Mehmet Bina

Tebessümlü Yüz, Ne Güzel Yüzdür

Mehmet Bina

Ebû Zer (ra) şöyle buyurdu:

Peygamberimiz (sav), bana (hitaben) buyurdu ki:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir iyiliği bile sakın küçük görme!” (Müslim, Birr 144)

- (Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır. (Tirmizî, Birr, 36)

İyiliği iyilik olarak takdir etmek ve yerine getirmek lâzımdır. İyiliği küçük görmek, önemsememek, iyilik bilincine sahip olmamaktan ileri gelir. Burada Resûl-i Ekrem Efendimiz, büyük sahâbî Ebû Zer hazretlerine hitâben hiçbir “ma’rûf”un yani Allah’a itaat ve insanlara iyilik ve ihsan olarak bilinen hiçbir şeyin küçük görülmemesini, azımsanmamasını tenbih etmektedir.

- “Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi tabiî bir davranış olsa bile” diye çok çarpıcı bir örnek vermektedir.

-Tirmizî’deki bir rivayette (Birr 36) “Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır”,

Bir başka Hadis-i Şerifte de “Her ma’rûf sadakadır. Din kardeşini güler yüzle karşılaman da ma’rûftandır” (Tirmizî, Birr 45) buyurulmaktadır.

-Din kardeşini güler yüzle neş’eli bir şekilde karşılamak onu sevindirir ve içini rahatlatır.

Bir mü’mini sevindirmek ise, hiç şüphesiz başlı başına bir iyiliktir.

Gerçekten bir çoğumuz, küçük şeyleri “iyilik” olarak değerlendirmemek yanılgısına düşeriz ve böylece dindeki iyilik imkânlarını kullanamayız. Bu ise, giderek yozlaşan bir günlük yaşantıyı gündemimize getirmektedir. Oysa iman uyanıklığı ve şuuru içinde yaşayanlar, kimsenin tahmin etmediği bir çok noktada iyilik ve hayır işleme fırsatı bulurlar.

-İyiliksever olmak, mutlaka büyük iyilikler yapmak demek değildir.

Küçük olsun büyük olsun iyiliğe tam bir iyilik nazarıyla bakmak gerekmektedir.

-Hz. Peygamber (sav), çok sadaka dağıtamadığından yakınan Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: "Tebessüm et, bu da sadakadır." Yani "Bununla mutlu ol" demek istedi.

Dinimizde iyilik düşünce ve uygulaması, fevkalâde önemli, yaygın ve köklüdür.

Hiçbir iyilik küçük görülmemelidir.

Geleni güler yüzle karşılamak başlı başına bir iyiliktir.

Cerîr bin Abdullah (r.a.) anlatıyor: “Fahr-i Kâinât Efendimiz, Müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten alıkoymaz ve her gördüğünde de tebessüm ederdi.” (Buhârî, Edeb, 68)

-Abdullah bin Hâris (r.a.) ise: “Resûlullah’tan daha çok mütebessim bir kimse görmedim.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 10)

-Hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre, Efendimiz (s.a.s.) genellikle beşûş çehreli, güleç yüzlü idi. Yani o, en sıkıntılı anlarında bile umumiyetle üzüntülerini belli etmez ve yanındakilere hüzün verecek bir tavır sergilemezdi. Bilhassa çok sevdiği kimselerle karşılaştığında tebessümü bir kat daha artardı.

-Öte yandan Sevgili Peygamberimizin (s.a.v), hoşuna giden bazı sözler veya olaylar karşısında, azı dişleri görünecek kadar güldüğü de nakledilmektedir.

-Meselâ Hz. Ayşe’nin naklettiği bir rivâyette kuraklıktan muzdarip olan halkın şikâyeti üzerine Habîb-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz musallâ denen açık bir alanda kısa bir hutbe iradından sonra namaz kılıp duâ etmişti.

Çok geçmeden gök gürleyip şimşek çakmaya başlamış ve bol miktarda yağmur yağmış, seller akmıştı. İşte bu arada insanların yağmurdan korunmak için koşuştuklarını gören Efendimiz (s.a.s.), azı dişleri görününceye kadar gülmüştür. (Ebû Dâvûd, İstiskâ, 2)

-Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor:

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz buyurdu ki, “Ben cehennemden en son çıkacak ve cennete en son girecek olan kimseyi yakînen bilirim. Bu öyle bir adamdır ki kıyâmet gününde, getirilir ve «Küçük günahlarını kendisine gösterin, büyük günahlarını ise gizleyin.» denilir. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilir ve:

– Sen falan gün şunu şunu, falan gün de şunları yaptın değil mi? denilir. Adamcağız da inkâr edemeyerek:

– Evet, der. Ancak bunların ardından büyük günahlarının da gösterilmesinden korkmaya başlar. Tam bu esnada ona:

– Senin için her kötülüğün yerine bir iyilik vardır, denilir. Bunun üzerine adam (ortaya çıkmasından korktuğu büyük günahlarını kastederek):

– Yâ Rabbî, ben bir kısım (günah) işler yaptım ki onları burada göremiyorum, der.”

-Ebû Zerr (ra)’ın belirttiğine göre Efendimiz (sav) bu haberi anlattıktan sonra azı dişleri görününceye kadar gülmüştür. (Müslim, İmân, 314)

-Abdullah bin Mesût’un (r.a.) naklettiği şu rivâyette de Efendimiz’in (s.a.v.) güldüğünü görmekteyiz; -“Allah Resûlü şöyle bir hâdise anlattı: «Ben cehennemden en son çıkacak olan insanın durumunu bilirim. O, cehennemden sürünerek çıkar. Kendisine:

– Haydi git, cennete gir! denilir. Bunun üzerine o adam cennetin yolunu tutar. Varıp kapısından içeri bakınca cennet ehlinin tamâmen yerlerini aldıklarını, her tarafın dopdolu olduğunu görür. Geri döner ve:

– Ya Rabbi, herkes yerini almış, her taraf tıklım tıklım dolu, girecek yer kalmamış! der. Kendisine denilir ki:

– Önceki bulunduğun zamanı(n yani dünyânın ne kadar geniş olduğunu) hatırlıyor musun? O da:

– Evet ya Rabbi! der. Sonra ona:

– Öyle ise gönlünden ne geçiriyorsan dile, denilir. O da dilediğini ister. Neticede kendisine:

– Sana bu isteklerinin hepsi ve ayrıca dünyanın on katı daha verilecektir, denilir. Bunun üzerine adam:

– Yâ Rabbi, der. Benimle istihzâ mı ediyorsun! Sen ki şânı yüce bir Hükümdarsın!»”

Abdullah bin Mesût (r.a.), Resûlullah’ın (s.a.s.) bu hâdiseyi anlattıktan sonra azı dişleri görülecek derecede güldüğünü ifâde eder. (Müslim, Îmân, 308)

-Gülme âdâbı husûsunda Nebiyy-i zî-şân Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetinden, mütebessim bir çehreye sâhip olmamız gerektiği anlaşılmaktadır.

Bunun yanında güzel bir davranış veya söz karşısında gülmenin tabiî olacağı da âşikârdır. Ancak katıla katıla gülmek, güldürmeyi meslek edinerek bunun için saatlerce proğram yapmak gibi aşırı tavırlar uygun değildir.

Yazarın Diğer Yazıları