Ilgın ise Beyşehir dolaylarına hakim olan Eşrefoğulları Beyliği’nin eline geçmiştir. Eşrefoğulları'nın İlhanlılar tarafından ortadan kaldırılması üzerine 1307’de Isparta hakimi olan Hamitoğulları'nın eline geçmiştir. 1381 yılında Hamit oğlu Hüseyin Bey tarafından Osmanlı Padişahı I. Murat’a satılmıştır.
 
KARAMANOĞULLARI ZAMANINDA ILGIN

Ilgın’ın Osmanlılara satılmasından sonra Osmanlı-Karamanlı mücadeleleri sonrasında Karamanoğulları’nın eline geçmiş, 15.Yüzyıl başlarında Turgutoğulları’nın idaresine verilmiştir. Bazı kaynaklara göre ; Ilgın, Akşehir ve Aksaray Osmanlı Sultanı 1.Murat tarafından kızı Nefise Hatun’a, Karaman Beyi ile evlendirilirken çeyiz olarak verilmiştir.  

ILGIN'IN OSMANLI DEVLETİNE KATILIŞI

Karamanlı-Osmanlı mücadelesi sırasında Ilgın'da sık sık el değiştirmiştir. 1467’de Fatih Sultan Mehmet tarafından kesin olarak Osmanlı Devleti’ne katılmış ve Akşehir Sancağı’na bağlanmıştır. Fatih devrinde Karaman Eyaleti vakıf ve emlak yazımı yapılmıştır. Yazım sonunda Karaman Eyaleti 11 vilâyete ve 2 nahiyeye ayrılmış olup  Ilgın da vilâyetler arasında yer almıştır.
  
İkinci Beyazıt zamanında Karaman Eyaleti’nin ikinci bir yazımı daha yapılmış olup bu yazım sonunda Ilgın kaza olarak gösterilmiştir.
 
Ilgın, Anadolu Yaylası’nın ortasında olması sebebiyle Anadolu’ya yapılan her saldırıdan etkilenmiştir.

Lâlâ Mustafa Paşa Kıbrıs Seferi'ne giderken Ilgın’dan geçmiş ve halk arasında Kurşunlu Camii olarak bilinen camii ve kervansarayı yaptırmıştır. IV. Murat 1638’de Bağdat Seferine giderken Akşehir yoluyla Ilgın’a gelmiş, kaplıcanın karşısındaki geniş ovada otağını kurmuş ve bir de saray yaptırmıştır.  Fakat bugün bu sarayın kalıntıları yok olmuştur.

Kuruluş tarihi çok eskilere dayanan Ilgın, Cumhuriyet öncesinde de kaza merkezi durumunda bulunmaktaydı. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Konya'ya bağlı bir ilçe olma hüviyetini korumuştur.

Büyük taarruz öncesi Fahrettin ALTAY Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu ilçemizde konuşlanmış savaşa ilçemizde hazırlanmıştır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından da denetlenmiştir.

KADINHANI

İLK ÇAĞLARDA KADINHANI

Kadınhanı, Konya ve Ladik ile beraber ilkçağlara kadar uzanan oldukça eski bir tarihe sahiptir. Klasik Doğu Roma Dönemi’nde Yunan-Roma yolu üzerinde İkonium(Konya), Laodica Cambustra(Ladik), Pira(Kadınhanı), Philomelion(Ilgın) gibi önemli şehirler bulunmaktaydı. Bu önemli yol, doğu ticareti(İpek Yolu) ve Kral yolu olarak çok önemliydi. Posta teşkilatı da bu yolu kullanmakta ve üzerinde önemli hanlar bulunmaktaydı. Bu hanlar kralın emrinde idi.

Daha sonraki dönemlerde bu yol Bizans Askeri yolu olmuştur. Dorylaiin(Eskişehir), Amorian(Seyitgazi), Pira, Laodica, İkonium bu yol üzerinde bulunmuktaydı. 19. YY'da Konya’dan Eskişehir’e oradan da İstanbul’a ulaşan bu araba yoludur. Kudüs’e giden hacılar da bu yolu takip etmekteydi.

SELÇUKLULAR DÖNEMİ

1071 tarihinde Alparslan Gazi’nin Malazgirt Zaferi'yle beraber Türkler Anadolu’ya adım atmışlardır. Büyük Selçuklu Hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in 1077'de Konya ile beraber Kadınhanı topraklarını da Romalılardan alışıyla Oğuz Türkleri bu bölgeye yerleşmişlerdir. Oğuz Türkleri Romalıların kaçarken yakıp yıkarak bıraktıkları köy ve şehirleri onararak yerleştiler. Bu köy ve şehirlerin birçoklarının adlarını da kendi dillerine göre değiştirdiler. Kastel (kestel), kındıras o dönemin önemli yerleşim birimleridir.

Kadınhanı’na yerleştirilen Oğuz Boyları; Kınık, Bayat, Savur, Afşar ve Çaşdur’lardır. Kadınhanı merkezine Bayat Boyu Doğanlar oymağı (Doğanlar Mahallesi adını buradan alır), Üçok Kolu Çavundur Boyu (Çavundur Mahallesi) yerleşmiştir. Afşar boyu ise Afşarlı Köyü'ne yerleşmiştir. Kolukısa, Meydanlı ve Karahisarlı köylerimize ise Azeri Türkmenlerinden Şamlar Aşireti yerleşmiştir. Bu Oğuz Türklerinin bazıları ise konar-göçerlik hayatını sürdürmüşlerdir.

