
Adeviye Hanım!
Ramazan Sayar
Balıkesir'de Ali Şuuri İlkokulu karşısındaki boşlukta beş altı yıl öncesine kadar eski bir ayakkabı tamircisi vardı. İkinci aralıktaki ikinci dükkânda. Kır, pala bıyıklı bir ihtiyar çalışırdı.
Bizim Cevdet dedemiz…
Bir akşamüstü dükkânın önünde çay içerken konu Çanakkale'ye gelince ağlamaya başladı. "Rahmetli babam Hafız Ali Çanakkale'de kaldığında anamın karnında yedi aylıkmışım. O'nu hiç tanımadım. Bir fotoğrafı bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları. Kuvayı Milliye zamanı. İşgal yılları. Yokluk, kıtlık, sıkıntı. Çocukluğumuz hep ekmek peşinde zorlukla geçti.
Anam (Adeviye) benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta her bir yere gidişte yanıma gelir:
"Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha...”
"Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha.”
"Ben Mevlid'e gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha...”
Annem babamı bekledi durdu. Büyüdüm dükkân açtım. Annem gene her bir yere gidişte dükkâna gelir, gideceği yeri söyler;
“Baban gelirse beni hemen çağır ha!” diye eklerdi.
Aradan yıllar geçti. Anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kakarak yanıma gelir;
“Baban gelirse, beni hemen çağır ha!” Diye tembihlerdi. Günü geldi. Ağırlaştı. Ölüm döşeğinde bizimle helalleşti:
“Bana iyi baktınız hakkınızı helal edin.”
Bana döndü yavaşça:
“Baban gelirse, O'na annem hep seni bekledi de" dedi. Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek;
“ Hoş geldin... Hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti.