
Öyle bir uyan ki..
Faruk Başoğlu
İçim daralıyor, gönlüm çok yorgun. Böyle bir başlangıç sizlere keyif vermeyeceği gibi bana da keyif vermiyor. Hayat devam ederken toplum hayatının geleceğini tehdit eden yaşantıların sarmaşık gibi bizi sarmaya başlaması ve dahi pek çok mesele fazlaca oturuyor yüreğime ve hüzünle birlikte kaygıların ağırlığı çöktürüyor beni. Beynim çatlarcasına düşünüyorum; halimiz neden böyle, ve neden kıyametler hep bize kopar ?
Birlik yok, dirlik yok, bir çoğu küffarın emir subayı olmuş, bölük pörçük İslam diyarlarını düşünüyorum.
Günümüzün karanlığını İslam’ın aydınlık nuru ileaydınlatacakken hayatımıza sürdüğümüz günahların isli karasını düşünüyorum. Düşünüyorum.. düşünüyorum..
Müslüman Müslümana arka çıkmaz, dünyevileşen Müslüman nefsine mağlup gezer.
Bunu bilir de zalim işte bu yüzden bizim mahallemizde arsızca gezer; bir sürü sosyal medya argümanlarıyla bizi biz yapan değerlerimize saldırır durur.
Diğer yandan mazlumların çığlığı kulaklarımızda çınlarken kanıysa sırtlanın dişinde gezer.
Vahlar, tühlar, yuhlar, kahrolsunlar dilden düşmezken ve bu kadar tepkiyle vazife yaptığımızı zannederken zalim durmaz, kardeşlerimizi barbarca ezmeye devam eder. Tükeniyor Doğu Türkistan, tükeniyor Gazze, tükeniyor insanlık.
Yine düşünüyorum; tarihteki acılar neden hep tekrar eder durur, yaşadıklarımızdan neden hiç bir ders alınmaz ?
Neden düşman hep bir olup zulmederken neden bizler bir olamayız, olmayız?
“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” kutlu sözüne neden dikkat kesilmeyiz?
Neden küffar baş olurken biz ayak olur hep taşırız?
Neden sayıca çok iken az olandan korkarız? Halbuki tükürük atsak deniz olur boğarız, ama neden, ama neden yapmayız?
Yüce Allah; “Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar.” derken bizler neden onları memnun etmeye, neden onlara benzemeye çalışırız? Merhum Cemil Meriç’in;
“Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın.” sözü niye düşünce ufkumuza bir kıvılcım atmaz.
Neden bizi kendi inancımızdan doğan kanunlar yönetmezken bizim inancımızla kavgalı olan, onların yaptığı kanunlar yönetir; yönetir de biz de huzur koymaz, bize uymaz, bizden olmaz?
Neden tatil günlerimiz bile aynı? Cumartesi Yahudi'nin kutsalı, pazarsa Hristiyan'ın kutsalı tatil olurken neden bizim kutsalımız Cuma günü tatil olmaz?
Neden onların önemsediğini önemser yılbaşını kutlarız? Neden kurban kesimine laf edenler, hindi kıyımına, çam ağacı kıyımına susarlar?
Neden; "kutsal topraklara gidileceğine orada harcanacak paralarla yardım yapılsın" diyenler, "eğlencelerde, şatafatlı zevk ve sefa partilerinde ve Avrupa gezilerinde harcanan paralarla yardım yapılsın" demezler?
Neden biz, biz olamayız da hep bize düşmanlık edenlere özeniriz?
Neden Müslümanca kalamayız, Müslümanca duramayız?
Haramda huzur arayana huzur haram olurken neden hep haramlarda hayat yaşarız, neden haramlar çoğunluğa bu devirde olmazsa olmaz gibi durur?
Yetmedi mi Allah ‘tan uzaklaşmanın verdiği acılar, ızdıraplar?
Yunus Emre; “Derdi dünya olanın dünyalar kadar derdi olur” derken ve neden Allah’ın ipine sarılıp mutlu olmak varken, neden dert deryasında kulaç atarız?
Bütün bu neden sorularına çünkü… diye başlamanın bir faydası olmaz.
Ne olur bir dursun artık bu yozlaşma, bu savrulma, bu erime, bu tükeniş, bu bitiş. Hem kendi huzurumuz hem de dünya dengelerinde insanlığın huzuru için bu lazım hem de çok lazım.
Bir kere biz asla onlar gibi olamayız, biz ümmeti Muhammet, biz şerefli Müslüman, biz hak yolunda tarafız. Biz ne kadar savrulsak ta onlar için bir tehdit, yaşam hakkı olmayanız.
Hak batıl kavgasında istemesek te varız ve tarafız.
Öyleyse…
Hayat elbisendeki Rabbimin razı olmadığı kirlerini tozlarını tövbe fırçasıyla temizle, söküklerini, yırtıklarını tevhid ipiyle sapasağlam dik. Sağlamla ki düşman sende vakar görsün, karar görsün.
Eğer sen Rabbine tas tamam dönersen;
Nemrutların ateşi seni yakmaz, Firavunlar senin iman denizinde boğulur,
Senin cesaretin zalimler üzerine ebabil kuşu olup Cehennem kusarken, mazlumların yarasına merhem, bedenine can olursun.
Bu savrulma sana kabus, bu yozlaşma sana zûl.
Haydi uyan;
Uyan derin uykundan, kurtul yaşadığın kabusundan,
Uyumak sana acı verirken düşmanına fırsat verir bunu unutma!
Haydi uyan;
Dünyanın mazlumları seni bekler, İslam’a susamış, küfrün karanlığında bunalmış yürekler senden ışık bekler,
Haydi Uyan;
Atalarından miras kalan “Allah’ın adının cihana duyurulması” davasının sancağı senden rüzgar bekler.
Gelecek nesiller seni hayırla anmak, sana dua etmek için senden uyanmak bekler, diriliş bekler; haydi uyan.
Çek euzu besmeleni şeytanlar kaçsın rahmet yayılsın,
Sen uyan, sen uyuma.
Sen uyursan kurda kuşa yem olursun, sen uyursan tarih sayfasında toz olursun.
İşte bu yüzden var gücümle haykırıyorum;
Ne olur uyan,
Milletim uyan! Uyan Müslüman! Uyan, ne olur uyan…
Haydi uyan, haydi Bismillah
Sen uyan ki;
Tuzaklar parçalansın, oyun bozulsun
Sen uyan ki;
Kurtlar sofrası devrilip cihan yeniden kurulsun ve senin adaletini görenler Hz. Ömer dirildi sansınlar,
Sen uyan ki;
Müslüman zilletten kurtulup izzetli olsun,
Hem meydanı boş bulan zalimler seni görünce kaçacak delik arasın.
Sen öyle bir uyan ki;
Çağının köhne Bizanslarını, Romalarını yıkan Fatih ol.
Ve sen öyle bir uyan ki;
İnsanlık senin vakarından, yaşantından öyle etkilensin ki asrı saadetin kokusunu iliklerine kadar çeksin ve insanlık gerçek kurtuluşu senin dininde görsün, seni öldürmeye gelenler sende dirilsin.