Mehmet Bina

'Baban gelirse beni hemen çağır ha'

Mehmet Bina

-Bu gün, 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin, 2023 yılı 108. yıldönümü.
-Osmanlı Devleti Çanakkale Savaşında bütün bir millet olarak destan yazdığı savaştır. 
-1914 yılı 3 Kasım-1915 yılı 18 Mart tarihleri arasında !deniz savaşları yapılmıştır. 25 Nisan 1915-9 Ocak 1916 tarihleri arasında ise Gelibolu yarımadasında kara savaşları olarak yapılmıştır.
-Mehmet Akif Ersoy, Bedir Savaşı ile Çanakkale Savaşı'nı mukayese ediyor ve her ikisinin de İslamın kurtuluşunda önemli rol oynadığını belirmiştir. 
-Bedir'de müslümanlar, Rabbimizin yardımıyla kendilerinden üç kat fazla olan müşriklere karşı büyük bir zafer elde etmişlerdir.
-Osmanlı, Çanakkale'de mağlup olsaydı, Churchill'in tabiriyle, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve diğer büyük bir İslam alemi hâlâ sömürge durumundan olurdu. 
-Ecdadımızın Çanakkale savaşında maddi yönden olduğu gibi, manevi yönden de yardımlarını görmekteyiz ve Bedir' de olduğu gibi Canab-ı Allah'ın yardımıyla zafer nasip oluyor.
Bir kaç örnek vermek istersek.                                                                                                                       
-Balıkesir’de Ali Şuûrî İlkokulu karşısındaki boşlukta altı yedi yıl öncesine kadar eski bir ayakkabı tamircisi vardı. İkinci aralıktaki ikinci dükkanda kır, pala bıyıklı bir ihtiyar çalışırdı: Bizim Cevdet dedemiz… (Alkalp).
Bir akşamüstü dükkanın önünde çay içerken konu Çanakkale’ye gelince ağlamaya başladı. “Rahmetli babam Hafız Ali, Çanakkale’de kaldığında anamın karnında yedi aylıkmışım. Onu hiç tanımadım. Bir fotoğrafı bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları, Kuvayı Milliye zamanı, işgal yılları, yokluk, kıtlık, sıkıntı, çocukluğumuz hep ekmek peşinde sıkıntıyla geçti.
Anam (Adeviye) benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta her bir yere gidişte yanıma gelir:
– Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha…
– Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha…
– Ben mevlide gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha..
Annem babamı bekledi durdu. Büyüdüm dükkan açtım. Annem gene her bir yere gidişte dükkana gelir, gideceği yeri söyler; “Baban gelirse, beni hemen çağır ha!” diye eklerdi.
Aradan yıllar geçti. Anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kakarak yanıma gelir; “Baban gelirse, beni hemen çağır ha!” diye tembihlerdi. Günü geldi ağırlaştı. Ölüm döşeğinde bizimle helalleşti:
“Bana iyi baktınız. Hakkınızı helal edin.” Bana döndü yavaşça:
“Baban gelirse, ona annem hep seni bekledi de” dedi. Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek;
“Hoş geldin… Hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.
Balıkesir’de hiç evlenmemiş ve «Yedi Bekârlar» ismiyle anılmakta olan hanımlardan birisi olan, berber Hayri Bey’in halası, bir gün vefât eder.
- Cenâzesinde birkaç akrabanın dışında kimse yoktur. 
Kılınan cenâze namazından sonra mevtâyı takip eden topluluk kabristana gelir ve kendisi için açılan mezara büyük bir îtina ile yerleştirilir. Tam üzeri kapatılacakken, oradaki bir yakını şöyle bir hatırlatmada bulunur:
«-Aman unutmayalım, vasiyeti vardı!»
Biraz sonra, bir kese dolusu diş ile birkaç torba saç getirilir ve mevtânın üzerine konulur. Sonra da defin işlemi tamamlanır.
Cenâze merâsiminde bulunanlardan birisi merakla sorar:
«-Bunlar da neyin nesi? Niçin mezara konuluyor?»
Bu işin esrârına vâkıf olan bir kimse ise, onun bu merakını şu cevapla giderir:
-«-Halamızın nişanlısı, nikâhtan hemen sonra daha düğün yapılmadan Çanakkale’ye gitmiş.
Bir daha da dönmemiş. Gençliğinde çok güzeldi halamız. Çok isteyenler oldu. Lâkin o, nişanlısının hâtırasını kirletmemek için kimselerle evlenmedi. Mezara konulan diş ve saçlara gelince:
«-Yarın mahşer gününde, Huzûr-i İlâhî’de beyim ile karşılaşırsam; «Bu ağızdan, senin adından başka erkeğin adı çıkmadı.» diyebilmek için ağzından dökülen bütün dişlerini biriktirmiş.»

 Yine «-Huzûr-i İlâhîde ona; «Başıma, saçıma yaban eli değmedi.» diyebilmek için tarağına takılan bütün saçlarını toplamış. Saçlarım şâhid olsun diye torbaya koymuş. 
- Onların da kendisi ile beraber gömülmesini vasiyet etmişti. Bizler de bu vasiyetini yerine getirdik.»
Yine Çanakkale Savaşı’nda anlatılanlara göre, çok darda kaldığı zaman bir asker,  Allah’a yalvararak uykuya dalar. 
Rüyasında nur yüzlü bir zât yani Hızır (as), bu askere, çok sıkıştığı bir anda yerden bir avuç toprak alıp üflemesini, içinden kurşun çıkacağını söyler. 
Bu rüyayı gören asker çok darda kaldığı bir anda Hızır (as)’ın değini yapar, yerden bir avuç toprak alıp üfler, bu toprak kurşun olur. Bu kurşunları alıp düşmana ateş eder, kurşunlar alev alır, karşısındaki askerleri öldürür. 
Alman Subayı Hans Kannengiesser Çanakkale Savaşları’ndan sonra hatıralarının bir bölümünde şöyle ifade ediyordu: 
- “Bir gün, emir erimin vücudunun yarısını bir gülle parçası götürmüştü. Koştum, başını kucağıma aldım. Hiç de iyi değildi. Başını dikti, bir noktaya dalgın dalgın bakıyordu. Ben de onu teselli etmeye, kurtulacağını söylemeye çalışıyordum.
O, gözlerini diktiği noktadan ayırmayarak: 
– Ben şehit oluyorum kumandanım, bak işte Peygamberim beni çağırıyor! dedi. İrkildim, onun gözlerini diktiği noktaya dikkatle baktım. Hiçbir şey göremedim. Tekrar ona döndüm, hayal mi görüyor diye gözlerine baktım. Hayır! Bu gözler hayal görmüyordu! Aslında Ben görmüyordum ama o Peygamberini görüyordu! Ve ruhu Peygamberine doğru uçtu gitti!”
Biz şimdi bu ecdadımızın bırakmış olduğu emanete sahip olabiliyor muyuz, bunu muhasebe yaparak uzun uzun düşünmemiz lazım.
Rabbim şefaatlarına nail eylesin,

Yazarın Diğer Yazıları