Faruk Başoğlu

Düşmanımızın düşmanı dostumuz mu?

Faruk Başoğlu

Vatan bizler için candan azizdir. Şehit kanlarıyla sulanan toprağından göklere yükselen ezan sesiyle sevdamızdır, olmazsa olmazımızdır vatan. İşte bu yüzden vatanımızın istikbali ve istiklali bizim meselemizdir. Vatanımın dostunu da düşmanını da, düşmanca sinsi oyununu da görüp düşüneceğiz, konuşacağız. Bunları konuşurken hiç kimse kalkıp ta siyaset yapıyor demesin. Ben siyasetçi değilim ama vatanımın geleceğine siyaset yön veriyor, böyle olunca da siyasetçi de olmasam siyasetçilerin  yaptıkları gündemimiz olacak elbette. Bu gündemi hırstan, inattan ve siyaset körlüğünden uzak tutacağız. Eğer uzak tutmazsak bu hırs, bu inat ve öfke hepimize zarar verir, bedel ödetir. Bu millet bugünlere gelene kadar ne bedeller ödedi, ne acılar çekti. Neler yaşadığımızı unutmamak için şöyle bir göz atalım isterseniz:

YETMİŞ SENTE MUHTAÇ OLAN ÜLKE

Bir zamanların meşhur bir siyasi sözüydü; “Bu ülkeyi yetmiş sente muhtaç ettiniz”

Bu söz boşa söylenmiyordu elbette. Temel tüketim maddelerinde sıkıntı vardı. Yağ, çay, şeker, tüp gaz, sigara, akaryakıt v.b. ürünlerde sıkıntı yaşanıyor ve yeterli miktarda bulunmuyordu. Bulunsa da kuyruklarda bekleye bekleye eğer size sıra geldiğinde bitmemişse en azından yüz gramlık bir kutu çay alabiliyordunuz. Daha da evvelinde Ezan yasak, Kur’an yasak, din eğitimi yasaktı. Sağ sol tuzağında binlerce evladımız toprağa binlercesi de mahpushaneye düşmüştü. Okula başörtülü girilmezdi hatta bazı doktorlar başı örtülü diye hastasını bile muayene etmiyor üstüne üstlük “sokaklar da kamu alanıdır, başörtülü sokağa çıkmakta yasaklanmalıdır” tartışmaları olmaya başlamıştı. Sonrasında bir terör örgütü kurgulanmış ve ülkemizin hep kanını, canını emmeye başlamıştı. Bunlarla mücadele edecek ne bir istihbaratımız yeterliydi ne de bir güçlü savunma sanayimiz vardı. Terörün koordinatlarını onu icat eden ve destekleyenlerden alıyor ve boş dağları bombalıyorduk. Hem kan kaybediyorduk, can kaybediyorduk hem de yabancı silah baronlarına borçlanıyorduk. Gelinen noktada bütçenin tamamı aldığımız borçların faizlerine gidiyor, borçta eksilme olmuyordu. Gecelik faizlerin yüzde yedi bin beş yüzü gördüğü olmuştu.. Devalüasyon eksik değildi. Eğer o tabloya göre bugün bir döviz kuru söylememiz gerekirse şimdi dolar 14 lira değil 205 lira olacaktı. Çünkü 1993 ile 2002 arasında döviz tam 136 kat yükselmişti. Tam bir kölelik sistemine girmiştik. Ne yatırım yapabiliyorduk, ne de bir yol. Hatta memur maaşlarını bile ödeyemez olmuştuk. Bir defasında milletçe Amerika’ya giden Başbakanımıza borç verilecek mi diye çocuk çoluk beklemiştik. Çünkü bu parayla maaşlar ödenecekti. Böyle bir Türkiye’ den bugünlere geldik.

DOSTA GÜVEN DÜŞMANA KAYGI VEREN BÜYÜME

Bugünlere geldiğimizde hastanede muayene olamayanlar, hastane borcundan dolayı hastanede rehin kalanlar, başörtüsünden dolayı üniversitede okuyamayanlar kalmamıştı.

Herkes inancını özgürce yaşamaya başladı. Hastanelerin hasta seçtiği günlerden hastaların hastane ve doktor seçtiği günlere gelinmişti. Oyuna gelen değil oyun kuran bir ülke vardı artık.

Dışarıdan istihbarat alan, silah alan, mermi alan hatta “benim silahımı o operasyonda kullanamazsın” dendiğinde oturup kalan bir ülke yerine “Dünya beşten büyüktür” diyen ve kendi silahlarını kendi yapan hatta düşmanın silahından daha da üstün yapan bir ülke vardı. Kanını canını emen terör can çekişiyordu artık. Tarihinde görülmedik bir şekilde yollar, tüneller, santraller, fabrikalar ve daha nice hizmetler yarış halindeydi..

