Ramazan Sayar

İsra Ve Miraç

Ramazan Sayar

Sevgili gönül dostlarım ve saygı değer okuyucularım...
Geçen yıllarda... "Bu sene Ramazan ayına buruk bir sevinçle giriyoruz."
" Bu sene Bayram'ı acı ve hüzün içinde karşılıyoruz." gibi sözlerle durumumuzu ifade etmiştik.
Bu yıl da mübarek "İsra ve Miraç Kandili"mizi "Asrın felaketi" diye nitelenen depremle daha da acı ve hüzünle karşılıyoruz. Sabırdan ve sebattan, dünyamız ve ahiretimiz için  daha çok çalışmaktan başka yapacağımız bir şey yok.
Her gecenin nurlu bir sabahı, her karanlığın mutlu bir aydınlığı vardır. Peygamberimiz, en büyük koruyucusu amcası Ebu Talip’i, hemen arkasından da sadık eşi Hz. Hatice’yi kaybetti. Dünyadaki en önemli iki yakınını kaybeden peygamberimiz o kadar üzüldü ki bu yıla “hüzün yılı” dedi. Yalnız kalan peygamberimize Mekke müşrikleri zulüm ve işkencelerini artırmaya başladılar. Müşriklerden birisi sokaktan geçerken üzerine toprak attı. O haliyle eve geldi. Kızı Fatıma üzerindeki toprağı, çamuru hem temizliyor hem ağlıyordu. Henüz annesini yeni kaybetmişti. Babasının bu haline dayanamamıştı. Bir babanın kızının gözyaşını görmesi ne kadar acıdır… Peygamberimiz ağlayan kızının gözyaşlarını mübarek elleriyle silerek: “Ağlama yavrum. Allah, babanı koruyacak.” Dedi. 
Peygamberimiz hiç olmazsa bir destek bulurum diye Taif’e gitti ancak orada da aradığını bulamadı. Hakarete uğradı hatta dönüşte ayak takımı tarafından taşlandı. Mübarek ayakları kanlar içinde kaldı. Akşam amcasının kızı Ümmühani’nin evine geldi. Abdest aldı, ibadet ve dua etmeye başladı. Yorgun ve bitkindi. Kendisinden geçti. Hasırın üzerinde uyuyakaldı. O anda Allah-u Teala Cebrail (as)’a: “Habibimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Git getir, cennet ve cehennemimi göstereceğim. O’nu ben teselli edeceğim. Onun nazik yaralarını ben gidereceğim.” Buyurdu. Cebrail (as) peygamberimize Allah-u Teala’nın davetini bildirdi. “Buyur gidelim” dedi. Burak isminde beyaz bir hayvana binip bir anda Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya (isra) vardılar. 

Pes geçip mihraba ol hayrul enam
Enbiya ervahına oldu imam
      
İki rekât kıldı Aksa’da namaz
Öyle emretmiş idi o bi niyaz

Namazdan sonra sema’ya (miraç) yükseldiler. Yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte büyük bir peygamber gördü, topluluklara rastladı. 

Gördü gök ehli ibadette kamu 
Her biri bir türlü taatte kamu
Kimi tahlil-i kimi tahmid okur
Kimi takdis-i kimi temcid okur

Kimi kıyamda kimi kılmış rükû
Kimi hakka secde kılmış ba huşu
Sitret-ül Münteha’ya vardılar. Cebrail (as) orada kaldı, ileriye geçemedi. 
Yürü meydan senindir bu gece
Sohbet-i sultan senindir bu gece

Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse layık olmadı bu rif’ate
Peygamberimiz sınırdan geçince Cebrail (as)’a: “Haydi ardımdan uç.” Dedi. Cebrail (as): “A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar.” Dedi. Peygamberimiz Cebrail (as) ile konuşurken cennet örtüsü Ref Ref geldi. 
Söyleşirken Cebrail ile kelam
Geldi Ref Ref önüne verdi selam

Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman
Sitre’ye gitti de götürdü heman
Arşı, Kürsi ve ruh âlemlerini geçip bilinmeyen, anlaşılmayan, anlatılamayan Allah-u Teala’nın dilediği yüksekliklere ulaştı. 
Şeş cihetten ol münezzeh zülcelâl
Bikem ü keyf ona gösterdi cemal

Aşikâre gördü rabb-ül izzeti
Ahirette öyle görür ümmeti

Bi huruf-u lafz-u savt ol padişah
Mustafa’ya söyledi bi iştibah
Allah-u Teala ile zamansız, mekânsız, sıfatsız, harfsiz ve sessiz konuştu. Rabbi habibinin isteklerini sordu.
Ne muradın var ise kılam reva
Eyleyem bir derde bin türlü deva
Dedi. Peygamberimiz de:
Ol zayıf ümmetlerin hali nola
Hazretine nice anlar yol bula

Gece gündüz işleri isyan kamu
Korkarım yerleri ola tamu

Ya ilahi hazretinden kıl hacetim
Bu durur kime makbul ümmetim
Dedi. Peygamberimizin bu isteğine:
Hak Teala’dan erişti bir nida
Ya Muhammed ben sana kıldım ata
      
Ümmetini sana verdim ey habip
Cennetimi anlara kıldım nasip
Müjdesini verdi. Peygamberimiz hiç kimsenin ulaşamayacağı bu nimetlere kavuştuktan sonra Kudüs’e oradan da Mekke’ye Ümmühani’nin evine geri döndü. Henüz hasırın sıcaklığı geçmemiş, leğendeki suyun hareketi durmamış idi. Sabah doğruca Kâbe’ye gitti, miracını anlattı. Kâfirler alay ettiler, akıl erdiremediler.
İdraki meali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez
Mescid-i Aksa’dan sordular. Peygamberimizin gözünden perde kalktı. Kudüs gözünün önüne geldi. Sorulara tek tek cevap verdi. Hz. Ebubekir’e koştular. Hz. Ebubekir: “Eğer o söylediyse inandım.” Dedi. Hatta Kâbe’ye geldi. Büyük kalabalık arasında yüksek sesle: “Ya rasulallah, miracın mübarek olsun.” Diye gürleyince peygamberimiz Hz. Ebubekir’e “Sıddık” lakabını verdi.
Sevgili Hakimiyet Gazetesi okurlarım...
Asrın felaketini de yaşasak. Kan ve göz yaşlarımız dinmese de "Miraç"ımız mübarek olsun.
Hoş kalın. Hoşça kalın. Allah'a emanet olun.

Yazarın Diğer Yazıları