Ayla KAYMAZ

Hoş Geldin Ey Şehr-i Ramazan

Ayla KAYMAZ

Zamanı bereketiyle, gönülleri huzuruyla dolduran Ramazan… On bir ayın sultanı, eski İstanbul konaklarında kandillerle, davul sesleriyle, mahyalarla karşılanırken; sofralar sadece yiyecekle değil, muhabbetle, zarafetle ve hürmetle donatılırdı. Osmanlı’dan bugüne süzülen gelenekler, Ramazan’ı sadece bir oruç ayı değil, incelikler ve güzel ahlak mevsimi haline getirirdi.

Eski İstanbul’un sokaklarında Ramazan’ın gelişini haber veren en güzel manzaralardan biri mahyalardı. Camilerin iki minaresi arasına gerilen ışıklı yazılar, insanları sahura ve iftara davet ederken bir yandan da manevî mesajlar verirdi: “Oruç tut sıhhat bul”, “İkram et bereketlen”. Bugün bu zarif gelenek azalsa da, her yıl Ramazan ayında gökyüzüne yazılan bu güzel sözler içimizi ısıtır.

Ramazan’ın Osmanlı’daki en güzel adetlerinden biri de diş kirası idi. Varlıklı aileler, iftara davet ettikleri misafirlere sadece yemek sunmaz, aynı zamanda bir kese içinde bir miktar altın ya da gümüş hediye ederlerdi. Çünkü misafirin sofrasına oturup yemek yemesi, ev sahibine bir lütuf kabul edilirdi. Şimdi bu zarif anlayışı düşününce, sofralarımızda bir misafire yer açmanın aslında ne büyük bir bereket vesilesi olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Sahurda sokaklarda yankılanan davul sesleri de Osmanlı’dan miras kalan bir gelenek. Eskiden davulcular, sadece insanları uyandırmakla kalmaz, aynı zamanda maniler söyleyerek Ramazan’ın ruhunu yaşatırlardı. O günlerin nostaljisi hâlâ içimizi sarıyor olsa da, artık pek çok kişi alarm sesleriyle sahura kalkıyor. Ancak belki de Ramazan, biraz daha eski zarafetimizi hatırlayıp modern hayatın içinde bu ruhu yeniden inşa etme fırsatıdır.

Ve elbette iftar sofraları… Osmanlı’da iftar sofraları abartılı bir ihtişam yerine, dengeli bir incelikle hazırlanırdı. Sofranın başköşesinde hurma, su, zeytin ve gül şerbeti bulunurdu. Gül şerbeti, hem açlık sonrası mideyi rahatlatan hem de iftara zarif bir dokunuş katan özel bir ikramdı. Suyu bakır taslarda sunmak ise sofraya Osmanlı estetiğini taşırdı.

Bugün Ramazan’ı karşılayışımız belki biraz farklı, belki biraz daha modern. Ama onun getirdiği manevi derinlik hep aynı. Mahyalar hâlâ gönüllerimize yazılıyor, diş kirası belki bir gülümseme ya da bir dua ile karşılık buluyor, sahur davulu olmasa da uyanan kalpler hâlâ oruca niyet ediyor. Ramazan, sadece aç kalmanın değil, eski zarafetimizi, gönül genişliğimizi, paylaşma ruhumuzu hatırlamanın ayı.

Hoş geldin, ey Şehr-i Ramazan… Işığın, bereketin, huzurun eksik olmasın sofralarımızdan ve gönüllerimizden… 

Yazarın Diğer Yazıları