Ve biz bunları konuşacağız; bunları konuşmak asla basit bir siyaset ve partizanlık değildir. Ülkeme bu hizmetleri ister A partisi yapsın ister B partisi ister C partisi yapsın yapanın yaptığını görmezden gelmek olmaz. Taktir etmek ise hem Müslümanlığın, hem vatanseverliğin hem de insanlığın bir erdemidir. Şimdi eskiden yaşananlara yaşanmadı bunlar bir rüyaydı mı diyeceğiz? Bu ülkenin hayrına yapılan tüm işleri görmezden gelip gözümüzü kapayarak mı gezeceğiz?

Bunları elbette konuşacağız, kimse mükemmel değildir, doğru işleri yapanlarda da yanlışlar olur ama samimiyetle düzeltilir, düşman muamelesi yapılmaz. Görüp konuşacağız; şimdilerde fırlayan döviz kurunu ve cebimizi yakan canımızı sıkan hayat pahalılığını da konuşacağız, yapılan yanlışları da.. Ama bütün bunları konuşurken vatanımızın hayrına olacak şekilde konuşacağız. Ne, “her ne olursa olsun bu bizden” deyip hataları görmek yerine “olur böyle şeyler” deyip geçeceğiz, ne de “doğru da olsa ben yanlış diyeceğim” diyen inkarcı bir üslupla konuşacağız. Etmeyelim, eylemeyelim bu ülkeyi siyasi hırslara kurban etmeyelim.

Düşman bizim varlığımızdan ve yaptıklarımızdan keyif almasın. Biz, bu ülke düşmanlarının bizi düşman bellediklerinden olalım, müttefik ve işbirliği yaptıklarından olmayalım. Bu ülkenin hayrına olan işlerde kardeşçe hareket etmesini becerelim ve inanıyorum ki becereceğiz. Yapacağız çünkü dedelerimiz dün Çanakkale’de omuz omuza bugün bizim vatanımıza düşmanlık edenlerin atalarına birlikte kurşun sıkıyorlardı. Biz bugün neden aynı düşmanın çocuklarına karşı omuz omuza durmayalım, elbette duracağız.

BİZ BU SAVAŞI KAZANMAK ZORUNDAYIZ

Hataları yapıcı bir şekilde samimiyetle ortaya koyarken doğruların da elinden tutup kaldıracağız. Faiz lobisinin kıskacına 250 yıl önce yakalanmış bu milleti kurtarmaya çalışan çabaya da destek verip “vatanın selameti partimin üstündedir” deyip düşman ağzıyla konuşmadan devletimizin bu mücadelesinde yanında olacağız. Faiz lobisinin bizleri bu mücadelemizden döndürmek için körüklediği döviz kuru ve hayat pahalılığını tehdidini görüp milli mücadelede olduğu gibi bu ülke için her kesimden ve düşünceden insanımızla birlik olacağız, kardeş olacağız. Şimdiki savaş bu ve bu savaşı biz kazanmak zorundayız.

Böyle davranmak vatanseverliktir, aziz vatanın hayrınadır, doğru olandır.

Doğru olup olmadığını anlamak için bütün siyasi kavgamızı, hırsımızı bir kenara bırakıp Allah rızası için elimizi vicdanımıza koyup düşünelim. Ama bunları düşünmeden önce bütün rozetlerimizi, kimliklerimizi ve görevlerimizi, duygularımızı bırakıp saf, sade ve aklımızla vatanımız için şunları sorarak düşünelim:

Bugün bizim Akdeniz’de, Libya’da, Suriye’de, Afrika’da ve dahi başka stratejik yerlerde olmamız kimlerin canını sıkıyor ve bu ülkeler neden bu Türkiye yürüyüşünün durmasını hatta değişmesini istiyorlar? Biz oralarda olmakla kimlerin tekerine çomak soktuk?

Bizim ülke yönetiminde düşman bellediğimiz kesimi niye Amerika’sı, İngiliz’i , İsrail’i, Fransız’ı ve müttefikleri de düşman belliyor? Nasıl oluyor da bu ülkenin düşmanlarının düşman ilan ettiği bizim de düşmanımız oluyor? Niye bu ülke için yapılan güzel hizmetler bizi mutlu etmiyor, niye bunlara sevinemiyoruz? Ve niye öyle bir noktaya geldik ki bu ülkede yaşanan olaylarda sevincimiz ve üzüntümüz İsrail’le, Fransız’la aynı?

Eğer kafamız karışmışsa İmamı Şafi’nin şu sözüne kulak verelim: “Eğer bir fitne döneminde safınızı karıştırmışsanız ve benim safım neresi diye düşünürseniz; düşman oklarını takip edin. Düşman oklarının düştüğü yer sizin safınızdır.”

Yazarın Diğer Yazıları