Ramazan Sayar

Cennet'in Anahtarı: Sabır

Ramazan Sayar

İnsanın hayatı bir kararda gitmez. Başına her türlü hal gelebilir. Gündüzün gecesi, sağlığın hastalığı, varlığın yokluğu vardır. Dünyada dertsiz kedersiz insan yoktur. 
Ziya Paşa’nın:  
“Her akile bir dert mukarrer bu âlemde,
Hiç rahat yaşamış var mı güruh-u ukaladan?” 
Dediği gibi en mutlu görünen kişinin bile kim bilir nice üzüntüleri, dertleri vardır. Hayat başlı başına bir mücadele alanıdır. İnsanın değeri, mücadeledeki sağlamlığı ile ölçülür. Başa gelen küçük bir felaketten dolayı hemen umutsuzluğa kapılmamak lazım. Çünkü yaşanan her olay insanı olgunlaştırır, insana ayrı bir tecrübe kazandırır. Yunus’un dediği gibi:
“Çiğdik piştik elhamdülillah
Hamdık olduk elhamdülillah”
Başımıza gelen olaylar bizlere bir denemedir. İnsan, manen büyüklüğü oranında belaya uğrar, imtihana tabi tutulur. Peygamberimiz: “İnsanlar arasında belası en zor olanlar peygamberlerdir. Bu, daha sonra dinine bağlı olma kuvvetine göre sıralanır.” buyurmuştur. 
Demek ki, dışarıdan bela gibi görünen şey aslında bizim için bir lütuftur. Allah’ın kahrı içinde hayrı gizlemesi hikmetindendir. Eğer sabredilirse Allah’ın bela içinde gizlediği rızasına erilir ki bu nimetlerin en büyüğüdür. 
En büyük sabır “iman” yolunda edilen sabırdır. İnsanlık tarihi ibret alınacak hikâyelerle doludur. Firavun, Hz. Musa’ya iman ettiklerinden dolayı Maşite Hatun’u imanından vazgeçirmek için çocuklarını kaynar kazana attırdı, Asiye Hatun’u da ellerinden çivilettirdi ancak onları imanlarından asla döndüremedi.
* * *  
Peygamberimizin çağrılarına uyan Bilal-i Habeşi, Habbab bin Eret gibi birçok iman ehlinin, efendileri tarafından kızgın çöllerde çektikleri cefalara “ahad, ahad” “Allah birdir, Allah birdir” diye karşılık vermeleri, Peygamberimizin Taif’te ayak takımı tarafından taşlanmasıyla mübarek ayaklarının kanlar içinde kalması, Uhud’da dişlerinin kırılıp yanaklarından kanlar akmaya başlayınca bile “Yarabbi kavmim bilmiyor, onları affet” diye dua etmesi en güzel sabır örneklerindendir.
* * * 
“Sabır” denince elbette Hz. Eyyüb peygamberden bahsetmeden geçmek olmaz. Hz. Eyyüb varlıklı, itibarlı, çoluk çocuğu ve ailesi mükemmel biriydi. Tarlalarını, sürülerini, çocuklarını kaybettikten sonra sağlığını da kaybetmeye başladı. Vücudunu kemiren kurt, diline ve kalbine de inince: “Yarabbi bundan sonra sana nasıl yalvarırım?” dedi. Rabbi: “Ayağını yere vur. İşte içilecek ve yıkanabilecek soğuk bir su.”(Sad–42) buyurdu. Hz. Eyyüb sudan içti, yıkandı. Eşi Rahmet de bu sudan içip yıkandı. Eski gençliklerine, sağlıklarına ve imkânlarına kavuştular. Bundan dolayı Hz. Eyyüb’e “sabrın çağlayanı” denir.
Sabretmede Eyyüb ol
Gam çekmede Yakup ol
Yusuf gibi mahbup ol
Sübhan-ı İrem dersen

Bela gökten yağmur gibi yağarsa hakiki sofilik incinmemektir. Feleğin lütfü cahili nadan olana, türlü belayı yağdırır kâmili irfan olana. “Ne gelirse yahşidir, hep onun bahşidir.” diyerek başa gelenlere rıza göstermek lazımdır.
Hoştur bana senden gelen
Ya gonca gül yahut diken
Ya hilattir yahut kefen
Kahrın da hoş lütfün da hoş 
diyerek Hakk’ın rızasını kazanmalıdır.
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Bir işi murat etme
Olduysa inat etme
Haktandır o reddetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Deme bu niçin böyle
Yerindedir o öyle
Bak sonu seyreyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
             
Koruk güneş karşısında sabır ede ede kızarıp tatlılaşır, üzüm olur, pekmez halini alır. Sabreden derviş, muradına ermiş. Her şeyin başı sabırdır. 