Bazı köylerimiz ise adını ünlü kişilerden almaktadır. Mesela Karakurtlu köyü adını Anadolu Selçuklu Sultanı I. Rüknettin Süleyman’ın başkomutanı Karakurt'tan almaktadır. Kökez köyü ise Karamanoğlu büyüklerinden Kökez Han'dan adını almaktadır. Eskiden Kadınhanı’nın adı Saideliydi ve savaşta üstün başarılar gösteren Said ismindeki bir beye arpalık olarak verildiği için bu adı almıştır. Turgutoğlu Hasan Bey Oğlu Ömer Bey Saideli’nin Emiri(Valisi) olarak geçmekte, H. 827 yılında yazdırdığı vakfiyesinde Saideli Vilayeti olarak zikredilmektedir.

Anadolu Selçukluları döneminde Raziye Devlet Hatun tarafından bu önemli ipek yolu üzerindeki Saideli yakınlarına bir kervansaray yaptırılmıştır.

Kadınhanı Karamanoğulları zamanında vilayet olarak idare edilmiştir. Karaman oğlu Mehmet Bey Konya ovasını zaptettikten sonra ikiye bölerek yarısını beylerinden Turgut Bey’e diğer yarısını da Bayburt Bey’e taksim etmiştir.(1277)

Turgutoğulları Orta Asya’dan gelerek Anadolu’ya yerleşmiş bir Türkmen aşireti idi.

Turgutoğulları daha sonraları Halep yoluyla Mısır’a gitmişler. 250 sene sonra Osmanlılar döneminde çıkan afla Ege Bölgesi'ne geri dönmüşler. Manisa Turgutlu ilçesini kurmuşlardır. Turgutoğulları Karamanoğulları'nın sadık bir emiri olarak Anadolu’da dini, askeri,Kültürel ve içtimai açıdan büyük hizmetler vermişlerdir. Turgutoğlu Hasan Bey oğlu Ömer Bey Saideli vilayetine bağlı Hatun Köyü (Bugünkü Kadınhanı ilçe merkezi)'nde bir tekke yaptırmıştır. Bu tekkeye de Konya’da Mevlana’nın muassır ve müridlerinden olan Cemel Ali (Çocukluğunda Mevlana’yı sırtında taşıdığı için böyle anılır.) tarafından yaptırılan mescidin imamı ve muallimi olan Şeyh Turud’u şeyh olarak tayin etmiştir. Daha sonra Şeyh Turud’un oğulları Şeyh Durmuş ve Şeyh Turhan bu zaviyede şeyh ve vakıf mütevillisi olarak bulunmuşlardır.

Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Arşivi'nde mevcut kayıtlarda bulunan Vakfiye metni aşağıdaki şekilde tercüme edilmiştir. Büyük hayır ve hasenat sahiplerinden Turgutoğlu Hasan Bey oğlu Ömer Bey, dünyanın aldatıcılığına, yaldızdan ibaret süslerine bakıp her zaman çalışıp, varlıklarına iman gözüyle bakarak ahiret aleminin ebedi hayat olduğunu anlayarak gelip gidenlerin barınması, bunların ihtiyaçlarının karşılanması için Konya’ya bağlı Sait Vilayeti Karye(köy)leri karşısında hulusi niyetle bir zaviye-i şerif bina etti. Buranın hududu; kıblesi, Hacı İbrahim Mülkü, batısı Kırık Yusuf mülkü, iki taraftan yol ile çevrilidir. Bu tekkenin ihtiyaçlarının maddi yönden desteklenmesi, karşılanması için şu mülkleri vakfetti.

Vakfiye hüküm ve şartları:

Hatun Köyü (Kadınhanı ilçe merkezi)'nün tamamı.
 
Saideli Nahiyesi Zengi Köyündeki “Emir Arzı” denilen yerin tamamı, Orta Viran mezraı, Uffa hüyük ve Akçalar mezralarının tamamı.
 
Akşehir’e bağlı Silint köyünde bulunan Ömer Bey değirmeninin tamamı.
 
Akşehir’e bağlı Salta ve İlyaslar köylerinin 8/12 hissesini vakfetti.
Bu vakıfların nazarlığı ve tekkenin şeyhlerini hal sahiplerinin iftiharı,Şeyh Turud Oğullarından Şeyh Turhan ve Şeyh Durmuş’a bıraktı. Onlar sağ oldukça kendileri, birinin ölümüyle diğeri, sonra onların evladından münasip ve ehil olanları nesilden nesile mütevelli şeyh ve nazır olmasıdır. Bu aileden uygun kimse kalmazsa Konya kadısı ehil ve uygun birini tayin edecektir. Vakıf gelirlerinin üçte biri görevi yaptıktan sonra şeyh ve nazıra, geri kalanı tekkeye gelen fakirlerin yemesi, konaklamasına harcanacaktır. Mübarek gece ve günlerde helva, etli, yağlı, pirinçli yemekler pişirilecektir.

Şahitler:1-Ali oğlu Osman,2-Hamza oğlu Seyit Hasan,3-Hacı Salih oğlu Sadrüd-din 4-Abdi oğlu Ali,5-Mahmut oğlu Mehmet,6-Fidi oğlu Ali,7-Halil oğlu Hasan,8-DavudoğluHacı Salih,9-Hacı oğlu Tahsin,10-Hacı oğlu Hasan,11-Hacı İbrahim oğlu İsa Fakih,12-Mahmut oğlu Süleyman,13-Veli oğlu Emin,14-Tomar oğlu Yusuf Fakih,15-Fakih oğlu Hamza,16-Hacı Emin Katip,17-Hacı Pirli 18-Seyh Sadreddin cemaatından Hacı Yahşi oğlu Hacı Ahmet.

Vakfiye H.827/1521 de düzenlenmiştir.

Vakfiyeyi Konya kadı vekili Kadızade Hacı Emin Efendi Aslına uygunluğunu,Konya kadısı,İsa ve Mustafa Efendiler de şeriata uygun olduğunu tasdik etmişlerdir.

Bu zaviyede cami,tekke ve imaret bulunmaktadır.

1963 yılında buranın yerine İstanbul’da mukim Kadınhanı’nın hayırsever eşrafından M.Nuri TOPBAŞ,Mehmet Hulusi TOPBAŞ tarafından Tekke Camii yaptırılmıştır.

