
Küçük Çerçi!
Mükremin Kızılca
Yıl 1963, aylardan 29 Mart
Çocuk o gece de sabaha kadar ağladı.
Sabah namazından sonra İsmail hocanın evine varan anası: “Hocemmi, şu sabaha gadar anırdı durdu gene, bir nazar musgası yazıver” dedi.
Bekle, deyip diğer odaya giren İsmail Hoca Efendi beş dakika sonra elinde katlaya katlaya üçgen halinde, yarım ay gibi yaptığı muskayı kadına uzattı ve:
“Bizim gız iyi saate denk geldin, sağ omuzuna emniyet iğnesiyle asıver, Allah’ın izniyle geceleri artık o da sen de rahat uyursunuz” dedi.
Yanında getirdiği arılığı yavaşça orta sofadaki oturduğu minderin altına koyduktan sonra evine doğru yöneldi.
İsmail Hoca ardından: bu gece de durmazsa bir doktora götürüverin! Diye seslendi.
***
Necati daha dört yaşındaydı. Anası ağlamasından yakınırdı. Her çocuk gibi o da aklına gelen ne ise onun olması lazımdı. Hani derler ya, pekmezi yoğurttan ayırtan cinsten bir çocuktu işte.
Anası, “ne isten guzum?” Deyince, Necati, emniyet iğnesi isterin ana, demişti. Anası sorduğu hiç kimseden ve komşulardan bir emniyet iğnesi bulamadı. Ama ona bir komşusu Sultan abada vardır, onun evinde bir ara bir naylon içinde avuç avuç emniyet iğnesi görmüştüm, dedi.
Necati’nin kolundan tutup hızlı hızlı Sultan abanın evine çıktı: nene şuna iki emniyet iğnesi veriver de çenesi dursun! Dedi.
Necati emniyet iğnelerini alınca sesini kesti.
***
Zemheri geçti, hamsin bitti, erbain sona erdi ama bahar bir türlü gelmemişti.
Havalar aşağılarda yağmur, yukarılarda kar atıştırıyordu her gün. “Mart bu sene de otuzlayacak ellelem” diye düşünüyordu.
Onun gözü ahırdaki mallardaydı. Onlara her saman döktüğünde samanlıktaki samanların bitmekte olması onu endişeye sevk ediyordu.
En küçük oğluna; “oğlum seninle babandan kalan öteberiyi yanımıza alıp samana değişmek için Dindebol’a gidelim mi?” Dedi.
O da gidelim, gidelim, diye hoplamaya başladı, sekiz yaşlarındaydı, yeni bir yer görecek olmanın sevincindeydi. Dindebol neresi, bile demedi.
Akşamleyin babasından kalan çerçi eşyasını ortaya döktüler. Beraberce yanlarına alacakları incik boncuk ne varsa ayırdılar.
On ikili dizgeler halindeki emniyet iğnesi dolu naylon keseyi de koyup eşeğin heybesini yerleştirdiler.
Sabah erkenden, millet camiden çıkmadan Alakise ve Aşağı İzvit’i geçtiler. Dereyi atladıktan sonra Dindebol’a vardılar.
Sultan Hanım oğluna, şurada baban rahmetlinin tanıdığı bir ev vardı, diyerek bir borda kapısını çaldı.
Üst katın hayatında orta yaşın üzerinde bir kadınla erkek göründü.
Buyurun kime baktınız? Dediler.
Çocuk çok utangaçtı, neredeyse anasının zıbınının altına girecek gibi sokuluyordu.
Sultan Hanım; “ben Gargaralı Çerçi Hüseyin’in garısıyım Dindebol’da Gucur Hüseyin diye bir dostundan bahsederdi, onu soracaktım” dedi.
Hayattaki adam, Hüseyin nerede? Diye sordu, Sultan Hanım:
Hüseyin size ömürler emmi, deyince, “Ben Gucur Hüseyin’im, eşşeği şengi direğe bağlayın da çıkın gelin bordadan” dedi.
Borda kapısının kolunu yukarı doğru kaldırıp açarak içeri girdiler. Yukarı çıkmak için ardıç ağacından yapılmış merdivenlere yöneldiler. Altı yedi basamaktan sonra hayata çıktılar.
Daha İzviti’n üstünden güneş bıyıklarını yeni gösteriyordu. Havalar soğuktu. Onları içeriye aldılar.
Odanın başköşesinde ocak vardı. Dört bir taraf belgilerle çevriliydi. Ocağın küresinde masmavi bir emaye çinko çaydanlık kaynıyor, dağ çaylarının sapları ağzından görünüyordu. Ortadaki sacayağının üstünde de türül türül kokusu sızan bir tava fıkır fıkır kaynıyordu.
Gucur Hüseyin hal hatır sorduktan sonra adaşının öldüğünü yeni duyduğunu söyleyerek başsağlığı diledi.
Teyze elinde bir tahta ve somatla içeri girdi. Somatın üzerine tahtayı koydu. Ortasına da ocaktaki tavayı yerleştirdi. Bu, kuru firekle soğandan yapılmış nefis bir soğan ölmesiydi. Sulanmış yufkalardan herkesin önüne birer ikişer verdi.
O gün Gucur Hüseyin amca önlerine düşüp samanı bol olanlardan birer sele isteyerek hararlara bastılar.
Çocuk her sele saman için çerçi malzemesinden bir şeyler veriyordu. Hararlar dolmak üzereydi.
Çocuk son bir sele saman için vardıkları komşuya elindeki son bir deste emniyet iğnesini uzattı. Bu Mükremin’in babasından kalan son ticari metaı idi.