Sabır sevincin anahtarıdır,
Sabır kalplerin anahtarıdır,
Sabır cennetin anahtarıdır…     

Vücudunu kurt yiyen, kurt yedikçe şükreden,
Belalara sabreden, Eyyüb peygamber yatur.  

Hazreti Eyyüb (as) Suriye dolaylarında halkı Allah yoluna çağırdı. Başına birçok belalar gelmesine rağmen hepsine gönül rahatlığı ile katlanarak üstün bir sabır örneği olmuş bir peygamberdir. 
Önceleri çevresinde eşi bulunan büyük bir zengindi. Yine bir peygamber sülalesinin torunu olan babasından kendisine büyük bir miras kalmıştı. Sürü sürü koyunları, kervan kervan develeri ve bir o kadar sayıda da katır ve merkepleri vardı. Civarda ki en verimli tarlaların ve çayırların sahibi de kendisi idi. 
Öyle iken dünyanın servet ve zenginliğinde zerre kadar gözü yoktu. Dünya malının yine dünyada kalacağını, servet ve zenginliğe aldananın hem dünyada hem de ahirette sefil olacağını iyi biliyordu. Zenginliği ile olduğu kadar benzersiz cömertliği ile de ün ve şöhret salmıştı. 
Kimsesiz yetimlerin öz babası, dulların koruyucusu ve yoksulların kayırıcısı idi. civarda ki bütün dara düşenler ve geçimini temin edemeyenler onun varlıklı kapısına başvururlar ve sayıları ne kadar çok olursa olsun hiçbirisinin eli boş dönmezdi. Çoluk çocuğu da kalabalıktı.  
Şeytan, hazreti Eyyüb’ün (as) zengin servet ve malına rağmen dünyaya gönül vermemesine, varlığını ve malını Allah’a adamış olmasına karşı çıldırtıcı derecede kıskançlık duyuyordu. “Eyyüb hem bu dünyasını ve hem de öbür dünyasını kazanmanın sağlam yolunu tutmuştur. Ne yapıp etmeli ve hiç olmazsa dünyalarından birisini yıkmalı, hatta mümkün olursa her ikisini de alt üst etmeli.” diye düşünüyordu. 
Öte yandan ulu Allah şeytanın neler düşündüğünü, dosdoğru yola koyulmuş olan Eyyüb’e (as) ne benzersiz bir kıskançlıkla göz diktiğini biliyordu. Bir gün şeytan’ın içindekileri dökmesi için ona şöyle sordu. “ sevgili kulum Eyyüb hakkında neler düşünüyorsun?” şeytan fırsatını bulmuştu; hemen cevap verdi. “ne olacak… Eyyüb ateşin yakmakla bitiremeyeceği geniş bir servetin sahibidir. Zenginliğin hatırı ve malının elinden çıkmaması için sana bağlılık göstermekte ve ibadet etmektedir. Malını yitirip malı ve saadeti elinden kaçsa bir saatliğine bile sana bu günkü gibi bağlılık göstermesi mümkün değildir.” 
Ulu Allah büyük peygamberlerden birisi olan hazreti Eyyüb’ü (as) iyi tanımakta ve doğruluk yoluna bağlılığının dünya serveti ile uzaktan uzağa ilgili olmadığını bildirmektedir. Bu apaçık gerçeği Allah’a karşı gelmenin yolunu ilk koyucu olan şeytana da ispat etmeyi diler, yukarıdaki iddialara cevap vermek üzere şöyle der; “sen her zaman olduğu gibi yine yanılıyorsun. Eyyüb’ün(as) bana olan bağlılığı dünya rahatına kavuşmuş olması ile ilgili değildir. Dünyadaki en yoksul ve en çaresiz kullarımdan biri de olsa, o yolunu değiştirmeyecektir. Bunu iyi biliyorum, ama mademki sen tersini düşünüyorsun, dediklerimin doğruluğunu sana da ispat edeceğim. Sevgili kulum Eyyüb’ün (as) imtihana tabi tutacağım. Onu, sahip olduğu servet ve saadetinden iyice mahrum bırakarak çekilmez acıların kucağına atacağım. Göreceksin bakalım, eşsiz ve samimi kulluğunda bir değişiklik, bir gevşeklik görecek mi ?” 
