Latife ÖGE AKIN

İsraf sofraları

Latife ÖGE AKIN

Mübarek Ramazan ayının yarısını devirdik. Bir yandan ekonomik sıkıntılar insanların belini bükerken, diğer yandan giderek yozlaşan adet, gelenek ve göreneklerimiz bizi bir hayli yormaya başladı.

Sosyal medyanın gücü ile dayatılan kurallar, artık misafir ağırlamayı tam bir külfet haline getirdi. Eskiden annelerimiz birilerini davet ederken ya da bizi birileri davet ederken “buyurun gelin Allah ne verdiyse birlikte yeriz” denirdi. Hatta azık karıştırma diye bir şey vardı. İftara bi saat kala evinde ne pişirdiyse tencereyi kapıp eşin dostun kapısını çalardık. Ev sahibi de ne pişirdiyse ikram eder, hep birlikte kimse kimseyi küçümsemeden, ayıplamadan yemekler yenir, çaylar içilir, sohbetler edilirdi.

Misafir bereketiyle gelir, giderdi.

Şimdilerde ise aşırı gösterişli sofralar, bol bol israf edilen yemekler, abartılı ikramlık çeşitleri hem ev sahibini zora sokuyor, hem gelen misafirin kendisini borçlu hissetmesine neden oluyor.

Hal böyle olunca kimse kimseyi davet edemiyor. İnsanlar birbirlerinin kapısını çalmaya korkuyor. Ramazan ayı, insanların nefislerini terbiye etmeleri, fakir fukarayı anlayabilmeleri için bir fırsat olması gerekirken insanların birbirinden kaçtığı bir ay olup çıktı.

……

Şimdi de bambaşka bir konuya değineceğim. Ramazan ayı sebebiyle hazırlanan zekat paketleri, yardım kolileri. İyi niyetle yapıldığını düşünüyor, umuyoruz elbette.

Hazırlanan bütün kolilerde mecburi ihtiyaçlar bulunuyor. Ancak maksat hasıl oluyor mu onu bilmiyoruz. Yapılan bütün yardımları Allah kabul etsin, yerini Allah fazlasıyla doldursun. Ama bu kolilerde büyük çoğunlukta seçilen ürünlerin en ucuzu, en kalitesiz olanı kullanılıyor. Bu da alıcı ihtiyaç sahibi için çok onur kırıcı oluyor. Kendi yemediğimizi sırf fakir diye benim verdiğimi yemek zorunda diye düşünmek, onun üzerinde tasarruf sahibi olduğunu düşünmek çok ama çok onur kırıcı. Yardım diye yola çıkıp bir gönül yıkıyor olabiliriz. Kalp kırıp, incitiyor olabiliriz.

Bunun yanında bir de şöyle bir durum var ki; o ihtiyaç sahibinin sizin verdiğiniz makarnaya ihtiyacı olmayıp, hatta belki makarna yemekten bıktığını, tatmadığı bir meyveyi almak istiyor olabileceğini düşünmek gerekiyor. Nefis bu çünkü, bir de oruç olduğunu düşünürsek, o fakirin de canının istediği bir şeyi alabilmesi, aldığı İçin mutlu olması yardım yapan için daha büyük bir sevap vesilesi olmaz mı?

Sosyal medyada bu tartışmaya gelen yorumlarda şöyle bir şey okudum; “iyi ama vereceğim parayı gidip zararlı şeylere mi verecek, nereye harcayacak bilmediğimiz için gıda yardımı daha mantıklı”

Allah sizin ne niyetle verdiğinizi bilerek size mükafat verecek. Alıp nerede nasıl kullanacağı yardım yapılanın imtihanı. Biz sadece infak etmekle mükellefiz. Sorgulamak haddimiz olmamalı. Elbette vakıf, dernek ya da diğer aracı yardım kuruluşlarını sorgulamak hakkımız. Yani yaptığımız yardımı yerine ulaştıracak mı, ulaştırmayacak mı, güvenilir mi araştırmalıyız. Ama birebir ihtiyaç sahibi ile muhatap isek vereceğimiz miktarı usulünce nakit olarak vermek daha insancıl, daha amacına hizmet eden bir davranış olur diye düşünüyorum. Sonrasında da o paraya ne aldı, ekmeği yok ama bak çilek alıyor diye ardına düşmek çok büyük terbiyesizlik. Ya da aldığı nakitle var olan borcunu ödeyip, düzlüğe çıkıp hayatını yoluna koymasına vesile olduysak bu adam neden bizim verdiğimiz paraya ekmek, yağ, şeker almadı diye sorgulamak çok büyük ayıp olur. Maksat o insanın ihtiyacını gidermek, paylaşmak, yardımlaşmak, yoksa başkaları üzerinde tasarruf sahibi olmaya çalışmak olmamalı.

Allah yaptığımız yardımları kabul etsin. İhtiyaç sahiplerine de en kısa zamanda diğer ihtiyaç sahiplerine yardım edebilecek düzeye gelmelerini nasip etsin. En önemlisi de Allah hepimize yardım etsin… Kimseyi kimseye muhtaç etmesin…

Yazarın Diğer Yazıları