Tekke Camii’nin arka bahçesinde üç tane mezar bulunmakta ve aşağıda Türkçe metni verilen kitabelerinden anlaşıldığına göre;Afife Hanım,Abdülbaki Efendi ve Saraç Halil Usta ’ya ait olduğu anlaşılmaktadır.

Tekke Camii Avlusundaki Mezartaşı Kitabeleri:

1-Kutb’ül Arifiyn Seyyid’ül Muhaddisiyn Mefhar’ül Ulema vel Muhakkikiyn Hadim-i Tarikat-ı Halidi ve Nakşibendi El-Hac Ahmet Kutsi Efendi kerimesi ve Tekke Nazırı Osman Efendi zevcesi Afife Hanım.Ruhuna fatiha.Sene:1306(1888)

2-Hüvel-Hallagul-Baki El merhum vel mağfuruleh Tekkenişin Mustafa oğlu El-Hac Abdülbaki Efendi.Ruhuna fatiha.Sene:1300

3-El-merhum vel mağfuruleh Tekkenişin mahallesinden Saraç Halil Usta.Ruhuna fatiha.Sene:1303

Zaviyeler çok geniş ve önemli misyonu üslenmiş müesseselerdir.Anadolu ve Rumeli’de bölgenin imarı,iskanı,zanaatı,ticareti,askeri ve dini eğitimi gibi bir çok önemli içtimai meseleler hep zaviyeler eliyle halledilir,düzene konur idi.Birçok köy,kasaba ve şehirlerdeki zaviyelerde görev alan Türk dervişleri kısa zamanda Anadolu’nun İslamlaşmasını ve Türkleşmesini sağlamışlardır.Türk ordularından önce Anadolu köylerinde kurdukları zaviyelerle hudut boylarına ulaşmış,gaza ruhunu canlı tutmuşlardır. Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminde tekke,zaviye ve vakıflara büyük önem verilmiş,devlet tarafından kurumuş, kollanmış, desteklenmiştir.

OSMANLILAR DÖNEMİ

Karamanoğulları Orta Anadolu’nun güneyinde XIII. ve XV. asırlarda hakimiyet kur- muş,hükümranlık sürmüş,bu bölgelerde siyasi,iktisadi ve kültürel açıdan büyük tesirler bırakmışlardır.Ancak Osmanoğulları ile ilişkileri pek iyi değildi.Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan bayrağını çekiyorlardı.Osmanlı Padişahlarından Çelebi Sultan Mehmet bir çok kez yapılan andlaşmalara uymayan Karamanoğulları’nın üzerine yürüdü.1414 yılında Akşehir’i alarak Konya’ya doğru ilerledi.Karamanoğlu Mehmet Bey barış istedi ve andlaşma yapıldı.

Karamanoğullarının son hükümdarı Sarımüd-din İbrahim Bey,Fatih Sultan Mehmet’e Kadınhanı,Ilgın,Beyşehir,Seydişehir gibi önemli yerleri terk etti. Kızını Fatih’e verdi. Osmanlı elçisi Kasap oğlu Mehmet Bey’le andlaştı ve bu andlaşmaya ölümüne kadar sadık kaldı.

Bu andlaşmaya rağmen Konya’da yine birçok karışıklık çıkmış,asayiş bozulmuş idi.1467 yılında Fatih Sultan Mehmet Karamanoğlu devleti üzerine yürüyerek,topraklarını Osmanlı Devletine katıp Karamanoğullarını ortadan kaldırmıştır.

Osmanlılar zamanında da Turgutoğlu Ömer Bey’in zaviyesi faaliyetlerini sürdürmüştür.Fatih Sultan Mehmet Han’ın beratı ile bu zaviye dini ve tasavvufi eğitim ve öğretim yapmak üzere tevcih edilmiştir.Tekkenin ilk şeyhlerinden Şeyh Turud’un torunlarından Şeyh Taceddin bu zaviye ve vakıf mülklerinin tasarrufu için görevlendirilmiştir.

Fatih,Saideli’nde bulunan ve Karamanoğullarının sadık taraftarı olan Turgutoğullarının Karamanoğulları ile tekrar birleşerek ayaklanabileceği düşüncesi ile bu bölgeyi başka yerlere göç ettirmeye karar verir.Nitekim bu göç neticesinde Saideli dağılmış,nüfusu azalmıştır.Daha önce vilayet olan Saideli(Kadınhanı) Osmanlı İmparatorluğu zamanında Konya vilayetine bağlı kaza merkezi olarak idare edilmiştir.

XVII. ve XVIII asırlarda Osmanlı imparatorluğu’nun genelinde olduğu gibi Konya ve Saideli bölgesinde de Aşiretlerin iskan edilmesi,tımar sisteminin bozulması,çiftçilerin toprağını terketmesi,uzun süren savaşların sonunda üretimin azalması ve paranın değerinin düşerek fiatların yükselmesi ayrıca vergilerin artması gibi sebeblerle soygunculuk ve eşkiyalık hareketleri çoğalmıştır.İdarecilerin kanunsuz ve keyfi tutumları da otoriteyi zaafa uğratmıştır.Eşkıyalık ve ekonomik çöküntü,halkın fakirliğini artırdı.Toprağını kaybeden köylü,devlete vergisini ödeyemez duruma düştü.Tefecilerden borç almaya başladı.Ahlaki gerileme başladı.Nitekim halk huzursuz olunca evlerini,köylerini ve yurtlarını terketmeye başladılar.Dolayısiyle Saideli nüfusu ikinci kez azalmış oldu.

Bir anekdot olarak;H.1074 (1664) tarihli bir fermanda “İstanbul’dan gönderilen yeniçerilerin Saideli’ne bir saat kala mesafede gece yarısı 15 kişilik bir şaki grubu tarafından önleri kesilip,bir kişiyi yaraladıkları,iki beygir ve yeniçerilerin eşyalarını çaldıkları duyulup bunların yakalanıp İstanbul’a gönderilmesi padişah fermanıyla istenmektedir.