Ulu Allah’ın şeytana söylediği bu sözlerin arkasından gelen yıllar Eyyüb’ün (as) ardı arası gelmez bela ve felaket yılları oldu. Önce yaygın ve bulaşıcı bir hayvan hastalığı bütün sürülerini ve kervanlarını göz yumup açana kadar silip süpürdü. Durumu Eyyüb’e (as) bildirdikleri zaman onu namazlığın üzerinde diz çökmüş, biricik Allah’ına yalvarırken buldular. Eyyüb’ün (as) kâhyasına verdiği cevap gayet kısa olmuştur. “sürü ve kervanları bana veren Allah’tır. Şimdi alan da o’dur. o ne yaparsa yerli yerindedir.” 
Arkasından beldeye çöken kavurucu bir kuraklık Eyyüb’ün (as) bütün tarlalarını verimsiz kum yığını haline getirdi. Allah’ın sevgili peygamberi bu afeti de eşsiz bir dayanıklılıkla karşıladı. İbadet ve Allah’a bağlılıkta zerre kadar eksiklik ve gevşeklik göstermedi. Fakat felaketler Eyyüb’ü (as) durmadan kovalıyor, tükenmek bilmiyordu. Bir gün komşu evlerde ancak zararsız bir sarsıntı olarak duyulan bir deprem evini, aile halkının üzerine yıkmış hanımı rahmet hariç bütün ailesi çöküntüler altında can vermişti.  
Hazreti Eyyüb’ün (as) başına gelen felaketler bu kadarla da kalmadı. Dillere destan olmuş servetini ve çoluk çocuğunu kaybettikten sonra ağır ve bulaşıcı bir hastalığa da yakalandı. Yine de Allah’a ibadetten bir adım geri kalmadı. Yanında bir tek eşi rahmet kalmıştı. Beraberce bir fakir kulübesine sığındılar. Servetinin bol olduğu günlerde önünde saygı ile eğilen halk, biri birini kovalayan felaketlerin sonunda çaresiz bir sefalete düşünce Eyyüb’den (as) iyice yüz çevirdiler. 
Hazreti Eyyüb’ün (as) hastalığı günden güne ilerliyor ve vücudunu adım adım tüketiyordu. Her tarafını kurtlar sarmıştı. Günün birinde komşuları, kocasının yastığı başından ayrılmayan eşi rahmet’e başvurarak şöyle dediler: “Eyyüb’ün hastalığı çok tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalıktır. Şehrimize yayılmasından endişe duyuyoruz. Onun için sen hemen kocanı yanına alarak şehrimizi terk et, yoksa sizi zorla çıkaracağız.” 
Haberi duyan Eyyüb (as) bu felaketin karşısında da sabır ve bağlılığını elden bırakmadı. Hemşerilerinin dediklerine uyarak kulübesinden ayrılmaya karar verdi. Sadık eşi rahmet’in sırtında, doğup büyüdüğü ve iyi günlerinde bütün halkından ölçüsüz saygı gördüğü şehrinden ayrılarak yakındaki bir ormana sığındı. Eşi rahmet şehirden getirdiği balta ile ağaç keserek içinde oturabilecekleri bir kulübe yaptı. Eyyüb (as) yine ibadetine devam ediyor, olup bitenler karşısında bir tek şikâyet sesi bile yükselmiyordu. Hâlbuki peygamberlerin duaları reddedilmezdi. Durumunun düzelmesi içi bir defa bile el kaldırıp Allah’ına yalvarsa duası kesinlikle kabul edilecek ve tekrar eski günlerine dönecekti. 
Fakat gönlünde Allah’tan gelen her şeyi hoşnutlukla karşılayan sarsılmaz bir iman aydınlığı barındırıyordu. İşin sonu nereye varırsa varsın, başına ne ölçüde çekilmez ve katlanmaz felaketler gelirse gelsin, şahsı adına sevgili Allah’ının işine karışmayı düşünmüyordu. Çünkü Yaradan’ın kahrı da hoştu, lütfuda hoştu.
 
