Mehmet Kaçar

İman sahibi bir kimse psikolojik hasta olur mu?

Mehmet Kaçar

Müslüman olan bir kimse, şeksiz ve şüphesiz Allah ve Resûlüne(s.a.v) iman etmiş ise, bu imanın ona verdiği süsü ile yüreğini de doldurmuş ise, dünyada yaşarken karamsarlık, stres ve psikolojik sıkıntıları o yüreğe asla sokmaz.

Orası, o insanın beden kafesindeki bir gül bahçesine döner ve gül kokusu saçmaya başlar. Eğer bu köşke karamsarlık, stres ve psikolojik bir hastalık girmişse, hemen orayı temizlemek gerekiyor ki yeniden bir gül bahçesine dönsün ve gül kokusu saçmaya başlasın. Bunun içinde hemen harekete geçip “Tevekkeltü alellalhi” deyip, üzerimize çöken karabasanı iman suyu ile yıkar ve temizleriz. Gecenin karanlığından sabah güneşinin doğması ile aydınlığın oluşması gibi, gönlümüz ve gül köşkümüzde iman güneşi ile aydınlanır ve bir daha bu köşke karamsarlık giremez.

Beterin beteri olduğu gibi, yeterinde bir yeteri vardır ve Allah (C.C)’ın en güzel isimlerinden bir tanesi de “Kâfî” dir, bu da şu demektir, her şeye yeterli olan sadece Allah(C.C)’dır.

Biz iman sahibi olan canlı ve gül köşküne sahip şerefli bir yaratık olarak neden korkupda karamsarlığa düşerek yüreğimizi İslam ışığından mahrum bırakıyoruz ki! Allah(C.C)’ın yarattıklarından başkasıyla, onları korkutmaya çalışırlar.

“ Allah kimi saptırırsa ona bir daha yol gösterecek yoktur” (Zümer 39/36). Depremle, Atom bombasıyla, radyasyonla, darbe ve işgallerle, fakirlik ve açlıkla, öldürmekle ve köleleştirmekle, süründürmekle, atılmakla, tenzile rütbe ile, işkence ile, karaborsayla, şefesizlikle, enflasyonla… korkurtmaya çalışırlar.

Rabbimiz, “Allah, kuluna yeterli değil mi(Kâfî değil mi?)dir diye soruyor: Kul da yeterlidir diyor Yeterli olduğuna göre, şu anda alıp verdiğimiz nefesi veren O olduğunu göz önünden ırak eylememek gerekiyor. Ama maalesef bunu hiç hatırlamayan ama adı Müslüman olan pek çok insan yaşıyor ülkemizde.

Unutmamız da, tabi Rabbimizin biz insanlara bahşettiği bir lütuftur. Allah (C.C), sevgili peygamberimize(S.A.V) ve O’na tabi olan bütün müminlere :” Ey peygamber; Allah, Sana da müminlerden Sana uyanlara da yeter.” buyurur(Enfal: 8/64)
Yeter ki biz, bize verilen gücü, sonuna kadar sıratı müstakim üzere kullanmasını bilelim. Gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, tattığımız her şey bize Rabbimiz tarafından verilendir. Alınmasından neden korkalım ki?

Sahibi olan hem verir hem de alabilir. Verdiğinde sevinmek yerine şükretmek varken, aldığında da sızlanmak yerine sabretmek varken neden kendi kendimizin ışığını kapatıp da karamsarlığa düşüyoruz. Veren, var olmaya ve vermeye devam ediyor. O halde biz neden niçin sızlanıyoruz? Vereni unutup, verdiğine bağlandığımızdan, sızlana sızlana sızıp kalıyoruz.

Sızıp kalanlar, vahşilerin vahşetine, zalimlerim zulmüne hiç bir şekilde ses çıkarmazlar. Zalimler zalimlik yaparlarken malumun asla bileğinden tutamazlar.

Kâfirler, sömürürken ve semirken insan kıyımı yaparken, ağıt yakmaktan onlara ağız açmazlar ve karşılarında el pençe divan dururlar.

Rabbimiz buyurur: “yeryüzünde ve nefislerinize bir musibet gelmişse, biz onları yaratmadan önce kitapta (yazılmış)dır. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır.

(Her şeyi yazdı) Ki, kaybettiğinize yerinmeyesiniz, size verdiklerine de sevinmeyesiniz, Allah kendini beğenen, çok öğünen kimseleri sevmez” (Hadid: 57/22-23).

Yunus Emre merhum, âyetin son bölümünü “Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim, Aşkın ile öğünürüm, Bana seni gerek seni” şeklinde tefsir edivermiştir.

Yazarın Diğer Yazıları