Yine H.1055 (1645) tarihli bir kayıtta ise Kureyş Özü’ne tayin edilen Es Seyyid Ham- za,sabah vakti Saideli yakınlarında Musa ve iki arkadaşı tarafından soyulur,yaralanır.

XVIII. asırda Karaman Eyaletine bağlı 7 Liva (sancak) vardır.

1-Konya Sancağı, 2-Kayseri Sancağı, 3-Niğde Sancağı, 4-Aksaray Sancağı, 5-Kırşehir Sancağı, 6-Beyşehri Sancağı, 7-Akşehir Sancağı

Konya Sancağı’nın 14 kazası bulunmaktadır.

1-Konya Merkez Kazası, 2-İnsuyu Kazası, 3-Bayburt Kazası, 4-Turgut Kazası, 5-Kureyş Özü Kazası, 6-Gaferiyat Kazası(Kazım Karabekir), 7-Belviran (Sarıoğlan) Kazası, 8-Aladağ Kazası, 9-Pirloganda (Taşkent) Kazası, 10-Larende Kazası, 11-Devle Kazası, 12-Eskiil Kazası, 13-Ereğli Kazası, 14-Saedeli Kazası(Kadınhanı)

Lale Devri döneminde bu bölgenin yeniden canlandırılması için çalışmalar yapılmıştır.Halkın azalmasıyla harab duruma düşen hanın imarı için 1720 de teşebbüse geçilmiştir. Konya Valisi Osman Paşa tarafından evvelce buradan ayrılan ahaliden olan on hane tekrar buraya nakledilmiştir.Yerlerini terketmeyerek handa kalan 20 haneyle beraber 30 hane olmuştur.Hanın şenlendirilmesi için çevredeki Bozulus türkmen aşiretlerinden Oğulbeyli’ye mensup gruplardan Sarılı,Dirinli,Abdurrahmanlı,Karahisarlı ve Hacılı obaları 6 Ağustos 1721 de

Kadınhanı’na yerleştirildi.Bunlar Han Ağası Ali Ağa’nın emrinde ziraat yapacaklardı.Fakat han arazisi kafi gelmedi.Bu arazi sahasını genişletmek için 1722 yılında Saideli Nahiyesine bağlı boşalmış ve harap köylerden Koçmar Köyü(4275 akçe),Evsak Hüyüğü ve Ağçalar Mezraları(Göğimam çevresi) (300 akçe),Kara İsmail Köyü(3200 akçe),Ballık (Meydanlı)Köyü(3950 akçe),Osmancık Köyü(3600 akçe),Menge Kyü(1000)akçe) Pusatyazlığı(770 akçe),Halsenik Köyü(1418 akçe),Kızılca Köyü(1237 akçe) Saideli arazisine eklendi.

1721 yılında handa yapılan tamiratın yanısıra bir camii(İbrahim Paşa Camii) ve hamam inşa edildi.Dergah-ı Ali Kapucubaşı Bahri Mehmet Ali Ağa Kadınhanı’na tayin edildi.

CUMHURİYET DÖNEMİ

İnevi (Cihanbeyli) Nahiyesi 1926 yılında kaza olmuş ve Yeniceoba Nahiyesi ve Köylerini de alarak Kadınhanı’ndan 25 köy ayrılmıştır. 1926 yılında Kaymakam Hami Bey’dir 1883 yılından beri belediye olarak idare edilen Kadınhanı’nda 1937 yıllarında çalışkan vatansever bir insan olan Enver Tuncer hizmet etmiştir.Bu yılda Belediye’nin geliri 12.000 lira idi. Kazanın suyu Softalar,Kangallı ve Kumlu pınarlarının suları birleştirilerek getirildi, çarşı ve mahallelere çeşmeler yaptırılarak taksim edildi. Bu suyun getirilmesi için Hacı Ahmet Hamdi Topbaş 12.000 lira, Hacı Musa Uğur 5.000 lira bağışta bulunmuşlardır.

Ayrıca yine bu yıllarda radyo tesisleri ve bando kurulmuştur. 1933 yılında Cumhuriyetin Onuncu yılı kutlamaları yapılmış,Kadınhanı çarşısındaki parka “Cumhuriyetin 10.Yıl Dönümü Anıtı”dikilmiştir. 1939 yılında Halk Evi açılmış başkanlığını ise merhum M.Hulusi Altındağ yapmıştır. Yine bu dönemde ilçe merkezindeki mahalleler birleştirilerek 6 mahalle oluşturulmuştur.

KARATAY

Karatay İlçesi, Konya metropolünde bulunan 3 merkez ilçeden biridir. Karatay İlçesi Konya İli Merkezinde 20.06.1987 tarih ve 3399 sayılı Üç İlçe Kurulması Hakkındaki Kanunla kurulmuş, daha sonra bu Kanunda değişiklik yapan 10.11.1988 tarih ve 3495 sayılı Kanunla İlçenin bu günkü sınırları belirlenmiştir.

KULU

Kulu 1923 yılında bucak, 1954 yılında ilçe olmuştur. Tahminen 1665 yıllarında Afyon dolaylarından gelen Kulupoğlu Mustafa Bey ile yandaşlarının Driya Harabeleri üzerinde yurt tutup zamanla çoğalarak yaylalar halinde yerleşmeleri ve ayrıca 1950 yıllarında Muş havalisinden göç edenlerle ilçe teşekkül etmiştir.

Kulu İlçesi;

Doğusunda : Şereflikoçhisar,

Batısında : Cihanbeyli-Haymana

Kuzeyinde : Ankara/Bala-Haymana

Güneyinde : Cihanbeyli ve Tuz Gölü ile çevrilidir.

