Latife ÖGE AKIN

Üslup - tavır ve kibir

Latife ÖGE AKIN

Eski Ahit’e göre ilk günah kibir yüzünden işlenmiştir. İnanışa göre yılanın o meyveyi yerseniz tanrı gibi olacaksınız vaadi üzerine kibrine kapılan Havva’nın meyveyi yemesi ile başlar. Yani sandığımız gibi yasak olanı yapmaktan değil, o yasağı çiğnedikten sonra sahip olunacak gücün büyüsünden dolayı işlenmiştir.

Güç hayali kibir duygusuyla beslenir. Bu da insanoğlunun günahla ilk tanışması, Allah’a ilk isyan, ilk başkaldırış olarak değerlendirilir.

Gelelim üslup ve tavır konusuna. Üslup kişinin yansımasıdır. İçinde olanın dışa vurumudur. Psikoloji de bunu savunur. Suçlu olanın daha baskıcı, yalan söyleyenin daha agresif, baskı altında olanın daha panik halinde olması gibi.

Üslupsuzluk iki dostun arasının açılmasına, karı kocanın ayrılmasına, bir evladın anne baba ahı almasına, bir amaç için bir araya gelmiş toplulukları nifak sokarak dağıtmaya, bir hedefle yola çıkmış insanların hedeften şaşıp yolda bir bir kopmalarına ve nihayetinde bir milleti parçalamaya yetecek kadar önemli bir olgudur. Bahsettiğimiz bu olaylarda kuvvetle muhtemeldir ki insanlar aynı dili konuşuyor ancak böyle parçalanıyorsa mesele dil değil üslupsuzluktur. Farklı düşünceler, fikirler çoğu zaman hakikatin ortaya çıkmasına vesile olsa da bunu ifade etme şeklinde hakaret, ayrıştırma, ötekileştirme varsa orada insan doğasına aykırı ve gayri ahlaki bir durum var demektir.

Yine eski Ahit’e göre bir zamanlar dünyadaki bütün insanların tek dil konuştuğu bir dönem vardı. Bu, insanları birleştirmiş ve işbirliği yapmalarını öylesine kolaylaştırmıştı ki, imkansız gibi gözüken bir şeyi gerçekleştirmek için ortak bir işe kalkışmışlardı. Babil kentinde o kadar yüksek bir kule yapacaklardı ki; bu sayede cennete kolayca ulaşabileceklerdi.

Bu affedilemez büyüklük taslama ve kibir karşısında Allah, bu gamsız, düşüncesiz günahkarların üzerine gazabını göndermekte gecikmedi. Hayatlarını bağışladı ama dillerini bağışlamadı. Kafirlerin bu girişimlerini önlemek için yapması gereken tek şey, birbirlerini anlamamalarını sağlamak amacıyla dillerini farklılaştırmaktı.

Buradan anlıyoruz ki; dil bir arada tutabileceği gibi ayrıştırır da. Hele de toplumda niteliği olan insanların, toplum liderliği vazifesini üstlenmiş yönetici ve idareci konumundaki insanların, akademisyenlerin, üslubunun ötekileştirme üzerine olması ne yazık ki daha etkili biçimde, bir hastalık gibi hızlıca yayılıverir. Ve en acısı da toplumca kabul görür, birçok kişi tarafından sorgulanmadan içselleştirilir. Bu da toplumun temeline dinamit koymaktır.

“Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır”

Yaratılmışların en güzeli, en ahlaklısı Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) hayatı boyunca o naif üslubunu bozmamış, kalp kırmamış, kimseyi aşağılamamıştır. Üstelik insanlığın gördüğü en zalimlerden zulüm gören yine peygamberimiz ve ashabıdır. Buna rağmen üslubu değişmemiştir.

Bu mesele mesnevi de ise kendine şöyle bir yer edinmiştir; “Testide ne varsa dışına o sızar.”

Son zamanlarda sindire sindire öğreniyoruz ki insanlık konuşmada üslup, edep, adap, saygı, empati kavramlarını unutmuş. Zeka seviyesi ve karakteri sözleriyle ayan beyan ortaya çıkarken insanoğlu kendinden bi haber konuşmaya devam ediyor.

Kendinden bile bi haber olanların topluma yön vermesi, toplumda yer kaplaması ne acı ve korkunç.  Bir yerlerden başlamak lazım. Kaçmış ipin ucunu bir yerlerden tutmak lazım. Toplum olarak nezaketi, hoşgörüyü öğrenmemiz lazım. Kendimizi düzeltmekle işe başlamamız lazım. Üslubumuzu düzeltmek, üslubu bozuk olanı da toplum olarak bir şekilde eğitmek lazım. Tavrını düzeltmeden bizimle muhatap olamayacağını anlaması lazım. Çünkü bu tavır ve üslup düzelmedikçe toplumda kin ve nefret kök salar. Sevgiyle kalınız efendim.  

Yazarın Diğer Yazıları