Ayla KAYMAZ

Sanatta Ve Hayatta Esinlenmek Ve Taklitçilik

Ayla KAYMAZ

Köy yanar deli taranır demeyecekseniz ben gündem dışı konulardan bahsetmek istiyorum. Gündemin ağırlığını ve ağrısını yüreğimde taşıyor öte yandan biraz soluklanmaya hepimizin ihtiyacı var diyorum.

Esinlenmek ve kopyalamak… Bu ikisi arasında doğru yerde durabilmek çok ayrı bir meziyet olsa gerek. Bir tarafa bir milim kaydığında vizyonsuz bir taklitçi oluveriyorsun diğer tarafa geçip mülhem olma halini sınırlara yakışan şekilde koruyup ürettiğinde, bu bir ev işi bile olmuş olsa gıpta edilen bir noktada oluveriyorsun.

Yunan mitolojisinde, Yunan sanatçılar; sanatsal ilham ve fikirlerinin Apollon ve Dionysos gibi Tanrılar’dan direk olarak insana geçtiklerine inanırlardı. Yaratıcılık, özgün olma hali, bir elbiseyi bile her on kişiden sekizi aynı şekilde kullanırken senin bir farkındalık katma halinin ruhuna bir armağan olabileceğini düşünüyorum. Yani bu noktada yaradan seni ayırmış diğerlerinden. Ama öte yandan  esinlenme de; insanın doğal bir davranış halidir. Sanatçılar ilk başlarda üretken olabilmek adına salt kaynak olarak doğayı tercih etmiş, ama zamanla tıpkı benim arsız ruhum gibi etraftaki herşeyden esinlenmeye başlamışlar. Duydukları bir melodiden, bir insan sesinden, bir tatlı kokudan, uçan bir kuştan, esen rüzgardan dahi ilham almışlar. Yohji Yamamoto “Sevdiğini kopyalamakla başla, kopyala, kopyala, kopyala. Kopyalamanın sonunda kendini bulacaksın.” demiş. Bunu elbet sanatsal bağlamda söylemiş. Çünkü bir sanat eserinin yol almasının , ilerleyip gelişmesinin , ilk adımı atmaktan daha kolay olduğunu düşünmüşler her zaman. Yani başlangıç , ilk adım her zaman zordur. Ve bir sanatçı gün sonunda tüm entellektüel ve kültürel birikimini hatta ve dahası tüm yaşantısı boyunca heybesinde biriktirdiği her ne varsa yoğurup özgün sanatını bulmakla yükümlüdür. Başlangıç noktasında ki kopyala , kopyala, kopyala ve kendini bul evresinde ki çalışmalar hiç bir zaman bir eser değeri görmez ne kendi gözünde ne halk jürisinin gönlünde. Yani hiç bir gerçek sanatçı o süreçte çıkıp bu bir eserdir ve tamamıyla benimdir demezken günlük hayatta tam aksi durumlarla ne de sık karşılaşıyoruz öyle değil mi?

Bir yazı yazarken bile alıntı yaptığımızda onu tırnak içersinde ve söyleyen kişinin ismiyle beraber ifade ederiz. Ama günlük hayatta bir diğerinin şahsi fikrini, üstünü başını, evini aşını, işini kopyalamaktan hiçte beis etmez haldeyiz. Hep savunurum ki; bir eşya bu bir elbisede olur, araba yahut ev de… İstisnalar dışında hiç birimiz için özel yaratılmış ya da yapılmış değildirler. Her birimiz bir diğerimizinkinin benzerini hatta bu bir meta ise ; aynısını bile kullanabiliriz ama tüm yazılarımda da belirttiğim gibi bunda da nezaket kantarının topuzunu ayarlı sallamak gerek. Sen bir diğerinde görüp aldığın herhangi birşeyi o kişiyle aynı ortamda kullanmazsın, kullanılacak bir şey ise onda ne kadar beğendiğini nezaketen ifade edersin. Sen bir başkasının fikrini kendi fikrin, inancınmış gibi o kişi yanındayken lanse edemezsin. O fikre katıldığını, duyduğun saygıyı ifade edersin önce. 

Hepimiz kendi hayatımızın birer sanatçısıyız. Tıpkı sanatta olduğu gibi bir diğerinden esinlenir , etkileniriz. Ama kendimizi bulmuşsak, bizi etkileyen kapıldığımız o rüzgara kendimizden esintiler katarız. Diğer türlü bir olgunlaşmadan bahsedemeyiz. Kısaca toplumda bazı yazılı olmayan kurallar vardır bunu da ancak başında değilde yüreğinde tacı olanlar bilir ve uygular. Ve hiç bir gerçek yıldız bir diğer yıldızın kendi ışığını söndüreceğinden, önüne geçeceğinden endişe duymaz. Sadece parlamaya devam eder.

Kalın selametle…

Yazarın Diğer Yazıları