Mehmet Bina

Hz. Ebubekir (ra) menkıbeleri

Mehmet Bina

Hz. Ebubekir'in, (ra) hayatı ile ilgili İslam kaynaklarında pek çok bilgi bulunur. İslam'ın dört halifesinden birisi olduğu için de dinimizce çok ayrı bir yeri vardır.

* Kur’ân-i Kerim’de hicret sırasında Rasûlullah’la beraber olmasından dolayı, "…mağarada bulunan iki kişiden biri…" (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan bahsedilmektedir.

Ashâb-ı kirâm, Ebûbekir Efendimiz’in kıymetini bilir; “Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Canab-ı Hak gazap eder ve biz helak oluruz!” diye ona karşı çok dikkatli davranırlardı. Efendimiz ona şu ebedî müjdeyi vermişlerdi:

“–Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennet’e ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?!” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652)

*Mekke Fethi’nde, gözleri görmeyen ihtiyar babasını Müslüman olmak üzere Allah Resûlü’nün huzûruna getirmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Hz.Ebûbekir! İhtiyar babanı niye buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidebilirdik.” buyurdular. Hz. Ebûbekir ise:

“–Onun size gelmesi daha münâsiptir. Bir de Allah Teâlâ’nın bu vesîleyle babama sevap vermesini istedim.” dedi.

Ebû Kuhâfe (ra), bey’at etmek üzere elini Fahr-i Kâinât Efendimiz’in mübârek eline uzatınca, Hz.Ebûbekir (ra) duygulanıp ağlamaya başladı. Resûlullah, hayretle niçin ağladığını sorunca da şu müthiş cevâbı verdi:

“–Yâ Resûlâllah! Sana bey’at etmek üzere uzanan şu el, babamın değil de, amcan Ebû Tâlib’in eli olsaydı da, bu vesîleyle Allah Teâlâ benim yerime Sen’i sevindirseydi! Çünkü Sen, onu çok seviyor ve îmân etmesini çok istiyordun…” 

Hz. Ebûbekir (ra) her zaman:

“Vallâhi Resûlullah Efendimiz’in yakınlarını kollayıp gözetmek, benim için kendi yakınlarımı kollamaktan daha sevimlidir.” derdi. (Buhârî)
Bir defasında da Resûlullah Efendimiz:

“–,Hz. Ebûbekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım...” buyurmuştu. Ebûbekir (ra) ise bu iltifatkâr sözden âdeta bir gayrılık mânâsı çıkararak gözyaşları içinde:

 “–Ben de, malım da, hepsi Siz’e âit değil mi yâ Resûlâllah?!” dedi. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, II, 253)

Bu sûretle kendisini bütün varlığıyla Peygamber Efendimiz’e adadığını ve O’nda fânî olduğunu ifâde etti.

Hazreti Ebubekir'in -(ra) helal lokma hassasiyetini anlatan kıssa şöyledir.

Ebubekir (ra) ’ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle, kazandığı bir şeyi getirdi. Hazret-i Ebubekir de ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:

“–Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın.” dedi.

Hazret-i Ebubekir (ra):

“–Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın?” diyerek açıklamasını istedi.

Köle:

“–Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi.” deyince Hazret-i Ebubekir -radıyallâhu anh-, derhâl parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı ve:

“–Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun!” dedi. Kendisine:

“–Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” diyenlere de şu cevâbı verdi:

“–Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Rasûl

Ebubekir Sıddîk -radıyallâhu anh-’ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle, kazandığı bir şeyi getirdi. Hazret-i Ebubekir de ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:

“–Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın.” dedi.

Hazret-i Ebubekir -ra):

“–Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın?” diyerek açıklamasını istedi.

Köle:

“–Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi.” deyince Hazret-i Ebubekir -(ra)-, derhâl parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı ve:

“–Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun!” dedi. Kendisine:

“–Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” diyenlere de şu cevâbı verdi:

“–Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Rasûlullah -(sav)-:

«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir!» buyurdular.”

Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Kim Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir.” 

«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir!» buyurdu

“Kim Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir.” (en-Nâziât, 40-41)  Resulullah efendimiz Arafat dağında, Kusva adlı devesine binmiş halde dururken, meal-i şerifi (Bugün dininizi ikmal ettim. Size verdiğim nimetleri tamamladım. Din olarak size İslam dinini beğendim) olan, Maide suresi, 3. âyet-i kerimesi nazil oldu. Herkes sevindi, fakat Ebu Bekri Sıddık ağladı. Dediler ki, ya Eba Bekir, bugün sevinmek günüdür. Bu sevinmek icap eden hâle niçin ağlarsın ki, İslam dini kemal buldu. Allahü teâlâ müminler üzerine nimetini tamamladı.

Ömer Medine'de ama bir kadını geceleyin belirli aralıklarda ziyaret eder ve onun işlerini görmek isterdi. O'nun yanına vardığında, kendisinden önce başka birisinin gelerek istediği şeyleri yaptığını görürdü. Bir gün Ömer gizlice onu bekledi, kendisinden önce gelip de onun işlerini gizlice yapan kişinin halife Ebu Bekir (r.a.) olduğunu gördü. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Yemin ederim, demek ki bu işleri yapan sensin." 

Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen bu lakap kendisine, miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslam literatüründe bununla şöhret bulmuştur.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de "halîfetü resûlillâh" unvanıyla anılmıştır. 

Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde kendisine Ebû Bekir künyesinin niçin verildiği⁸ hmm konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. 

Hz. Ebûbekir bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e:

“Yâ Resûlâllah! Bana bir dua öğretiniz de onu namazımda okuyayım!” dedi.

Allah Resûlü de ona, “Şöyle duâ et!” buyurdular:

“Allâh’ım! Ben kendime çok fazla zulmettim. Günahları bağışlayacak olan ise sadece Sen’sin. Öyleyse bitmez ve tükenmez lûtfunla beni bağışla, bana merhamet et. DodgeÇünkü merhameti nihâyetsiz olan, affı sonsuz, sadece Sen’sin!” (Buhârî, Ezân 149, Deavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48)

Yazarın Diğer Yazıları