
Camız tıraş etmek!
İsmail Detseli
Bugün sizlere yarım asır öncesi yaşanmış bir hadiseyi anlatacağım. Bir Konya özlemi içinde muhabbet olsun bakalım.
Başlığı okuyan yeni nesil genç kardeşlerimiz “Bu ne yahu camız da mı tıraş edilir miymiş” der gibiler. Evet, camızlar da tıraş edilirdi, çardaklarda beslenen ve etinden sütünden faydalanılan camızlar yani mandalar kırsalda otlayanlar gibi olmaz toprakta yatamaz ve sırtından tüyünü atamaz, sıcaktan sıkıntıya düşer ette ve sütte randıman vermezdi.
Eskiden Konya’da sığır çardakları olduğu bir gerçek. Bunların yanında yağlı sütü ve meşhur camız yoğurdu için çardaklarda camız besleyenler de çoktu. Camızlar serinliği çok sevdiği sıcaktan çok hoşlanmadığı için bakım ve otlatma yerleri de farklı olurdu. Bundan dolayı Konya’da çok meşhur bir söz vardır halk arasında, “Amanın açın bakayım kapıları pencereleri ben sıcağa sıkıya gelemem, ben camız havasını isterim” diye.
Adamın biri ailece Konya köylerinden gelip yerleşmiş şehre, ortama alışmaya çalışıyor. Üç oğlundan her birini o günün geçerli mesleklerinden birine vermiş. Meslekler neler mi? Nalbantlık, berberlik, kalaycılık, keçecilik, kelikçilik, (kunduracılık) gibi… Ortanca oğlunu berberliğe vermiş o 1955-1960’lı yılların hareketli mevkii sayılan bugünkü Kızılay Hastanesi civarında hanların bol olduğu bilhassa kırsaldan gelenlerin alış ve satış için çok uğradığı yerlerde berberliğe başlayan küçük İsmail bir yıl içerisinde mesleği kapmış, eli makine tutar ustura çeker olmuş. Eli kıvrak olunca bu çocuk, genç müşteriler tarafından da çok sevilmiş.
Bir adamın saç sakal tıraşı 100 kuruş sade saç 50 kuruş sade sakalda 50 kuruşmuş. Bir sabah dükkâna gelen daimî müşterilerinden Karaaslanlı Mehmet ağa şakır şakır binip geldiği günün en geçerli vasıtası at arabasını kapının önünde durdurup daha ustası dükkana gelmemiş olan küçük İsmail’e şöyle bir teklifte bulunmuş:
-Ismayıl garam bilirsin ben seni çok severim. Başın yumuşak terbiyeli yumuş tutan (emir nasihat dinleyen) bir çocuksun. Onun için sana ustan gelmeden iyi paralı bir iş teklifi yapacağım. Sana bir ustura alsam bileyi kayışı alsam, benim camızları tıraşa gelsen.
(O zamanlar berberlerin usturayı keskinlettikleri şeylere bileyi taşı ve ustura kayışı derlerdi. Sakalı tıraş eden berber, her yüze usturayı çaldıktan sonra o kayış bileyiye mutlaka usturayı sürter keskinletirdi. Hatta yüzünde acıma duyan müşteri berbere “Yahu tekem veya ustam şuna bir palaska göster yüzümü dırmalayyoru meret ustura bee” derdi.)
-Yok, ustam kızar Mehmet emmi,
-Bırak ustayı canım ben sana ustura alacağım, bileyi kayışı alacağım burada adamı bir liraya tıraş ediyorsun ya camız başı ne alacan biliyon mu?
-Yok, bilmem.
-Tam iki buçuk lira alacaksın. Benim ahırdaki camızları tıraş etsen kısa zamanda dükkân bile açarsın kendine garam. Zaten boyun kısmı ile kıçlarının üzeri tıraş edilecek Camızın her yanı değil ya aslanım.
Küçük İsmail tav olur teklife o gün ustasına yalan söyler “Hastayım” der. “Anam hasta, babam hasta.” Bir bahane büker.
Ertesi gün Mehmet ağa ile anlaştıkları yerde buluşup at arabası ile yola çıkarlar. Ver elini Karaaslan. Kocaman uzunca boydan boya bir çardak içerisinde 100’e yakın camız vardır. Mehmet ağa:
-İşte garam malzemelerin. İşte yemeğin ve suyun. İşte senin aş da… Burası da sana teslim. Öğleyin çoban gelir, malların yemini verir. Sen onlara bakma, sen tıraşınla ilgilen, der.
Koyar gider. Küçük İsmail iştahla başlar camızlardan birini tıraş etmeye ama ne görsün öğleye yakın olmuş daha bir tek camızı tıraş edememiştir. Oysa dükkânda olsa belki on kişiye saç sakal tıraşı yapardı.
İki camızı zorla tıraş eden İsmail, malzeme torbasını omzuna vurmuş oradan koşar adım uzaklaşmış. 6-7 kilometre yolu yürüyerek ustasının yanında almış soluğu. Akşam karanlığında ustasına “İyileştim, hemen işime koştum ustam” demiş. Usta da “Aferin guzum” geçmiş olsun deyip iş tatlıya bağlanmış.
Ertesi gün at arabası ile yine dükkânın önüne gelen camızların sahibi Mehmet ağa selam verip içeri girer ve çırak Ismayıla şöyle der:
-Ne oldu len dabış, camız tıraşını golay mı sandın adamın iflahını keser gidi. İki buçuk lira parayı duyunca pek iştahlandıydın değil mi? Seni beni bilmez Camızcı gidi seni, deyince ustası da işin iç yüzünden haberdar olur. Bizim küçük İsmail e de bu olay büyük bir tecrübe ve ders olur.