Ramazan Sayar

İstanbul'un Fethi (570. yılı)

Ramazan Sayar

Tarihimizde İstanbul fethinin önemli bir yeri vardır. Avrupa ve Asya kıtasının buluştuğu, Marmara ve Karadeniz’in birleştiği boğazda yer alan İstanbul 2600 yıl önce kurulmuştur. Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Bizans’ın başkenti olmuştur. 

İstanbul, değişik tarihlerde çeşitli milletler tarafından kuşatılmıştır. Peygamberimizin (as) “Kostantiniye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O’nu fetheden asker ne güzel asker” övgüsüne nail olabilmek için Müslümanlar İslam tarihi boyunca birçok defa İstanbul’u fethetmeye çalışmışlardır.   

Fatih Sultan Mehmet Han, Bizans meselesi halledilmeden Osmanlı’ya rahat yüzü olmadığını biliyordu. Bizans’ın üzerine gidilmesi hususunu son olarak Edirne’de iken topladığı divanda devlet erkanına açtı. Konuşmasında: 

“Dünya devleti ebedi değildir. Fani cihanda hiç kimse de ölümsüz değildir. İnsanın dünyada nefesleri sayılıdır ve ölümsüzlük kapısı kapalıdır. Yaratılıştan gaye kişinin Allah’ı bir bilip imkan bulduğu nispette ecelden mühlet buldukça onun dergahına yaklaşmaya çalışmaktır. İnsanı Allah’a yaklaştıran canı ve malı ile Allah yolunda gaza eden mümindir. Sözün kısası, Kostantiniye’ye sefer açmaya niyet etmiş bulunuyorum. Baharda hareket etmeyi düşünüyorum. İcap eden tedbirlerin alınmasını, hazırlıklara girişilmesini münasip görüyorum. Bu sefer İstanbul’un fethi kararı benim için şu anda birinci derecede halledlmesi icap eden bir iştir. Bu tamamlanmadıkça ikinci mühim bir işe girecek değilim.” diyerek kesin kararını vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet Han: “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u alırım.” Diyerek İstanbul’u fethetmek için hazırlıklara başladı. Önce Bizans’a gelecek yardımı önlemek için Anadolu Hisarının karşısına Rumeli Hisarını yaptırarak buraya asker yerleştirdi. Surları dövmek için zamanın en büyük tekniğini kullanarak şahi toplarını döktürdü. Çok fazla ısınan ve soğuması iki saat alan büyük toplar da zeytinyağıyla yağlanmaya başlanmış ve daha tesirli bir şekilde kullanılmıştır. Muhasaraya hususi olarak mancınıklar ve yürür kuleler getirmiştir. Düz atış yapan toplardan çıkan gülleler Galata istihkamlarına zarar verdiği için gülleyi kavisli atan toplar döktürerek topçuluğun en önemli esaslarından olan havan topunu icat ederek kullanmıştır. Haliç boğazına çekilen zincir nedeniyle gemiler halice giremiyordu. 21 Nisanı 22 Nisana bağlayan gece, akıllara durgunluk veren 67 gemi Kasımpaşa sırtlarından karadan kızakla yürüyerek halice indirildi. 
Genç padişah Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fetih hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket ederken, Allah adamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu davet üzerine Akşemseddin ve meşhur alim ve veliler öğrencileriyle birlikte orduya katıldılar. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bazı devlet adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir haçlı ordusunun Bizans’a yardım edeceğini sanıyorlardı. Bütün bu olumsuz propagandalara karşı orduda padişahı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din büyüğü olan Akşemseddin vardı. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Veli’nin; “İstanbul’un fethini şu çocukla bizim köse görürler!” sözünü biliyor ve fethedileceğine kalpten inanıyordu. Bazı devlet adamları; “Bir sofunun (Akşemseddin)  sözüyle bu askeri kırdırdın ve bütün hazineyi tükettin. İşte Frengistan’dan kafire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı.” Dediler. 
Bunun üzerine Sultan Mehmet Han, veziri Ahmet paşayı Akşemseddin’e göndererek; “Şeyhe sor, kal’a fetholmak ve düşmana zafer bulma ümidi var mıdır?” dedi. Buna Akşemseddin hazretleri şöyle cevap verdi. 
“Ümmet-i Muhammed’den bu kadar Müslüman ve gazi bir kâfir kalesine doğru hücum ederse, inşallah-u Teala feth olur.” Sultan Mehmet Han bu umumi cevapla yetinmeyip “Vaktini tayin etsin” diye tekrar sordurttu. Akşemseddin murakabeye daldı. Başını eğip, Allah-u Teala’ya yalvardı. Mübarek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak; “İş bu senenin Cemaziyel evvel ayının yirminci günü seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiyenin içi ezan sesi ile dola.” Dedi. 