Kulunun rakımı : 1.000m ve yüzölçümü 2.880 km2'dir.

Kulu Ankara’ya 110 km Konya’ya 148 km uzaklıkta olup ilçe merkezi E-5 Karayolu'na 11 km uzaklıktadır.

Kulu karasal iklim özelliklerine sahip olup yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlıdır.

MERAM

TARİHİ VE COĞRAFİ YAPISI

20.06.1987 günü TBMM’de kabul edilerek 27.06.1987 gün ve 1950 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3399 Sayılı Kanun gereğince; Konya il merkezinin büyükşehir hüviyetine kavuşturulup KARATAY, SELÇUKLU ve MERAM adıyla üç (3) ilçeye ayrılmasıyla birlikte MERAM İLÇESİ kurulmuştur.

İlçe kuruluş çalışmalarını tamamlayarak 08.08.1988 tarihinde resmen kurulmuş olup bu tarihte fiilen hizmete başlamıştır.

İlçe konum itibariyle Konya’nın güney ve güneybatısında yer alır. İlçenin kuzeyinde Selçuklu, kuzey batısında Derbent, batısında Beyşehir, güney batısında Seydişehir, güneyinde Akören, güney doğusunda Çumra, doğusunda Karatay İlçeleri bulunmaktadır.

İlçe genel konum itibariyle dağlık olup ovalık alanda yerleşim yerlerimiz de mevcuttur. İlçemizin batı ve güneybatı tarafı dağlık, güneydoğu tarafı ovalık bitki örtüsü ise bozkırdır. Yer yer ormanlık alanlarımız da vardır.

SARAYÖNÜ

İlçemizin tarihi çok eskidir. İlçemiz toprakları Hititler, Frigler, Persler, İskender İmparatorluğu, Romalılar ve Bizanslıların eline geçmiştir. Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti ve Osmanlılar zamanında ise, tamamıyla Türk yurdu olmuştur.

SARAYÖNÜ’NDE KERVANCILIK

Sarayönü’nün ilk ahalisi kervancılık yapmak suretiyle geçimlerini temin ediyorlardı. Cihanbeyli yaylası üzerinden geçirilerek Tuz Gölü havzasından alınan tuz, kira ile İzmir’ e uzanan yol boyunca taşınırdı. 6 Demir çağı’nda Sarayönü-Başhöyük, Sarayönü-Karatepe, İbrahim Dede gibi merkezlerde bu yolun devam ettiğini göstermektedir. Günümüz yol güzergahlarını incelediğimizde aşağı yukarı Prehistorik çağlardan itibaren yolların süreklilik gösterdiği anlaşılmaktadır. Sarayönü-Başhöyük ve Sarayönü İbrahim Dede yerleşmelerinde bulunan Mayken keramikleri, Maykenlerin Orta Anadolu’ ya sadece deniz yoluyla Kilikia’dan ulaşmadıkları; Batıda Burdur, Akşehir, Sarayönü yoluyla ulaştıklarını göstermektedir.

SARAYÖNÜ VE ÇEVRESİNDEKİ HÖYÜKLER

Eski çağlarda Sarayönü ve çevresinde bulunan höyüklerden bazıları Sarayönü’nün önemini bir kat daha artırmaktadır. Kalkolitik çağdan demir çağını da içine alacak şekilde; Başhöyük, Karatepe, Akdoğan Höyük, Konar Höyük, İbrahim Dede Höyük, Pazar Höyük, Zengi Höyük, Gamel Höyük, İrıelik Höyük, Ladik Höyük, Ertuğrul Höyük, Çesmelisebil Höyük, Kuyulusebil Höyük ve Kurşunlu Kale Höyük yerleşmeleri bulunmaktadır.

YERLEŞME TARİHİ

Sarayönü önceleri Pir Hüseyin Camii çevresinde gelişmiştir. Bugünkü şehir merkezine kayması ise, II. Abdülhamit zamanında; Anadolu-Bağdat-Hicaz Demiryolları yapımı projesi çerçevesinde demiryolunun geçmesi ile sağlanmıştır. (1896) İlçeden geçen demiryolu ve binası bir Alman firmasına yaptırılmıştır.

Demiryolu’ nun geçmesi ile ilçeye hareketlilik gelmiş bu durum milli mücadele yıllarında kendini göstermiştir. Halk da yeni yerleşim yerine “İskele” demeye başlamıştır.

SELÇUKLU

Selçuklu, Konya İli'ne bağlı bir merkez ilçedir. Nüfus ve gelişmişlik bakımından Konya’nın en büyük ilçesi olan Selçuklu, ismini Konya’yı başkent yaparak tarihteki sarsılmaz yerine oturtan Selçuklular’dan almıştır.
 
Selçuklu, Anadolu Selçukluları'na başkentlik yapmış, bağrında sultanlar yetiştirmiş, Anadolu topraklarında 6 asır hâkimiyetini sürdüren Osmanlı Devleti’ne kılavuzluk ve beşiklik yapmış şerefli bir maziye sahiptir. İlçe Konya’nın gelişen ve her alanda büyüyen yönünü temsil etmektedir.

20.06.1987 tarih ve 3399 sayılı Kanunla Konya İl Merkezi Büyükşehir Statüsüne kavuşturulmuş; Karatay, Meram ve Selçuklu olmak üzere 3 ilçeye ayrılmıştır.

Selçuklu 08.08.1988 tarihinde ilçe olarak kuruluş çalışmalarını tamamlamış ve bu tarihten beri ilçe olarak mülki taksimatta yerini almıştır. İlçelerin nüfus büyüklüklerine göre sıralanışında  ilçemiz  köy nüfusu dahil edildiğinde 17. sırada, belde ve köy nüfusları dahil edilmeden merkez nüfusu olarak ise 19. sıradadır. 

