Ramazan Sayar

Çanakkale Zaferi

Ramazan Sayar

Tarihi zaferlerle dolu Türk milletinin sinesinde Çanakkale zaferinin ayrı bir önemi vardır. Bu zafer ay yıldızlı bayrağımıza uzanan ellerin kesildiği, namusumuza yönelen gözlerin oyulduğu, vatanımızı kirleten ayakların kırıldığı, şehit kanlarıyla sulanan bu toprakların namerde mezar olduğu bir zaferdir. Bu zafer sanki bedrin tekrarlanışıdır. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi
Bu zafer Müslüman türkün iman ve azminin, güç ve kuvvetinin canlı bir belgesidir. 
Bu zafer mağrur ve zalim küfrün, adil ve eşsiz hakkın karşısında mağlup olmasıdır. 
Bu zafer maddenin mana önünde eriyip yok olmasıdır. 
 “Eski dünya, yenidünya bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk
Sade bir hadise var ortada vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela”

Bu zafer, dünya ateş püskürse, yer yarılsa, gök delinse, düşman sel gibi gelse de bayrağımızın yere inmeyeceğinin bir göstergesidir. 
Bu zafer, düşmanın topu güllesi varsa da Müslüman türkün sarsılmaz imanının bir nişanesidir.
Bu zafer kıyamete kadar Müslüman Türk annelerinin kızlarını cariye, oğullarını köle, camilerini harabe, yurdunu kahpe ellerde virane etmemek için 
 “Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Haydi, oğlum haydi git,
Ya gazi ol ya şehit.”  Diyerek ninniler söyleten bir destandır.
Bu zafer, şanlı tarihimizdeki asker analarımızı hatırlatan bir belgedir. 
Sene 1915. sonbaharın serin ve yağışlı günlerinden birisi… Birinci Dünya Harbi bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu… Yiğitlerin biri şehit oluyor, biri yetişiyor. Cepheye durmadan takviye gidiyor. İşte o kuvvetlerden birisi Bilecik istasyonunda beklemektedir. 
Ak saçlı, beli bükülmüş soluk benizli, başı yaşmaklı, ihtiyar bir Türk anası orada duruyor. Ona yaklaşan subay ile aralarında şu konuşma geçer:
— Valide, yağmurun altında niye böyle beklersin Anadolu’nun vefakâr ve sabırlı anası şöyle cevap verir:
— Trende oğlum var. Onu selametlemeye geldim. 
—Oğlun kimdir?
—Söğüt’ün Akgün köyünden Mehmet oğlu Hüseyin.
—Onu görmek ister misin? Çağırayım mı?
—Sana dua ederim oğlum. Ona söyleyecek bir tek sözüm daha var.
Hüseyin kısa zamanda bulunur, anasının elini öper. Oğlunu bağrına basan cefakâr anne oğluna bir daha şöyle der:
—Hüseyin’im, yiğit oğlum benim! Dayın şıpka’da, baban Dömeke’de, ağabeylerin de Çanakkale’de şehit düştüler. Bak son yongam sensin. Eğer minarelerden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun. Öl de köye dönme. Yolun Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna bir Fatiha okumayı unutma. Haydi, oğul Allah yolunu açık etsin!  
*  *  * 
Bu zafer, aklın ve mantığın bütün kurallarını kullanıp, şehadet rütbesini kazananların belgesidir.  
30 Ağustos 1915, gecesi bölüğümün birinci takım çavuşu: Efendim, dedi. Bizim takımdan Oruçoğulları’ndan Kamanlı Sadık siperden fırladı. Düşmanın gündüz attığı torpillerin patlamayanlarını kucaklayıp düşman siperlerinin önüne götürüp bırakıyor. Kendisine o kadar söyledik, etme be Sadık, tehlikelidir, dedik ama dinlemedi. Ve eliyle göstererek: 
—İşte! Dedi, bakın… Döndüğünde Sadık’ı çağırdım; 
—Sadık ne yaptın, dedim. Yarın bize atsın diye mi düşmana torpil taşıyorsun? Hayır, beyefendi, dedi. Onları kendi kazdıkları kuyuya düşüreceğim.  
—Nasıl, onlara cephane, mermi, torpil taşıyarak mı?  
—Kusura bakma beyefendi… Bana yarın sabaha kadar müsaade et… O zaman düşman siperlerinde kazılacak kuyuları görürsün… 
Maksadını anlamıştım; bu yiğit ve fedakar vatan evladını bakışlarımla ve bütün ruhumla takdir ve teşvik ederek: 
—Peki Sadık! Göreyim seni! Dedim.  
31 Ağustos 1915: Şafak atar atmaz düşmanın karşımızdaki iki siperinin müthiş tarrakalar, kulak tırmalayan infilaklarla alt üst olduğu ve pek çok kayıp olduğu görülüyordu. Kahraman Sadık, gece yerleştirdiği torpilleri, tam isabetli atışlarıyla infilak ettirmeye muvaffak olmuştu. Hemen yanına gittim.  
Ben ona “Aferin Sadık” diye takdir ve teşekkür ederken o gülerek: “Beyefendi, bak, akşam dediğim kuyuları görüyon mu?” diyordu… 
Akşama kadar yapılan hücumlarda hep Sadık’ın düşmana bir aslan gibi saldırdığını gördüm. Akşamüzeri kendi kurşunuyla yaralanan bir düşman neferini omuzlayıp siperimize getirmek üzere iken yan tarafından gelen bir kurşun, Sadık’a pek sevdiği şehadet rütbesini kazandırmıştı.
 
Necmettin Halil Onan olayı dörtlüklerinde şöyle dile getirir:  

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, 
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. 
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, 
Bir vatan kalbinin attığı yerdir. 

Bu ıssız, gölgesiz yolun solunda, 
Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda, 
İstiklal uğrunda, namus yolunda, 
Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.
 
Bu tümsek, koparken büyük zelzele, 
Son vatan parçası geçerken ele, 
Mehmet’in düşmanı boğduğu sele,  
Mübarek kanını kattığı yerdir. 

Bu zafer Allah’a ve onun peygamberine kavuşmanın ta kendisidir. 
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, 
Sana aguşunu açmış duruyor peygamber.

Yazarın Diğer Yazıları