Hoştur bana senden gelen 
Ya hilat-ü yahut kefen. 
Ya taze gül yahut diken… 
Kahrın da hoş, lütfun da hoş. 
                           
Gelse celalinden cefa  
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa; 
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür.
Aşık yunus sana kuldur,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş. 

Bir defasında eşi rahmet; “ sen büyük bir peygambersin. Allah’a yalvar da hiç olmazsa seni öldürücü hastalıktan kurtarsın.” diye teklif edince önce gücendi sonra şu cevabı verdi; “ ne yüzle durumumdan şikâyet edecek ve Allah’tan iyi günler dileyeceğim. Zenginlik ve saadet içinde geçen seksen seneme karşılık dört yıldan beri felaketli yıllar yaşıyorum. Felaketli yıllarım iyilik ve rahat içinde geçen günlerim kadar odlumu ki ağzımı açmaya yüzüm olabilsin?” 
Ağır ve devasız hastalık nihayet sabırlı Eyyüb’ü (as) artık bitirmek üzere idi. vücudunu tarayan kurtlar her yanını tüketmiş, sadece kalbi ve dili kalmıştı. artık yenecek bir tarafı kalmadığı için kemik kalıntısı haline gelen vücudunu terk eden kurtların ikisi dili ile kalbine saplanmıştı. 
O ana kadar hiçbir insanoğlunun eşini gösteremeyeceği bir sabırla başına gelen felaketlere katlanan Eyyüb (as) kalbi ile dilini kurtlar sarınca gözyaşları dökerek Allah’a karşı söyle sesleniyordu: “ulu Allah’ım… Şu ana kadar başıma gelenler halkın düşüncesine göre her ne kadar ağır felaketler idi ise de benim umurumda değildi. Hiç birini asla sana karşı şikâyet etmemi gerektirecek sebepler olarak görmedim. Başıma ne gelirse gelsin sana karşı taşıdığım imanla aydınlanan bir kalbim ve her an seni zikreden bir dilim vardı. Bu iki aza ile sana karşı olan kulluğumu yerine getirebiliyordum. Ama kurtlar şimdi bu azalarıma saldırdılar. Onlardan da mahrum kalırsam sana karşı beslediğim imanı nerede taşıyacak ve seni ne ile anacağım. Şu andaki derdim ve gözyaşlarım bu yüzdendir.” 
Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu: “- Ayağını yere vur.” vurdu: su fışkırdı. Yüce Allah yine buyurdu: “- İşte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su.” (Sad–42) Eyyüb (as) yıkandı ve içti. Şimdi artık dipdinçti. Bunun üzerine Eyyüb (as) sağlığıyla birlikte aile ve servetine de kavuştu. Eski rahat günlerine döndü. 

TEFVİZNAME
Hak şerleri hayır eyler 
Zannetme ki gayr eyler 
Arif anı seyir eyler 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler 

Sen hakka tevekkül kıl 
Tefviz eyle ve rahat kıl 
Sabır eyle ve razı ol 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler 

Kalbin o’na berk eyle 
Tedbirini derk eyle 
Takdirini derk eyle 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler 

Bir işi murat etme 
Olduysa inat etme 
Haktandır o reddetme 
Mevla görelim neyler  
Neylerse güzel eyler 

Dime şu niçin böyle 
Yerindedir ol öyle 
Bak sonuna sabreyle 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler   

Vallahi güzel etmiş 
Billahi güzel etmiş 
Tallahi güzel etmiş 
Mevla görelim neyler 
Neylerse güzel eyler 

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI

Yazarın Diğer Yazıları