Nihayet Akşemseddin hazretlerinin tayin eylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmet Han ordunun başına geçerken, hocası Akşemseddin’den okumak için bir dua istirham etti. Bunun üzerine Akşemseddin; “Ya Fakih Ahmet!” diyerek himmet talep et.” Dedi. Sonra çadırına giren Akşemseddin hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı. 

Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyalar Sultan Mehmet Han’ın emri ile İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmet Han bu sırada hocası Akşemseddin’in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi. Gelmeyince Akşemseddin’in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. Sultan Mehmet Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı. İçeri bakınca, hocası Akşemseddin hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve aksakalı nur gibi parlıyor gördü. Ak saçı ve aksakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hali ile İstanbul’un fethinin gerçekleşmesi için Allah-u Teala’ya dua ediyor, gözyaşı döküyordu. Sultan Mehmet Han, hocası Akşemseddin’in Allah-u Tealaya yalvarıp dua etmekte olduğu bu yüksek halini görünce, doğruca yerine döndü. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslam askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi. Böylece İstanbul’un fethi ve peygamber efendimizin büyük mucizesi gerçekleşti. 

Vur pençe-i alideki şemşir aşkına 
Gülbengi asumanı tutan pir aşkına 
Ey leşker-i müfettihul ebvab vur bu gün 
Feth-i mübin-i zamin o tebşir aşkına   
                                       
İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. Fatih Sultan Mehmet Han ise şehre öğle saatlerinde Topkapı’dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya’ya doğru yol aldı. Baskı ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi. Fatih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu. Yanında Akşemseddin ve diğer devlet ileri gelenleri vardı. Fatih Sultan Mehmet Han çok genç olduğu için, herkes Akşemseddin’i padişah sanıyordu. Ona demet demet çiçek veriyorlardı. Akşemseddin, genç padişahı göstererek, “Sultan Mehmet ben değilim, odur” sözüne karşılık; Sultan Mehmet de; “Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmet benim, ama o benim hocamdır. Şehrin manevi fatihidir.” Diyordu.  

Akşemseddin hazretlerine; “İstanbul’un fethedileceği zamanı nasıl bildiniz?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi. “Kardeşim Hızır ile ilm-i ledünniye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır’ın yanında evliyadan bir cemaatle hisara girdiğini gördüm. Kale feth olunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin önüne çıkmış oturur halde gördüm.” Fatih Sultan Mehmet Han da fetihten sonra hocası Akşemseddin’e; “Fakih Ahmet kimdi?” diye sordu. Sorunun cevabı ise Akşemseddin’in kendisi idi.  

Çağ kapatıp çağ açan bu fetihten sonra Osmanlı Devleti, büyük bir imparatorluk haline gelmiş ve dünya kültür medeniyetinin beşiği olan İstanbul Müslüman Türk’ün yurdu ve başkenti olmuştur. Arif Nihat Asya’nın da dizelerinde dile getirdiği gibi:

Yelkenler dikilecek, yelkenler biçilecek 
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek. 
Elde sensin dilde sen, gönüldesin baştasın; 
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın. 

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden… 
Senin de destanını okuyalım ezberden… 
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden 
Elde sensin dilde sen, gönüldesin, baştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın

Yazarın Diğer Yazıları