SEYDİŞEHİR

Seydişehir’in tarihi M.Ö. 5500 yıllarına kadar uzanır. Prehistorik Çağ’da (Tarih Öncesi), Psidia (Göller Yöresi) sınırları içindeki Seydişehir çok eski bir yerleşim yeridir. Beyşehir Gölü (Karalis Lacos) ile Suğla Gölü (Trogitis Lacos) arasındaki sulak vadide bu yerleşmenin izlerine rastlamak mümkündür.

Bu vadide bulunan höyüklerde yapılan araştırmalar neticesinde Seydişehir’in 10 km güneydoğusundaki Suberde (Gölyüzü Köyü) höyüğünde yapılan kazılarda M.Ö. 5500-5000 yıllarına ait Neolitik (Cilalıtaş) Çağ yerleşmesinin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılarda elde edilen pek çok buluntu halen Konya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. M.Ö. 2000-700 yılları arasında Anadolu’daki pek çok bölgede hüküm süren Hititler’ in Seydişehir-Beyşehir arasında varlıklarını gösteren anıtlar ve yerleşme yerlerine rastlamak mümkündür. Seydişehir ve Beyşehir'in Hitit devrine ait kaya kabartmaları ile höyük buluntuları, Hititlerin Beyşehir -Seydişehir arasında uygun yerleşme birimleri kurduklarını ortaya koymaktadır. Seydişehir-Konya karayolu üzerine bulunan Karabulak,Bostandere, Dikilitaş ve Akçalar köylerindeki höyükler, Hitit ve Frig yerleşmelerinin bulunduğu alanlar olarak dikkati çeker. Anadolu’da Eski Yunan, Roma ve Bizans medeniyetlerinin hüküm sürdüğü Klasik Çağ’da, Seydişehir ilçesi sınırlarında Amblada, Vasada, Arvana, Elita, Dalisandus gibi klasik döneme ait şehirlerin varlığı tespit edilmiştir. Vasada Antik Şehri, Seydişehir'in kuzeydoğusunda bulunan Kestel Dağı'nın eteğindeki vadide, bugünkü Bostandere köyünün Aktepe mevkiinde yer almaktadır. Bu ünlü Roma şehri, Kavak ve Kızılca köyleri arasındaki Amblada şehrine, ayrıca Beyşehir Fasıllar köyündeki Mistya'ya (Asartepe) ana yol ile bağlanmıştır. 1969 yılında Bostandere Köyüne su getirmek üzere Aktepe'de suyolu açılırken bir tiyatro kalıntısının varlığı anlaşılmış, yapılan kazılarda Roma devrine ait bir amfitiyatro kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Vasada şehrinin harabelerine ait kitabe ve mimari parçalara Bostandere köyündeki evlerin duvarlarında halen rastlanır. 1952 yılında Bostandere köyünden Konya Arkeoloji Müzesi'ne bir Zeus kabartması, 1957 yılında da bir yüzünde bir kadın öteki yüzünde bereket boynuzu kabartması bulunan kalker bir Sunak getirilmiştir. Yine Bostandere buluntuları arasında Vasada'da basılmış bir Augustus parası mevcuttur. Konya Arkeoloji Müzesi'nde Seydişehir'in Dikilitaş köyünden getirilmiş bir Roma kandili, Akçalar köyünden bir heykelcik, Çalmanda hüyüğünde bulunmuş bir toprak vazo, Seydişehir'in hemen yanıbaşında bulunan Elita (Vervelit) harabelerinde bulunmuş Roma devri bir Mezar Steli bulunmaktadır. Ayrıca Seydişehir'e 13 km uzaklıktaki Yeniceköy’ün kuzeyinde Hisartepe olarak bilinen yerde amfitiyatronun olduğu bir Roma harabesi vardır. Bu harabelerde bulunan Roma devri aslan heykelleri, Seydişehir'e getirilmiş ve halen Belediye bahçesinde sergilenmektedir.

M.S. 767-1217 yılları arasında bir Türkmen kabilesinin elinde bulunan Seydişehir’in Selçuklular zamanındaki durumu ile ilgili bilgiler net değildir. Anadolu Selçuklu Beylikleri devrinde Eşrefoğulları Beyliği elinde kalan Seydişehir bu isimle ilk defa bu beylik zamanında kurulmuştur. Rivayete göre,Horasan emiri olan ve annesi tarafından soyu Veysel Karani ve Peygamber’e uzanan bir velî ve seyyid olan Seyyid Harun Veli Hazretleri, 1301 yılında ilahi bir emirle, kardeşi Seyyid Bedreddin ve ahalisi ile birlikte yola çıkar. Bugün Hatunsaray denilen yerde kerdeşi hastalanarak vefat eder ve buraya defnederek bir türbe yaptırır. Yoluna devam eden Seyyid Harun Veli, şimdiki Seydişehir’in olduğu yere gelince yolu boyunca kendisine rehberlik eden bulut Küpe Dağı’nın ardında kaybolur ve kendisine işaret edilen yerin orası olduğunu anlar. İlk iş olarak oraya bir cami yaptırır. O zamanki adı "Trogitis" olan Seydişehir’in imarındaEşrefoğlu Mehmed Bey kendisine malzeme yardımında bulunur. Bu yardımlaşma neticesinde aralarında büyük bir dostluk oluşur. O zamanki adı “Süleymanşehir” olan Beyşehir’e ilk defa “Beyşehir” diyen Seyyid Harun Veli’dir. Eşrefoğlu Mehmed Bey de Seyyid Harun’un kurduğu yeni şehre “Seyyid Şehri” Osmanlılar zamanında Medine-i Sani (ilahi emirle kurulan ikinci şehir) (sonradan Seydişehir) adını verir.

