Mehmet Kaçar

'Adalet' ya herkese ya da adalet olmaz!

Mehmet Kaçar

Peygamber Efendimizin(s.a.v)’in adâlet sıfatını kazanabilmesi, daveti yani risâlet görevini yerine getirmesi, bu konuda insanların keyfi istek ve arzularını hesaba katmaksızın ilâhi emirlerin gösterdiği şekilde doğru olması ve Allah’ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedî gerçeklere inanması şartına bağlıdır. Buna göre adâlet, başkalarının gelişi güzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı doğruluk ve ahlak kanuna itaatle gerçekleşen ruhî denge ve ahlaki kemaldir. İslam ahlâkçılarının itidal ve adalet kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve kemalin oluşmasıyla insanın davranışları da aşırılıklardan uzak olarak meydana gelecektir. Kur’an-ı Kerime göre adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır.
O halde Hz. Muhammed(s.a.v)’in adâlet anlayış ve uygulaması nasıl bir anlayış ve uyulama idi?
Hz. Muhammed(s.a.v), kendisini öldürmeye gelen Hz. Ömer(r.a)’i hidayet bulup, Müslüman olunca adaleti gereği affedip, kendine cennetlik kardeşliği ilan ediyordu.
Yine Hz. Muhammed(s.a.v)’in adaleti karşında, Hz. Hamza(r.a)’yı şehit eden ve Mekke’nin fethinde Müslüman olan Hz. Vahşi(r.a)’nin Hz. Ebu Bekir(r.a.)’den bir alçaklığı yoktu. Çünkü Allah’ın emir ve yasaklarına uymaya ve Peygamber’e itaate ve onun yolunda gitmeye söz vererek gerçek adalete sığınmış oluyordu. Hz. Vahşi(r.a), Hz. Muhammed(s.a.v)’in  adaletine sığınınca Hz. Ebubekir(r.a.)’in kardeşi oluyor ve onunla aynı değere sahip oluyordu.
Siyah tenli olan Hz. Bilal(r.a)’in beyaz tenli olan Hz. Ali(k.v) ile adalet ve insanlık yönünden değerleri aynı idi. Irkçılık, renkçilik Peygamber adaleti içerisinde yoktu. Üstünlük sadece  takva yönünde idi.
Hz. Ebubekir(r.a)’ın  ilk Müslümanlardan oluşu, İslam adına her defasında canını vermek için öne çıkması, dünya mallarının hepsini, Allah ve Resûlü(s.a.v)’nün yoluna harcaması, onu adalet karşısında asla ayrıcalıklı ve üstün yapmadı ve bizzat kendisi de böyle bir ayrıcalık ve üstünlüğü istemedi ve bu tür bir ayrıcalığın karşısında bizzat kendisi durdu. Onun üstünlüğü bizzat kendisinin şeksiz şüphesiz imanı ve Allah’a kulluğun yanında, peygambere itaati ve harfiyen o gibi yaşamaya çalışması idi. Bunun en güzel örneği ise Halife seçilmeden önce yardım ettiği iki yetim ve öksüz, küçük kız çocuklarını develerinin sütünü sağıverme işini halife olduğu zamanda sürdürmesi idi. Ve o kızlara halife seçildiği anda şunları söylüyordu: “Develerinizi   sağamaya devam edeceğim.” İşte Hz. Ebu Bekir’i(r.a.) ikinin ikinicisi yapan bu adalet, merhamet, ve inanç duyguları idi.
Hz. Muhammed(s.a.v) ve O’ndan önceki tüm peygamberlerin vermiş oldukları yegane mücadeleler zaten imtiyazlılara karşı sınıfsal farkın ortadan kaldırılması için verilen bir mücadelenin adı değil mi? Hz. Muhammed(s.a.v)’in adalet anlayışı; bir tarağın dişlerinin  eşitliği gibi insanları eşit kılmak üzere kurulu idi. Ne sevgi, ne kan bağı, ne dava adına yapılan hizmetler, ne mal, ne mülk, ne zenginlik adaletin önüne geçemezdi. Peygamber Efendimiz buna asla izin vermezdi ve öyle de oldu. Sömürüyü, köleliği, ırkçılığı, zalimliği, sınıfsal farkları ortadan kaldırarak saadet asrını kurdu.
O halde hukuk, bazı eş dost, makam  mevki  ve yakın olanlar için zedelenecek, taviz verilecek bir konu asla değildir. Hukuk, insanın ve bizim değerler manzumemizin bir bütününü yaşatacak, inanç birliğimizi, vatan ve bayrak sevgimizi ayakta tutacak olan tek ve en güçlü değerimizdir.
Adalet ve hukuk insana göre değişen, gerektiğinde helvalardan şekil verilerek yapılan, acıkıldığında yenilen ve sonrada arkasından gülünen bir put ve put sistemi hiç değildir.
“Kol kırılır yen içerisinde kalır” demektense, kolun kesilip insanın öyle de yaşayabileceğini göstermek eğer adalet ise bu da en iyi olandır diye düşünmek ise en  güzel olandır.
Adalet sahibi Hz. Ömer(r.a)’le ve Sıddık ünvanlı Hz. Ebu Bekir(r.a)’le, Vahşi(r.a) hazretleri bir davalık konusunda yargılanmış olsalardı aralarında hiçbir üstünlük ve fark gözetilmez, her biri aynı kanunlar ile eşit şekilde yargılanırlardı.
Hz. Ali (k.v): “devletin dini vardır, o da adalettir” buyurur. Devlet başkanının hem adil hem dindar olması en güzel olanıdır. Adalet; Allah(c.c.) âdil isminin bu kâinattaki bir tecellisidir.
İnsanların kendi elleri ile yapıp ettikleri ile bozmadıkları evren ve dünyamızda âdalet yani bir denge vardır. Dengesizlik ise insanın elinin değdiği yerde görülmektedir. Kur’an, özet olarak şu dört şeyden bahseder, tevhit(Allah’ın birliği), nübüvvet(Peygamberlik), haşır(öldükten sonra dirilme) ve adalet. İbadetler, Allah’ın hakkı olduğu için Kur’an’da ki ibadetler adalet kavramı içerisinde kabul edilir. Adalet, medeni olmanın ilk şartıdır, adil olmayan insan medeni insan sayılmaz.
Adalat sahibi Hz. Ömer(r.a): “Adalet, mülkün temelidir” buyurur.
Adaletli olmak, kanunlara sahip olmak  demek değildir, Vahşi(r.a) ve zorbalarında Müslüman olmadan önce kanunları vardı. Her kanun adalet sağlamaz. Önemli olan kanunların, vicdanlara, akla ve hukuka uygunluğu ve tam uygulanmasıdır. Adalet nalıncı keseri gibi bir tarafa yontmak değil, kendi aleyhinde bile olsa doğruluk ve adaletten şaşmamaktır.
Adalette esas olan haklının hakkının tam verilmesi, hakkın küçüğüne , büyüğüne bakılmaması, küçük hakkın büyük hak için olması, onun adaletli olduğunu göstermez. Hükmetmek, insana haz verir. Bu hakkı eline geçiren bazıları yani – kuvveti eline geçirince- adaleti her zaman uygulamayabilir. İşte bu yüzden kuvvetler ayrılığı adalet konusunda çok önem arz eder. Selametle!

Yazarın Diğer Yazıları