Mehmet Bina

Cömertlikte Örnek Olarak Peygamberimiz (Sav)

Mehmet Bina

Peygamberimiz (sav)'in, cömertlik ve kerem hususundaki derecesini lâyıkıyla takdir edebilmek mümkün değildir. O’nun cömertliği, fakirlikten korkmayan bir kimsenin ikram edişinden daha ileri seviyede idi.

Hazret-i Câbir (ra)’ın beyânına göre:

“Kendisinden bir şey istendiğinde, «hayır» dediği vâkî değildi.” (Müslim, Fedâil, 56)

Enes (ra) şöyle dedi:

Resûlullah (sav), İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele  bir keresinde yanına gelen bir adama  iki dağ arasını dolduran bir  koyun sürüsü verdi...Adam  kabilesine dönünce :

- Ey milletim! (Koşun) müslüman olun. Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikrâm ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.

 (Hadisin râvisi Enes diyor ki), kimileri sırf dünyalık elde etmek için müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden müslümanlık onların gözünde, dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden  daha değerli hale gelirdi.

(Müslim, Fezâil 57-58)

Hadis-i şerif, Hz.Peygamber’in, gerektiğinde insanların zengin veya fakir olduklarına bakmaksızın onlara ne kadar cömert davrandığını göstermektedir. Aslında Müslim’in bir başka rivayetinde açıklandığı üzere, Efendimiz’in kendisine  iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun verdiği kişi, Mekke’nin fethinden sonra müslüman olmuş ve fakat Huneyn ve Tâif savaşlarına müşrik olarak katılmış bulunan Safvan İbni Ümeyye idi.

Safvân, mal düşkünü biri olup kalbleri İslâm’a ısındırılması uygun görülen kimselerdendi. Hz.Peygamber (sav) bu gibi kimselere, Huneyn ganimetlerinden, onların akıllarından bile geçiremeyecekleri ölçüde ikramda bulunmuş, onlar da bu ikram karşısında İslâm’a olan düşmanlıklarından vazgeçmek zorunda kalmışlardı. 

Âlemlere hidâyet ve rahmet vesilesi olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz, herkesin derdine göre tedâvi uygulamış, insanların  yepyeni bir İslâm kimliği kazanmalarına yardımcı olmuştur.

Peygamber Efendimiz’in, bağışta bulunurken mutlaka iyi müslüman aramaması, olaya insanların İslâm’a kazanılması açısından yaklaşması dikkat çekicidir. Demektir ki, farz olan zekât dışındaki ikram, ihsan ve yardımların henüz müslüman olmayan kalbleri kazanılması düşünülen kimselere, onların kalblerini kazanacak ölçü ve miktarlarda verilmesi, yetkililerin takdirlerine kalmış  bir uygulamadır.

Günümüzde de kalbleri İslâm’a ısındırılması halinde, toplumun muhtelif kesimlerinde etkili olabilecek kimseler için böyle bir uygulama düşünülebilir. Özellikle, her türlü insan kazanma yöntemlerinin dünya çapında uygulandığı bir dönemde müslüman sermâyenin, böyle bir yola girmesi, Hz. Peygamber devrindeki uygulamayı yeniden canlandırma  anlamına gelir.

 Hz. Peygamber, yokluk ve fakirlik korkusu duymayacak derecede  cömertti.

 O, iyiliği sadece iyilere yapmaz, iyi olmasını umduğu ve beklediği kimselere  de yapardı.

 Her insana, kendi anlayışına göre nüfuz etmeye bakmak gerekir.

İyilik ve ikram, insanların kalblerini kazanmakta en etkili yollardan biridir. 

 Sahâbeden Ebû Zer (ra) nakleder:

Hazret-i Peygamber’le Medîne kenarında bir taşlık arâzide yürüyorduk. Karşımıza Uhud Dağı çıktı. Hazret-i Peygamber bana:

“–Yâ Ebâ Zer!” dedi. Ben de:

“–Buyur yâ Rasûlâllah!” dedim.

Buyurdu ki:

“–Yanımda şu Uhud Dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığım hâriç, yanımda bir dinar bulunduğu hâlde üç gün geçmesini istemem.” (Müslim, Zekât, 32; Buhârî, İstikrâz, 3)

Yazarın Diğer Yazıları