Seydişehir, Eşrefoğulları Beyliği’nin İlhanlı Hükümdarı Timurtaş tarafından 1326 yılında sona erdirilmesinden sonra, 1328 yılında Hamitoğulları Beyliği egemenliğine girmiştir. 1381 yılında Sultan I.Murat (Hüdavendigâr) tarafından 80.000 altın karşılığında Hamitoğlu Hüseyin Bey’den Akşehir, Beyşehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Isparta ile birlikte satın alınarak Osmanlı egemenliğine giren Seydişehir, Cumhuriyete kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Konya Sancağına bağlı bir kaza olan Seydişehir 1871 yılında belediye, 1915 yılında da ilçe olmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1928 yılında tekrar ilçelik unvanına kavuşur.

TAŞKENT

TARİHÇE

Moğollarla ilişkisi olan Afşarlar, 1051-1220 yıllarında Orta Asya’dan çıkmışlar, Suriye üzerinden gelip, Mut, Silifke, Ermenek ve Karaman havalelerine yerleşmişlerdir.

Bugünkü Kuzan Mahallesi tarafının o zamanki ormanlık sahası çobanın en çok girdiği ormanlıktır. Bir keçinin her gün dehliz bir yoldan gidip sakalı ıslak olarak çıkması çobanın dikkatini çeker. Keçiyi takibinde güzel bir suyu keşfeder. Akşam oymağında durumu izah eder. Ertesi günü bir grup keşfe çıkar. Bugünkü Ballar Çeşmesi suyunun gözü keşfedilir. Atalarımız karar verirler: Yayla,  bağ göç etmekten yorulduk. Yeni keşfettiğimiz suyun etrafına toplanalım, evler yapalım, dirlik düzenlik kurup bir arada yaşayalım derler ve başlarlar evler yapmaya. Orman açılır, evlerde keresteleri kullanılır. Bugün bile evlerimizin içinde kökü yerde kalmış ağaçlar vardır. Böylece atalarımız bir köy haline gelmişlerdir (1150).

Köy kurulmuş, Piri Bey oymağını toplamıştır.

Kardaşlarım... Yeni bir yurt edindik, evler yapıp köy kurduk. Bu yurdumuzun da bir adı olmalı. Kendimizi bir bütün olarak köyümüzle tanıtmalıyız.

Onun bu sözleri oymağı tarafından coşkuyla karşılandı. Oymağın en yaşlısı olan Hacı İbrahim Efendiden bir ad istediler. O da:

Yeni yurdumuzda bizi huzura kavuşturan çalışkan Pirimizin evlâdı olmadığından, yerini kabul  ederse bu köyün adını ve tüm köyü evlât ederek köyümüze Onun adını verelim. Adı Piri Kondu olsun. Köyün adı coşkuyla kabul edilir.

Yıllar yılları kovalıyor, köy genişliyor ve ahalisi çoğalıyor. Halk çeşitli yerlerde ticarete başlamış. Nesiller değişiyor, nesillerle beraber köyümüzün adı da Pirikondu-Pirilkondu-Pirlevkanda ve Pirlonda olarak değişiyor.

Tarihte “Pirlerkondu” adıyla tanınan merkezi 1930 yılında Vali İzzet Bey tarafından “Taşkent” adı ile anılan nahiye 4 Temmuz 1987 tarih ve 19507 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3392 sayılı Kanun gereğince ilçe olup, 11 Ağustos 1988 tarihinde fiilen faaliyete geçmiştir.

TUZLUKÇU

TARİHİ VE COĞRAFİ YAPISI

Tuzlukçu İlçesi'nin tarihçesi eskilere dayanır; ama ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı'nın “Konya İli” adlı kitabında Kanuni Devrinde Tuzlukçu’nun 15 hanelik bir oba olarak yerleştiği görülmektedir. Ancak Tuzlukçu halkının Doğanhisar İlçesi Ketenlik yaylasından gelerek Yazla (Apsarı) yakınlarında Viran veya Ören Tuzlukçu adı verilen mevkide konakladıkları, daha sonra bilinmeyen nedenlerle göç ederek bu günkü Yukarı Mahallede bulunan “Hüyük” ismi verilen tepenin çevresine yerleştikleri bilinmektedir. Yine ikinci  kafile olarak da Sultan Dağları eteklerinde yaşayan ve hayvancılıkla geçinen Avşar Türkmenlerinden bir boy gelmiş 1450 yıllarında bu kafile Aşağı Mahalle mevkiine yerleştiği bilinmektedir.          

İlçenin ismi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre çevre köy ve kasabalardan tuz getirmek için Tuz Gölü’ne giden kervanların konaklama yeri olduğu için “TUZLUKÇU”, diğer bir rivayete göre ise arazinin kıraç ve ağaçsız olması sebebiyle sert esen rüzgarların kaldırdığı tozdan dolayı “TOZLUKÇU” denilmiş ve zamanla değişime uğrayarak “TUZLUKÇU” ismini almıştır.         

Cumhuriyetin ilk yıllarında Akşehir’e  bağlı bir köy olan Tuzlukçu, 1929 yılında Aşağı ve Yukarı Tuzlukçu’nun birleşmesiyle Nahiye olmuş, 1949 yılında da Belde olmuştur.         

09 MAYIS 1990 tarih ve 3644 sayılı kanun ile Tuzlukçu Kasabası İlçe statüsüne kavuşmuştur. İlk Tuzlukçu Kaymakamı Cemal Hüsnü KANSIZ 01 Ağustos 1991 tarihinde görevine başlamıştır.            

İlçenin idari sınırları şöyledir: Doğusunda Ilgın İlçesi, batısında Akşehir Gölü, Afyon İli ve Sultandağı İlçesi, güneyinde Akşehir ilçesi, kuzeyinde ise Yunak ilçesi ile çevrilidir.            

İlçe Konya’ya Ilgın yol güzergahından 117 Km, Akşehir ilçesi güzergahından ise 156 Km dir.            

İlçenin Yüzölçümü: Merkez 115 km2  köyler toplamı 489 km2  olmak üzere toplam 604 Km2 dir.            

