Ayla KAYMAZ

Yaşıyor Muyuz, Sadece Var Mı Oluyoruz?

Ayla KAYMAZ

Tolstoy, bir zamanlar kendi hayatını sorgularken şöyle demiş: “Yiyordum, içiyordum, uyuyordum, uyanıyordum… Ama yaşamıyordum.” O derin cümle, sadece bir dönemin düşünürüne ait bir çıkmaz değil; aslında bugün hepimizin içinde yankılanan bir boşluğun sesi gibi. Çünkü modern zamanlarda, çoğumuz bir rutinin içine sıkışmış haldeyiz. Sabah alarmla uyanıyor, hızlıca bir kahveyle güne başlıyor, saatlerce çalışıyor, akşam eve dönüp ekran karşısında yorgun düşüyor ve yeniden aynı döngüye kapılıyoruz. Ama tüm bu hareketin içinde, gerçekten yaşıyor muyuz? Yoksa sadece hayatta kalmaya mı çalışıyoruz?

Günümüz yaşam tarzı, sanki hızla akan bir nehir gibi bizi sürüklüyor. Sosyal medyada paylaştığımız fotoğraflar, biriktirdiğimiz marka eşyalar, katıldığımız etkinlikler… Hepsi bir şeylerin göstergesi gibi görünse de, içimizdeki o derin boşluğu doldurabiliyor mu? Tolstoy’un yüz yıl önce hissettiği o yaşamama hali, bugün belki de daha da keskin. Çünkü artık sadece kendi iç sesimizle değil, dış dünyanın sürekli dayattığı “başarılı ol, mutlu görün, hep meşgul ol” baskısıyla da mücadele ediyoruz.

Bir an durup düşünelim: Ne zamandır bir sabahı sadece kuş seslerini dinleyerek karşıladık? Ya da bir dostla derin bir sohbete daldığımızda, saate bakmadan sadece o anın tadını çıkardık? Belki de en son çocukken hissettik o saf, kaygısız varoluş halini. Şimdi ise sürekli bir yerlere yetişme, bir şeyleri tamamlama çabasındayız. Hep daha fazlasını ararken, aslında en önemli şeyi kaçırıyoruz: an’ı yaşamak.

Günümüz dünyasında yaşam, adeta bir yapılacaklar listesi haline geldi. İş toplantıları, alışverişler, tatil planları, sosyal medya güncellemeleri… Ama bu listeyi tamamlarken, ruhumuzu besleyecek şeyleri göz ardı ediyoruz. Bir kitabın içine dalıp kaybolmak, sevdiklerimizle uzun yürüyüşler yapmak, sadece kendi kendimizle sessizce kalmak… Bunlar artık lüks gibi algılanıyor. Çünkü durmak, sanki başarısızlıkla eş tutuluyor.

Tolstoy’un sözleri, bir uyarı gibi asılı duruyor zihnimizde: Hayat, sadece biyolojik bir süreç değil. Yiyip içmek, uyumak ve uyanmak bir varoluş göstergesi olabilir ama gerçek yaşam, ruhun doyduğu, kalbin attığını hissettiğimiz anlarda başlar. Bizler ise bu anları kaçırarak, dolu dolu yaşayabileceğimiz bir hayatı, otomatik pilota bağlanmış bir rutine kurban ediyoruz.
Belki de hepimizin yapması gereken şey çok basit: Yavaşlamak. Bir an durup, etrafımıza bakmak ve gerçekten neyin değerli olduğunu hatırlamak. Çünkü yaşam, büyük olayların toplamı değil; küçük anların, içten gelen tebessümlerin, samimi sohbetlerin bir araya geldiği bir yolculuktur.

Tolstoy’un yaşamadığını fark ettiği o anı, biz de bir dönüm noktası yapabiliriz. Yiyip içmekten fazlasını, gerçekten yaşamak için, hayatın küçük mucizelerine kapı aralayabiliriz. Çünkü sonunda hepimiz aynı yere varacağız, ama önemli olan yolculuğun nasıl geçtiği.

Yazarın Diğer Yazıları