Ayla KAYMAZ

Ramazanın Özü!

Ayla KAYMAZ

Sizlere söz verdiğim gibi Ramazan ile ilgili yazıma bu hafta da devam etmek istiyorum. Sadaka taşlarını hiç duydunuz mu bilmiyorum.
“Genellikle cami avlularına, gelir düzeyi düşük semtlere, vakıf bahçelerine ya da mezarlık yakınlarında yerleştirilen sadaka taşları sosyal dayanışmanın son derece işlevsel ve özel örneklerinden biri olarak kabul edilirmiş. Bunları okurken, dinlerken kalbim bir döküp taşıyor sanki. Durmadan bu nasıl bir zarafet ne ince fikirlilik demekten alamıyorum kendimi. Ve niye bilmem var kalbimde o zamanalara ait bir uhde sanki. Ben biraz o zamanların insanıyım. Taşların üzerindeki oyuğa maddi yardımların bırakıldığı ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacı kadarını aldığı bu taşların pek azı günümüze kadar ulaşmış. Osmanlı toplumunda yılın her döneminde aktif olarak kullanılan sadaka taşları, özellikle yardımlaşmanın ön plana çıktığı Ramazan aylarında önemli bir dayanışma yöntemi olarak kullanılmış.

Gelelim diş kirasına! Biz öğrendiğimizden beri her kim gelse illa ki bir diş kirası hazırlıyoruz çocuklarla. Çok seviyorlar. Biz minik bir peçete, tesbih, şeker, lokum vs koyuyoruz. Ancak özünde ; varsıl kimselerin iftara çağırdıkları davetlilere yemekten sonra verdikleri ve “diş kirası” olarak adlandırılan hediyeler, yardımlaşma kültürümüzün zarif örneklerinden birisi olmasına rağmen zamana yenik düşmüş geleneklerimizden birisi. Hem yoksullara yardım etmeyi hem de davete icabet edenlere değerli vakitlerini ev sahibine ayırdıkları için teşekkür etmeyi amaçlayan bu hediyeler; genellikle kadife keseler içinde verilen gümüş, akçe, altın veya tespihlerden oluşuyordu. Uzun süren savaşlar, ekonomik buhranlar nedeniyle zamanla azaldı ve unutuldu.

Ve Anadolu programlarında izlediğimiz asla tadına varamadığımız Semai Kahveleri… 19. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan semai kahvehaneleri Ramazan ayının ilk günü açılır, arife günü akşamı kapanırdı. İftar ve teravih namazı sonrasında toplumun her kesiminden insanı bir araya getiren bu müzikli kahvelerde aşıklar tarafından semailer okunur, mani atışmaları yapılır, çözülmesi istenen bilmeceler kahve duvarlarına asılırdı. Uzun yıllar boyunca Ramazan eğlenceleri geleneğinin önemli bir parçası olan semai kahvehaneleri 1900’lü yılların ilk yarısında giderek azalarak sosyal hayattan silindi. Yerini hınca hınç dolu kafeler, sohbeti eksik masalar aldı. Ramazan eğlenceleri hem masum, hem de insanları birbirine kaynaştıran masum bir düzendeydi bence.  Televizyonun, diğer iletişim ve eğlence araçlarının olmadığı dönemlerde Ramazan ayının toplumsal yaşama getirdiği hareketlilik, kendine has eğlence geleneklerinin de ortaya çıkmasını sağladı. Özellikle teravih sonrasında kahvehanelerde toplanmak, meddah, Karagöz ve Hacivat, ortaoyunu gösterileri izlemek, İstanbul’da Direklararası’nda düzenlenen eğlencelere katılmak, birlikte ibadet eden bir toplumun birlikte eğlenmesini de sağladığı için oldukça önemliydi. Son yıllarda pek çok kentimizde yeniden canlandırılmaya çalışılan Ramazan etkinlikleri eski ihtişamlı günlerinden hayli uzak olsa da benzeri bir işlevi yerine getirmeye çalışmakta.

Ve son olarak; Mahyacılık, Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere zeytinyağlı kandiller asarak yazı yazma ve şekil yapma sanatıdır. İslam dünyasında sadece ülkemizde uygulanan bu gelenek adını “aylık” anlamına gelen “mahiyye” kelimesinden alır. İstanbul’da ilk mahyanın tam olarak hangi tarihte kurulduğu bilinmiyor ancak 1578 yılında İstanbul’a gelen Solomon Schweigger’in seyahatnamesinde bulunan bir çizimde, minareler arasına asılmış kandiller görülüyor. 1617’de yapımı biten Sultanahmet Camii’nde de o yıl mahyaların asıldığı biliniyor. Geçmişte büyük ustalık isteyen mahyacılık, günümüzde teknolojinin etkisiyle bir sanat olmaktan çıktı ancak elektrik ampulleriyle mahya kurma geleneği hâlâ devam ediyor.”

Yazarın Diğer Yazıları