Huriye Gürbüz Türkoğlu

GELENEĞİN GÖLGESİNDE

Huriye Gürbüz Türkoğlu

Gelenekler; atalarımızın geçmiş yaşam biçimlerinden içinde yaşadığımız zamana taşıdığımız maddi ve manevi değerler bütünü, çoğu kere kutsalla olan ilintisinden dolayı benimsemeye meyyal olduğumuz kutsi alışkanlıklarımız ve geçmişten geleceğe yaşayabilme gücüne sahip olan yegâne kültür miraslarımızdır.
Modernleşen dünyada kendini dış dünyadan sonuna kadar soyutlayan ve kendi kabuğuna çekilen günümüz insanının ise toplumla birleştiği ögelere, geleneklerimize her zamankinden fazla ihtiyacı vardır. Nitekim sosyal ve teknolojik anlamda mütemadiyen değişen dünyada, sürekli olarak varlık gösteren bu farklılaşmalara ayak uydurmakta zorlanan ve nihayetinde artık doyumsuz ve daima sıkılgan bir varlık haline gelen modern dünya insanının geçmişe ve yalın-sade olana özlemini giderecek daimî unsurlar, geleneklerimizdir.
“An’ane” tabir ettiğimiz gelenekler, aynı zamanda insandaki bir topluma, bir çoğunluğa ait olma hissini de besleyerek, onun fıtratında bulunan en vazgeçilmez duygulardan olan aidiyet duygusunu da pekiştirir. Bu da geleneğin himaye edici ve kucaklayıcı özelliğinden kaynaklanmaktadır. Zira gelenekler (an’aneler) toplumu ve insanı himaye eder, kuşatır, birleştirir; toplumdaki birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirir.
Öyleyse sürekli olarak yitik değerlerimizden bahsetmek zorunda kaldığımız günümüzde, hâlâ var olabilmeyi başarmış, bizi biz yapan, özümüze döndürmeye aday, inancımızla ve milli kimliğimizle örtüşebilen kültürel değerlerimize, geleneklerimize sahip çıkmak bizler için kaçınılmaz bir eylem olarak durmaktadır. Nitekim bir insan ancak geçmişi ve hatıralarıyla; bir medeniyet/millet ise ancak tarihiyle var olabilir.
Bu minvalde üzerimize düşen, kadim tarihimizin serpintileri olarak bize kalan geleneklerimize gereken özeni gösterip, hak ettikleri değeri vererek onlara sahip çıkmaktır. Zira bir geleneğin kendini toplum yaşantılarında idame ettirebilmesinde geçmişle gelecek arasındaki köprü rolünü oynayan yegâne varlık insandır.
İşte “şivlilik” de, insanımızın geçmişten günümüze köprü olmasıyla bugünlere kadar ulaşan, her yıl hem çocuklar hem de yetişkinler tarafından aynı heyecanla kutlanan, bize değerlerimizi ve birliğimizi hatırlatan ve kendisinde büyük küçük herkes için bol miktarda tebessümü barındıran bir Konya geleneğidir. Diğer bir deyişle şivlilik; Konya’da hicri takvime göre üç ayların başlangıcı olan Recep Ayı’nın ilk perşembe günü, yani Regaip Kandili’nin gündüzünde, çocuklarca yapılan bir kandil kutlama geleneğidir. Bu kandil kutlama geleneğinin tarihi Osmanlı Devleti döneminde Padişah II. Selim’e (1566-1574) kadar uzanırken, çocukların hatırlandığı ve mutlu edildiği, aynı zamanda birlik ve beraberlik duygularının da pekiştirildiği bir gelenek olarak şivlilik, günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Her ne kadar biz büyükler için şivlilik, eski samimi ortamların özleminin duyulduğu, hatırlara daha yalın ve doyumlu yaşamların geldiği bir gün olsa da, günümüzde yükselen binalara ve betonlaşan hayatlarımıza rağmen her yıl Regaip Kandili’nin gündüzünde, sabahın erken saatlerinde, ellerinde çantalarıyla cıvıldayan çocukların olması gelecek adına hâlâ umut vadedicidir. Üstelik şivliliğin yalnızca Konya’ya özgü bir gelenek olması da ayrıca mutluluk vericidir.
Aslında şivlilik, gerek o gün kapı kapı dolaşan çocuklara çeşitli şekerlemelerin verilmesinden gerekse hanımların bu güne has olarak yaptıkları “pişi” denilen ve yağda kızartılmış mayalı hamurlardan oluşan börekleri komşularına ikram etmesinden anlaşılacağı üzere bir bereket timsalidir. Şivlilik geleneğinin, rahmet ve bereketi çağıran ve manevi iklime geçişin ilk işaretlerini içinde barındıran üç ayların başlangıcı olan Recep Ayı’nda icra edilmesi ise onun bu özelliğini teyit eder niteliktedir.
Öyleyse şivlilikle birlikte gelen çocuk cıvıltılarının da ruhumuza, gönlümüze ve hayatımıza bereket getirmesi temennisi ile...
Gelenekte kalın, bereketle kalın.

Yazarın Diğer Yazıları