Ayla KAYMAZ

Kızılcık Şerbeti

Ayla KAYMAZ

Pardon! Ömer’i, Fatih’i ya da Doğa ve Kıvılcım’ı yazmayacağım ben. Hani diziyi yorumlamayacağım fanatikleri varsa onları üzmeyeyim baştan. Kızılcık şerbetinin tarihçesine götüreceğim sizi. 

“Balıkhane  Kapısı’na yakın olan Balıkhane Kasrı, bir zamanlar, idama mahkum edilen  siyasetçilerin infaz gününü bekledikleri zindandı.  Bu işlevi yüzünden herhangi bir yerde adının anılması bile orada bulunanların tüylerini diken diken etmeye yeterdi.

Dîvân-ı  Hümâyun'da hüküm giyen idamlıklar, bostancıların kollarında bu kasra  gönderilir, haklarındaki hüküm kesinleşene kadar burada bekletilirlerdi.  Bekleme süresi azami üç gündü. idam kararı üç gün içinde Dîvân-ı  Hümâyun’da tekrar görüşülür, deliller bir bir gözden geçirilir, duruma  göre mahkum ya bağışlanır ya da infaz emri verilirdi.

Bu süre içinde mahkumların yapabildiği tek şey aff-ı şahane'ye (padişah affı) mazhar olmak için dua etmekten ibaretti.

Üçüncü  günü herhalde çok tedirgin geçirirlerdi. Akşam yaklaştıkça  tedirginlikleri artar, her ayak sesine yürekleri titrer, ölüp ölüp  dirilirlerdi. Kısacası Balıkhane Kasrı'na atılan idam mahkumları hayatla  ölüm arasında birkaç gün yaşarlardı. Eğer mahkumun idam kararı  tasdik edilmişse, üçüncü günün sonunda zindanın demir kapısı açılır,  görevi mahkuma şerbet sunmak olan bir bostancı gelirdi.

Bostancının  kapıda belirmesiyle mahkumun gözü, bostancının tepsi üstünde taşıdığı  bardağı dikilirdi. Her şeyi o bardağın içindeki şerbetin rengi  belirlerdi: eğer şerbetin rengi beyaz ise, mahkum affedildiğini anlar,  derin bir nefes alır, kuyuda soğutulmuş şerbeti afiyetle yudumlar,  ardından bostancının eşliğinde sahile iner, Yalı Köşkü'nün önündeki  Bostancı Kayıkhanesi'nde hazırlanmış çektiriye binerek sürgün yerine  giderdi. Çünkü idamdan affedilen sürgüne gönderilirdi. Ama kıpkırmızı  kızılcık şerbeti gelmişse, işte bu 'ölüm şerbeti' demekti....

Sonrası malumunuz. Osmanlı’da Cellatlar öldüreceği kişinin mertebesine göre seçilirmiş. Hatta okuduğum bir kaynakta çok şaşırtan bilgiler vardı ki örneğin; konuşmasın, bilgi sızdırmasın ve de merhamet etmesin diye dilsiz ve sağır kişilerden seçildiği, tanımlamaları , halktan dışlanmamaları için kar maskesi kullandıkları hatta ve hatta bu kimselerin Hırvat yahut Çingene’lerden seçildiği bilgisi var. Devam eden süreçte olay Cellat taşına geliyor, efendim Cellatlar’ın kesilen başları Cellat çeşmesinin tepesine koyması ve kullandığı aletleri o çeşmede yıkaması gibi ama beni kan tutuyor devam edemiyorum. Sizleri de baymayayım. 

Günümüzde Eyüp’te bulunan  Piere Loti civarındaki diktörgen taşlı mezarlıkların bu Cellatlara ait olabileceği ancak kimse beddua etmesin diye de açık seçik bir beyanın bulunmadığını okumuştum. 

Ve sonrasında bir süre mahkum edilen Nazım’ın bir şiiri beliriverdi aklımda, yukarıda anlatılanları desteklercesine. Piraye’ye gönderdiği bir mektuptan alıntılandığı sanılır. Buyurun bir de siz okuyun bakalım ne düşüneceksiniz.

“Ölüm bir ipte sallanan ölü,

Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.

Fakat emin ol ki sevgili,

Zavallı bir Çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen kıllı eli geçirecekse eğer ipi boğazıma,

Mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım’a…”

Yazarın Diğer Yazıları