İlçenin güneybatısında bulunan Akşehir Gölü Konya’nın 3. büyük gölüdür. Denizden yüksekliği 960 metredir. Göl, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Tarafından 1992 yılında “Doğal Sit Alanı” ilan edilmiştir.            

İlçenin iklimi tipik karasal iklimdir Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlıdır, yer yer sert rüzgarlar hakimdir.   

YALIHÜYÜK

Tarihi

Bozkır İlçesinin bir kasabası iken 1990 yılında İlçe hüviyeti kazanmıştır. Tarihi, çevre ilçeler ve Konya Tarihi ile ortak özelliklere sahiptir. Yaklaşık 200 yıl öncesi toprak kayması görülmesi üzerine Suğla Gölü yakınına taşındığı bilinmektedir. Yeni yerleşim yerinin seçilmesinde Suğla Gölü alanının daralması ve gölden daha fazla yararlanma arzusunun dikkate alındığı ifade edilmektedir.

İlçe merkezindeki Hüyük ve çevresi "Sit Alanı" ilan edildiğinden imara kapatılmıştır. Hüyük'te bugüne kadar hiçbir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmadığından İlçe tarihine kaynak olacak bilgilere ulaşılamamıştır. Kuzeyde Seydişehir, güneyde Ahırlı, batıda Akseki ve doğuda Bozkır İlçeleriyle çevrelenmiş olan Yalıhüyük engebesiz bir alanda kurulmuştur. Suğla Gölü'nün hemen yanında yer alan Yalıhüyük'te hayat göl sularının çekilmesiyle ortaya çıkan verimli arazilerde yapılan tarım faaliyetleriyle devam etmektedir.

Yalıhüyük'ün güneybatısında bulunan Toros Dağlar'ındaki gölcük yaylası, her yıl yaylacılık merkezi olarak kullanılmaktadır. İlçe merkezinde Belediye teşkilatı 1972 yılında kurulmuştur.

YUNAK

Yunak Adının Kaynağı

Yunak adının kaynağı ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birisi Karataş deresinde çamaşır ve hayvanlarını yıkayanların isteklerini anlattıkları "Yunak (Yıkanalım)" kelimesidir. İkinci görüşe göre Turgutlular koyun ve kuzularını Karataş deresinde yıkamışlar ve temizlenen hayvanlara bakarak "Yünü Ak" demişlerdir. Bu değiş zamanla "Yunak" biçimine dönüşmüştür.

Yunak İlçesinin Tarihi

Yunak İlçe Merkezi’nin tarihi yeni sayılır. Merkeze ve bazı yakın köylere yerleşeme 16. yy dan sonra olmuştur. Bulgulara göre ilçeye ilk yerleşimin Karataş Deresi kenarlarında oluştuğu düşünülmektedir. Buralarda oluşan ilk yerleşmeden sonra Elazığ’dan Govasti adlı bir kabilenin geldiği ve günümüzdeki Merkez Camii’nin üst taraflarına yerleştiği söylenmektedir.

Yöre halkının önemli bir kısmını doğu illerinde gelmiş olan insanlar oluşturmaktadır. 1700 yıllarında doğu illerindeki aşiretlerin aralarında meydana gelen geçimsizlikten dolayı Konya’daki bazı yerlere göç etmiş olabileceği düşünülmektedir. Göçebeliği terk edip yerleşik hayata geçen Yörüklerin ise yaklaşık 1870 yıllarında Gaziantep, İslahiye, Beyşehir ve Antalya yörelerinden gelmiş olabileceği düşünülmektedir.

Bunlardan başka Bulgaristan göçmeni olup bölgeye yerleşen muhacirler de merkez, Doğanyurt ve Hacıfakılı Köylerine yerleşmiş bulunmaktadırlar.

Yunak kurulduktan sonra köy olarak bağlantısı bir müddet Sivrihisar İlçesi ile devam etmiştir. 1912 yılına kadar Çeltik Kasabası’na bağlı kalmış olan Yunak daha sonra Akşehir İlçesi’ne bağlı bucak merkezi yapılmıştır.

Yunak 1953 yılında, Konya İli’ne bağlı bir ilçe haline getirilmiştir.

Yunak İlçesinin Coğrafi Konumu

Yunak İlçesi İç Anadolu Bölgesi’nde Konya İli’nin kuzeybatı bölümünde yeralan ve Konya İli’ne bağlı bir ilçe merkezi olup,Konya’ya uzaklığı 190 km dir. İç Anadolu Bölgesi’nde yeralan Yunak, doğuda Cihanbeyli ve Kadınhanı İlçeleri, güneyde Tuzlukçu ve Ilgın, kuzeyde Çeltik İlçeleri ile çevrilidir. İlçe batıda Afyon’un Emirdağ, kuzeydoğuda ise Ankara İli’nin Polatlı ve Haymana İlçeleri ile komşudur. Yunak İlçesi batısındaki Bayatkolu Dağı’nın batı eteklerinde hafif eğimli bir topografya üzerinde (1169-985) metre kotları arasında kurulmuştur. Yunak kuzey ve batıdan ilçeye doğru gelişmiş çok sayıda kuru derelerle (Karataş, Bayatkolu, Mollahalil Dereleri gibi) parçalanmış durumdadır.

İlçe merkezi, 38o49’ kuzey enlemi ile, 31o44’ doğu boylamı üzerinde yer alır. İlçenin ortalama yüksekliği 1071 m. meteoroloji istasyonunun yüksekliği ise 1120m. dir. 2080 km2 (208.002 hektar) yüzölçümü ile Konya İli’nin büyük ilçeleri arasındadır.

İlçenin doğusunda ve güneyinde geniş düzlükler uzanır. Merkez çevresi ise dağlıktır.

KAYNAK:https://www.kto.org.tr/bilgi-bankasi/konya/konya-ilceleri

Bakmadan Geçme